12 Haziran 2017 Pazartesi

HASIR // Mehmet Âkif ERSOY

HASIR // Mehmet Âkif ERSOY

Hasır

 




 

Geçende, yayla civârında bir ufak cevelân

Bahânesiyle, bizim eski âşinâlardan

Bir attârın azıcık gitmek istedim yanına,

Ki her zaman beni dâvet ederdi dükkânına.

Biraz musâhabeden sonra söktü müşteriler:

— Ver ordan on paralık zencefil, çörô’tu, biber.

Geçenki beş para borcumla on beş etmedi mi?

— Silik bu yirmilik almam...

— Uzatma gör işimi!

— Oğul, çabuk... Bana tîrak... Okunmuş olmalı ha!

 

 


 

 



Bizim çocuk, adı batsın, yılancık olmuş...



— Sübek kadar yüzü hütdâğ kesildi!

— Vah vah vah!

— Hanım, geçer, nefes ettir...

— Geçer mi? İnşallah.

— Bi yirmilik paket ammâ sabahki tozdu bütün...

— Ayol hep içtiğimiz toz.. Bozuldu eski tütün!

— Efendi amca, sakız ver.. Biraz da balmumu kes.

— Kızım, parayla olur ha! Peşinci bak herkes.

Beşer onar paralar hepsi yaklaşıp deliğe,

Süzüldüler oradan bir kilitli çekmeceye.

Epeyce fâsıladan sonra geldi başka biri:

— Genişçe bir hasırın var mı? Neyse hem değeri.

Cenâze sarmak içindir, eziyyet etme sakın!

Mahallemizde beş aydır yatan o hasta kadın

Bugün sabahleyin artık cihandan el çekmiş...

— Ne çâre! Kısmeti bir böyle günde ölmekmiş.

— Yanında kimse de yokmuş.. Aman bırak neyse...

Ecel gelince ha olmuş, ha olmamış kimse!

— Dokuz kuruş bu hasır, siz, sekiz verin haydi...

Pazarlık etmeyelim bir kuruş için şimdi!

Hasır büküldü, omuzlandı, daldı bir sokağa;

Sokuldu kimbilir ordan da hangi bir bucağa.

Açıldı, bir ölü saklanmak üzere sînesine;

Kapandı ketm-i adem heybetiyle sonra yine!

Beş on fakîre olup bâr-ı dûş-ı istiskâl,

Huzûr-ı lâlini bir nevha etmeden ihlâl,

Sükûn içinde uzaklaştı âşiyânından.

Geçince sûrunu şehrin, uzattı servistân

Garîb yolcuyu tevkîfe bin bükülmez kol!

Omuzdan indi hasır, yoktu çünkü artık yol.

Mezarcının o kürek yüzlü dest-i lâkaydı

ilânesiyle nihâyet mezâra yaslandı.

 


 


 


Hücûm-ı mihnet-i peyderpeyiyle dünyanın,



Hayâtı bir yığın âlâm olan zavallı kadın,

Hasırdan örtüsü dûşunda hufreden indi...

Enîn-i rûhu da artık müebbeden dindi.

Bu hâtırât ile kalbimde başlayınca melâl,

Oturmak istemez oldum, kıyâm edip derhâl;

— Yüzümde âleme nefrîn, içimde şevk-i memât;

Gözümde içyüzü dehrin: Yığın yığın zulümât!-

Bulunduğum o mukassî mahalden ayrıldım.

Bu perde bitti mi? Heyhât! Atmadım bir adım,

Ki rûhu eylemesin böyle bin fecîa harâb!..

Hayât nâmına yâ Rab, nedir bu devr-i azâb?

 


 





Mehmet Âkif ERSOY

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İMAN - İTAAT

İMAN- İTAAT Bizler bazı şeyleri ya yanlış anlıyoruz yada işimize öyle geliyor o şekilde kullanıyor, davranıyor , savunuyoruz. Alla...