31 Aralık 2017 Pazar

SÖMÜRGECİLİK


SÖMÜRGECİLİK
XIX. yüzyılın ortalarında giderek yaygınlaşan ve XX. yüzyılın başında yeryüzünün birkaç ülkesi hariç tamamını işgal ederek sömürgeleştiren Avrupalı büyük güçler, tarihte en fazla Roma dönemindeki sömürgeci teşkilâtlanma ve askerî güç kullanımı usulünden etkilenmiştir. Romalılar da modern Avrupa sömürgeciliğinde olduğu gibi yerlilerin imkânlarına el koymakla yetinmeyip onlara köle muamelesi yapmıştır.

Avrupa sömürgeciliğinde öne çıkan şey güçlünün oluşturduğu hukukun geçerli olması anlayışı İslâm idarelerinde bunun yanında hukuk gücünün de yer alması ilkesine dönüşmüş ve bu ikisinin birlikte yürütülmesiyle farklı bir adalet anlayışı ortaya çıkmıştır.

Bu anlamda Papa II. Urban’ın çağrısıyla başlatılan Haçlı seferlerinden ilki 1099 yılında Kudüs’ün ele geçirilmesiyle sonuçlandı. Bu seferlerin başarılı olduğu dönemlerde hıristiyan güçleri Güneydoğu Anadolu’dan Suriye ve Lübnan dahil Filistin’e kadar yayılarak İslâm hâkimiyetindeki toprakların belli bir kısmını işgal ettiler.

IX. (XV.) yüzyılın sonlarında yoğunlaşan coğrafî keşifler neticesinde ele geçirilen yerler yüzünden birbiriyle büyük bir rekabete girişen Portekiz ve İspanya arasında papanın da aracılığıyla Tordesillas Antlaşması imzalandı (7 Haziran 1494). Buna göre Batı Afrika açıklarındaki Yeşilburun adasının (Cabo Verde Island) 370 deniz mili batısından geçen bir meridyen çizildi ve Avrupa dışındaki kara parçalarından batı yarımkürede kalanlardan ele geçirilecek olanlar İspanya’ya, doğu yarımkürede kalanlar ise Portekiz’e ait olacaktı. Bu antlaşma modern sömürgecilik yolundaki ilk uluslararası antlaşmadır.

. Alman imparatorluk tacına da sahip olan İspanya Kralı Karlos (V. Karl), Akdeniz havzasını da idaresine almak istiyordu. Nitekim Fas’tan başlayarak 1510 yılına kadar geçen sürede bugünkü Libya’nın başşehri Trablusgarp dahil bölgedeki bütün mahallî müslüman idarelerine son verdi veya kendisine tâbi kıldı, yerleşim yerlerinin tamamına yakını tahrip edildi. Benzeri istilâ ve yıkım hareketlerini Portekiz de 1505’te Mozambik’te başlattı.

 1517 yılında Cidde önüne kadar ulaşan donanmasıyla Hint Okyanusu sahillerinde ve Kızıldeniz çevresinde müslümanların hâkimiyetinde bulunan kırk civarındaki şehir devletini yakıp yıktı ve müslüman ahalinin çoğunu katletti. Dönemin iki güçlü İslâm devletinden biri olan Memlükler, Hint Okyanusu ve Kızıldeniz havzasında Portekizliler’e engel olamadılar ve yenik düştüler. Daha ziyade Avrupa’da hıristiyan güçleriyle mücadele eden Osmanlı Devleti, Afrikalı müslümanların yardım taleplerine cevap vererek 1516 yılından 1574 yılında Tunus’un kesin biçimde Osmanlı idaresine alındığı döneme kadar Kuzey Afrika bölgesini İspanyol istilâsından ve buna dayalı sömürgeleştirilme tehlikesinden kurtardı. Yine Cidde önüne gelen Portekiz donanması, 1517’de Kahire’deki Memlük hâkimiyetine son veren Yavuz Sultan Selim’in gönderdiği bir donanmayla Kızıldeniz havzasından Hint Okyanusu’na püskürtüldü. Burada Pîrî Reis’in kumandasında Hint Kaptanlığı adıyla bir deniz gücü kurularak Basra körfezi, Arap yarımadası ve Kenya’ya kadar uzanan Doğu Afrika sahillerindeki müslüman idareleri Portekiz istilâsından kurtarılarak uzun müddet sömürgeleştirilmeleri engellendi. XVI. yüzyılın başından itibaren yaşanan bu süreçte Osmanlı Devleti, Afrika kıtasının batı sahilleri hariç büyük bir kısmını, Arap yarımadasının Yemen dahil tamamına yakınını sömürgeci girişimlere karşı muhafaza altına aldı ve bu durum XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar devam etti. Bunun dışında Hindistan ve Açe dahil Endonezya’daki müslümanlara da yardım eli uzatılarak sömürgeci Portekiz ve Hollanda donanmalarının onlara daha fazla zarar vermelerinin önüne geçildi.

Yeni sömürgelerde büyük ölçüde yok edilen insan gücünün yerine geçmek üzere Osmanlı Devleti’nin hâkimiyet ve nüfuz alanı dışında kalan Batı ve Güney Afrika sahillerinden XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar devam eden dört asırlık zaman içinde başta Portekizliler olmak üzere İspanyollar, Hollandalılar, Fransızlar, İngilizler ve diğer Avrupa devletlerine mensup tüccarlar tarafından 100 milyon civarında insan köleleştirilip götürüldü.

Sömürgecilerin en önemli faaliyetlerinden biri, Hıristiyanlığı sömürülen ülkelerin yerlilerine kabul ettirmeleridir. Amerika’da XVI. yüzyıl öncesinde hiç hıristiyan nüfus yokken bugün 1 milyara yaklaşan nüfusuyla kıtada yaşayanların tamamına yakınını hıristiyanlar oluşturmaktadır. Yine 1900’lerin başında Afrika kıtasında toplam 10 milyon civarında tahmin edilen hıristiyanların sayısı bugün 1 milyarı aşmakta olan nüfus içinde 350 milyon civarındadır. Asya’da yine misyonerlik faaliyetleri neticesinde hıristiyan olanların sayısı 300 milyondan fazladır.

XV. yüzyılda başlayıp XX. yüzyılın ikinci yarısında sona eren modern Avrupa sömürgeciliği dört aşamalı bir süreç takip etmiştir. Bunlardan birincisi 1763 Paris Antlaşması’na kadar devam ederken ikinci dönem 1875 yılına, üçüncü dönem I. Dünya Savaşı’nın başladığı 1914 yılına ve sonuncusu II. Dünya Savaşı’nın bittiği 1945 yılına kadar sürdü. Bundan sonrası 1970’li yılların ortalarına kadar bütün sömürgelerin bağımsızlıklarını elde ettikleri dönem olarak kabul edilmektedir.

XIX. yüzyılın başlarından itibaren Alman sömürgeciliğinin fikir babaları, sömürgeciliği refah kaynağı ve artan nüfusun başka yerlere dağıtılması için önemli bir fırsat olarak görmekteydi. Böylece Almanya, Güneybatı Afrika’da bugünkü Namibya’yı, Doğu Afrika’da Zengibar Sultanlığı’nın hâkimiyetinde olan Tanzanya ve çevresini, Batı Afrika’da Togo ve Kamerun’u, Okyanusya bölgesinde kısmen de olsa Yeni Gine’yi sömürgeleştirdi.

Ancak uzak yerlerdeki yerleşimlerin bir iki nesil içinde Almanlık’tan uzaklaşılmasına yol açtığı gerçeğinden hareketle bilhassa asrın son çeyreğine doğru ekonomik bir değer arzeden başlıca parçaları çoktan paylaşılmış olan dünyada kendilerine pek de yer kalmadığını görerek gözlerini coğrafyalarının uzantısında yer alan Osmanlı Devleti’nin zengin ve bâkir topraklarına diktiler (Drang nach Osten politikası).

Almanya’dan sonra Avrupalı devletler içinde sömürgecilik faaliyetlerine en son katılan devletler arasında Belçika ve İtalya gelmektedir. Sömürgeci devletler Afrika’yı paylaşmak, sömürge meselelerini modern hukuk kurallarına bağlamak ve aralarındaki sürtüşmeleri ortadan kaldırmak amacıyla Almanya’da bir araya gelerek bir antlaşma imzaladılar (Kasım 1884).

Anavatanlardan sömürgelere yapılan gönüllü göçler, köleleştirilerek Afrika’dan Amerika’ya 100 milyona yakın insanın taşınması, bir sömürgeden diğerine göçlerin yaptırılması,

Avrupa ve özellikle İngiltere’den gelen çok sayıda insanın yerleştiği ülkelerde yerli halklar imha edildi.

Avrupalılar tarafından geliştirilen sömürgeci sistemde kurulan yeni şehirler, yapılan kara ve demir yolları, inşa edilen limanlar, hastahaneler ve okullar tamamıyla oralarda bulunan sömürgeciler için olup bunlardan yerliler hiçbir şekilde istifade edemiyordu. Avrupa’dan gelenlerle yerlilere bulaşan hastalıklar büyük kitlelerin ölümüne sebep olunca mecburen yerlileri de tedavi etmeye başladılar. Eğitim konusunda sadece kendilerine yardımcı olabilecek kimselere belli seviyeye kadar eğitim verdiler. Öyle ki Afrika sömürgelerinde geleneksel eğitim kurumları yok edilip yerlerine açılan okullarda en çok orta eğitim seviyesinde eğitim verildiği için kıtanın tamamında üniversite mezunu olanların sayısı 1950’li yıllarda bile birkaç yüz kişiyi geçmiyordu.

Afrika’da Togo, Kamerun ve Güneybatı Afrika’ya yerleşildi. Özellikle denizlerde büyük bir üstünlük kazanıldı.

Ülkesini hızla sanayileştiren II. Wilhelm, Alman yayılma alanı olarak Osmanlı Devleti’ni ve Anadolu’yu görüyordu. Hızlı bir gelişme içerisinde bulunan Alman sanayiine ham madde temin etmek ve yeni pazarlar bulmak için henüz sömürgeleştirilmemiş zengin ham madde ve kalabalık bir nüfusa sahip Osmanlı Devleti en uygun bir ülke idi.

Berlin Konferansı’ndan sonra Osmanlı Devleti üzerinde giderek ağırlığını hissettiren Almanya’dan askerî ve mülkî memurlar getirilerek Osmanlı ordusunda ve yönetiminde ıslahat teşebbüsleri çerçevesinde istihdam edildi. İlki 1883’te Türkiye’ye gelen Alman görevlilerin sayısı her geçen gün artarak 1919’da ülkelerine döndüklerinde 25.000’e ulaşmıştır. Bismarck zamanında Alman-Rus ilişkilerinin gölgesinde kalan Osmanlı-Alman ilişkileri, II. Wilhelm’le birlikte hızla gelişti. 1889’da II. Wilhelm’in İstanbul’u ziyareti, ilişkilerin gelişmesi yönünde etkili oldu. Osmanlı ordusunda istihdam edilen Alman subayları, ordunun Alman silâhlarıyla donatılması için Krupp, Mauser ve Löwe gibi fabrikalara çok miktarda silâh siparişinin yapılmasını sağladılar. Özellikle Cormer von der Goltz Paşa silah siparişleri konusunda çok etkili oldu.

Osmanlı-Alman ticaretinin gelişmesi, iki ülke arasında doğrudan taşımacılık yapacak Deutsche Levante Linie (1889), Export-Verband (1890), Deutsche-Orientalische Exportgesellschaft (1899) ve Deutsche Palaestina Bank (1899) gibi şirketlerin kurulması ile sağlandı. Alman hükümeti ve ticaret çevrelerinin desteğini kazanan bu şirketler kısa zamanda faaliyetlerini geniş bir alana yaydılar ve Yakındoğu’da pek çok limana doğrudan seferler düzenlediler. Hamburg üzerinden Osmanlı Devleti’ne yapılan ithâlat ve ihracatta önemli artışlar sağlandı. Osmanlı Devleti’nin ithal ettiği mallar arasında, Anadolu demiryollarının inşa ve işletme imtiyazını alan Deutsche Bank’ın demiryolu inşaat malzemesi ile silâh önemli yer tutuyordu

4 Ekim 1888’de imzalanan imtiyaz sözleşmesiyle Deutsche Bank, işletmeye açılmış bulunan Haydarpaşa-İzmit hattının işletme hakkını, Eskişehir üzerinden Ankara’ya ulaşacak İzmit-Ankara hattının inşa ve işletme imtiyazını, Bursa ve Kütahya yan hatlarının inşa hakkını, Haydarpaşa-Ankara hattı boyunca 20 km. enindeki bir şerit dahilinde kalan toprak altı zenginliklerin çıkarılması ve orman kesme imtiyazlarını elde etti. Bu tarihten itibaren Alman emperyalizminin ve sömürge politikasının Anadolu’da ve Yakındoğu’daki uygulama aracı, Alman yönetiminin tamamen desteklediği Deutsche Bank oldu.

5 Mart 1903 tarihinde imzalanan Bağdat Demiryolu Antlaşması ile Almanya’nın Ankara’dan Bağdat-Basra’ya kadar uzanacak bir demiryolunun inşa ve işletme imtiyazını alması, milletlerarası sistem içerisinde İngiltere ile ciddi bir bunalıma yol açtı.

1890’da kurulan Alldeutsche Verband (Pancermen Birliği) taraftarları Türkiye’yi kendi hayat sahalarında görüyor ve Anadolu’ya Alman göçmenlerinin yerleştirilmesini savunuyorlardı. Bu yıllarda Almanya’da hızla artan nüfusun Anadolu ve Mezopotamya’ya yerleştirilerek koloniler kurulması ve bu yolla Osmanlı Devleti’nin sömürgeleştirilmesi amacına yönelik faaliyetler Almanya’nın emperyalist ve sömürgeci politikalarını ortaya koyuyordu. Kısa zamanda Filistin, vakıflar, okullar, yardım dernekleri, tarım kooperatifleri ve kolonilerle Almanlar’ın hâkim oldukları bir ülke haline geldi. XIX. yüzyılın sonlarında Filistin’deki Alman kolonilerinin sayısı otuz ikiye yükselmiştir. Buraya yerleşenlerin çoğunun Alman yahudisi olmaları, XX. yüzyılda Filistin meselesinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur

22 Aralık 2017 Cuma

hacı uğurlama duası, hac umre dua

Yâ Rabbel Âlemîn... Yâ Erhamer Râhimîn...
Senin Peygamberin: "Âdâbına riayet ederek yapılmış bir haccın mukabili cennetten gayri bir şey değildir; mükâfatı cennettir." buyurdu;  Bu duygu ve düşüncelerle, daha önce hacca gitmiş veya ilk defa senin beytini, Kabe’ni hac yapmak için ziyarete gitmek için uğurladığımız hacı adayı kardeşlerimizin haclarını makbul eyle, bizleri, cenneti kazananlardan eyle yâ Rabbi!..
Haclarını makbûl, mebrûr bir hac olarak yapıp, gidip gelenlerden eyle yâ Rabbi!..
Yâ Rabbel Âlemîn! Hacca giden kardeşlerimize yolculuklarında rahatlık nasip eyle. Senin yolunda olma şuurunda eyle...
Hacca giden kardeşlerimizi Senin zikrinle meşgul eyle... Senin rızâna uygun vakit geçirmelerini Sevaplı ameller işlemelerini, Birbirleriyle iyi geçinmelerini nasîb eyle... Nefsi ve şeytanı aralarına sokma yâ Rabbi!..
Yâ Rabbel Âlemîn! Şu uzak mesafeleri aşıp, Peygamber SAS Efendimiz Hazretleri\'nin mübârek Ravza-i Mutahhara\'sını ziyaret eylemeyi nasîb eyle yâ Rabbi!..
Peygamber SAS Efendimiz\'in sevgisine iltifatına, teveccühüne cümlemizi nâil eyle yâ Rabbi!...
Oralardan "Lebbeyk, allahümme lebbeyk!" diye diye, ihramlara bürüne bürüne, Dağları vâdileri aşarak Mekke-i Mükerreme\'ye sıhhatle, afiyetle ulaştır yâ Rabbi!..
Beyt-i Şerîf\'ini hürmetle ziyâret etmeyi nasîb eyle yâ Rabbi!.. Usûlüne uygun tavaf etmeyi nasîb eyle yâ Rabbi!.. En güzel dualarla dua etmeyi nasîb eyle yâ Rabbi!..
Hacca giden kardeşlerimizin sa\'ylerini makbul eyle yâ Rabbi!.. Günahlarını affeyle. İbâdetlerini, kabul eyle yâ Rabbi!.. Her türlü günahlardan bizleri pâk eyle yâ Rabbi!..
Yin aynı şekilde Hânelerine sıhhat ve afiyetle dönmeyi nasîb eyle yâ Rabbi!.. Günahlarından sıyrılmış, pâk olarak dönmeyi nasîb eyle yâ Rabbi!.. Umre vazifesini seve seve yapmayı nasîb eyle yâ Rabbi!
Kur\'ân-ı kerîm\'in sevgisini gönüllerimize yerleştir yâ Rabbi!.. Zikrinle kalblerimizi diri eyle yâ Rabbi!.. Zikrinde dâim eyle yâ Rabbi... Şükründe dâim eyle yâ Rabbi...
Cümlemize sıhhat ü afiyetler ihsân eyle yâ Rabbi!.. Zikrinde, şükründe, hüsn-ü ibâdetinde bizleri muvaffak eyle yâ Rabbi...
Cümlemize hüsn-ü hâtimeler nasîb eyle yâ Rabbi!.. Hayırlı uzun ömürlerle muammer olduktan sonra, buyurun beraber diyelim:
(Eşhedü enlâ ilâhe illallah, ve eşhedü enne muhammeden abdühû ve rasûlüh.) diye diye, senin yolunda iken, abdestli iken, zikrindeyken, şükründeyken, cami yolundayken, hac yolundayken, umre yolundayken can vermeyi nasîb eyle yâ Rabbi!..
Yüzümüzü ak, alnımızı açık eyle yâ Rabbi!.. Kabirlerimizi geniş eyle yâ Rabbi!.. Kabirlerimizi pürnûr eyle yâ Rabbi!... Kabirlerimizi cennet bahçesi eyle yâ Rabbi!.. Kabirlerimizde haclarımızı, umrelerimizi, namazlarımızı, oruçlarımızı, ibâdetlerimizi, tâatlerimizi yoldaş eyle yâ Rabbi!.. Kabri cehennem çukuru olanlardan etme yâ Rabbi!..
Kabirden kalktığımızda bizi Peygamber Efendimiz\'in Livâül Hamd\'i altında haşreyle yâ Rabbi!.. Peygamberlerle, sıddîklarla, şehidlerle, salihlerle berâber eyle yâ Rabbi!..
Rasûlüllah\'ın yanına varırken yoldan çevrilenlerden etme yâ Rabbi!.. Mahşer gününün sıkıntılarından cümlemizi mahfûz eyle yâ Rabbi!.. Arş-ı A\'lâ\'nın gölgesinde, nurdan minberlerde gölgelenen, istirahat eden bahtiyarlardan eyle yâ Rabbi!..
Cennât-i Âliyât\'ına fadl ü kereminle bigayri hisâb dâhil eyle yâ Rabbi!.. Habîb-i Edîb\'ine komşu eyle yâ Rabbi!.. Gül cemâlini rüyâlarda görmemizi nasîb eyle yâ Rabbi!.. Ahirette komşuluğunu ihsân eyle yâ Rabbi!..
Senin cemâlini gören, selâmına eren bahtiyarlardan eyle yâ Rabbi!..
Amin, bi hürmeti Ta Ha ve Yasin. Ve selamün alel mürselin. Velhamdülillahi rabbil alemin….

umre uğurlama duası, umre dua

Yâ Rabbel Âlemîn... Yâ Erhamer Râhimîn...
Yâ Rabbel Âlemîn! Umreye giden kardeşlerimize yolculuklarında rahatlık nasip eyle. Senin yolunda olma şuurunda eyle..
Umrelerini makbûl, mebrûr bir umre olarak yapıp, gidip gelenlerden eyle yâ Rabbi!..
Umreye giden kardeşlerimizi Senin zikrinle meşgul eyle... Senin rızâna uygun vakit geçirmelerini Sevaplı ameller işlemelerini, Birbirleriyle iyi geçinmelerini nasîb eyle... Nefsi ve şeytanı aralarına sokma yâ Rabbi!..
Yâ Rabbel Âlemîn! Şu uzak mesafeleri aşıp, Peygamber SAS Efendimiz Hazretleri\'nin mübârek Ravza-i Mutahhara\'sını ziyaret eylemeyi nasîb eyle yâ Rabbi!..
Peygamber SAS Efendimiz\'in sevgisine iltifatına, teveccühüne cümlemizi nâil eyle yâ Rabbi!...
Oralardan "Lebbeyk, allahümme lebbeyk!" diye diye, ihramlara bürüne bürüne, Dağları vâdileri aşarak Mekke-i Mükerreme\'ye sıhhatle, afiyetle ulaştır yâ Rabbi!..
Beyt-i Şerîf\'ini hürmetle ziyâret etmeyi nasîb eyle yâ Rabbi!.. Usûlüne uygun tavaf etmeyi nasîb eyle yâ Rabbi!.. En güzel dualarla dua etmeyi nasîb eyle yâ Rabbi!..
Umreye giden kardeşlerimizn sa\'ylerini makbul eyle yâ Rabbi!.. Günahlarını affeyle. İbâdetlerini, kabul eyle yâ Rabbi!.. Her türlü günahlardan bizleri pâk eyle yâ Rabbi!..
Yin aynı şekilde Hânelerine sıhhat ve afiyetle dönmeyi nasîb eyle yâ Rabbi!.. Günahlarından sıyrılmış, pâk olarak dönmeyi nasîb eyle yâ Rabbi!.. Umre vazifesini seve seve yapmayı nasîb eyle yâ Rabbi!
Kur\'ân-ı kerîm\'in sevgisini gönüllerimize yerleştir yâ Rabbi!.. Zikrinle kalblerimizi diri eyle yâ Rabbi!.. Zikrinde dâim eyle yâ Rabbi... Şükründe dâim eyle yâ Rabbi...
Cümlemize sıhhat ü afiyetler ihsân eyle yâ Rabbi!.. Zikrinde, şükründe, hüsn-ü ibâdetinde bizleri muvaffak eyle yâ Rabbi...
Yüzümüzü ak, alnımızı açık eyle yâ Rabbi!.. Kabirlerimizi geniş eyle yâ Rabbi!.. Kabirlerimizi pürnûr eyle yâ Rabbi!... Kabirlerimizi cennet bahçesi eyle yâ Rabbi!.. Kabirlerimizde haclarımızı, umrelerimizi, namazlarımızı, oruçlarımızı, ibâdetlerimizi, tâatlerimizi yoldaş eyle yâ Rabbi!.. Kabri cehennem çukuru olanlardan etme yâ Rabbi!..
Senin cemâlini gören, selâmına eren bahtiyarlardan eyle yâ Rabbi!..
Bizleri müslüman olarak dünyaya getirdiğin gibi,yine müslüman olarak yaşamayı ve müslüman olarak bu dünyayı terketmeyi nasib eyle Ya Rabbi..
Sübhane rabbike rabbil ızzeti amme yasifun ve selamün alel mürselin velhamdülillehi rabbil alemiyn.EL-FATİHA


10 Aralık 2017 Pazar

القُدْسُ: جُرْحُنا الَّذِي لا يَنْدَمِلُ


الولاية: عموم الولايات

التاريخ : 08. 12. 2017


القُدْسُ: جُرْحُنا الَّذِي لا يَنْدَمِلُ

بارَكَ اللهُ لَكُمْ في جُمُعَتِكُمْ إِخْوانِيَ الأَعِزّاءُ!

يَقولُ اللهُ تَعالى في كِتابِهِ العَظيمِ: "سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَىٰ بِعَبْدِهِ لَيْلًا مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الْأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا ۚ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ"[1]. وَيَقولُ رَسولُنا الكَريمُ (ص): "لا تُشَدُّ الرِّحالُ إلاَّ إلى ثَلاثَةِ مَساجِدَ: المَسْجِدِ الحَرامِ، وَمَسْجِدي هَذا، وَالمَسْجِدِ الأَقْصى"[2].

القُدْسُ نُورُ عُيونِنا، وَحَنينُنا الذي لا يَزُولُ وَلا يَنْتَهي. وَالقُدْسُ مَدينَةٌ مُبارَكَةٌ مُقَدَّسَةٌ بِاسْمِها وَما حَولَها، مَدينَةٌ شَهِدَتِ الكَثيرَ مِنَ الأَنْبِياءِ وَالرُّسُلِ وَهُمْ يُلاقونُ الأَمَرَّيْنِ مِنْ أَجْلِ عَقيدَةِ التَّوْحيدِ وَتَبْليغِ الدَّعْوَةِ. وَالقُدْسُ هِيَ القُدْسُ الشَّريفُ، أَوْ بِاسْمِها الآخَرِ، بَيْتُ المَقْدِسِ. في القُدْسِ والمَناطِقِ المُجاوِرَةِ لَها التي كانَتْ مَهْدَ الحَضاراتِ عَلى مَدارِ آلافِ السِّنينِ عاشَ العَديدُ مِنَ الأَنْبِياءِ مِنْ أَمْثالِ إِبْراهيمَ وَيَعْقوبَ وَموسى وَسُلَيْمانَ وَعيسى عَلَيْهِمُ الصَّلاةُ وَالسَّلامُ. وَبِحادِثَةِ الإِسْراءِ وَالمِعْراجِ كانَ سَيِّدُنا مُحَمَّدٌ (ص) آخِرَ ضَيْفٍ مُبارَكٍ يَزورُ القُدْسَ. وأوَّلُ قِبْلَةِ الْمُسْلِمِينَ هُو المَسْجِدُ الأَقْصى وهُو فى الْقُدْسِ.

إِنَّ القُدْسَ وَالمَسْجِدَ الأَقْصى بُشْرى رَسولِ اللهِ (ص) وَأَمانَتُهُ. وَالقُدْسُ هِيَ المَدينَةُ التي يَهْواها وَيُعِزُّها كُلُّ مُؤْمِنٍ. وَالقُدْسُ لَيْسَتْ أَرْضاً كَغَيْرِها مِنَ الأَراضي. وَالقُدْسُ لَيْسَتْ قَضِيَّةً تَخُصُّ المُسْلِمينَ الذينَ يَعيشونَ في فِلَسْطِينَ وَجِوارِ المَسْجِدِ الأَقْصى فَحَسْبُ. بَلْ هِيَ قَضِيَّةٌ مُشْتَرَكَةٌ تَخُصُّ جَمِيعَ المُسْلِمينَ الذينَ يَعيشونَ في فِلَسْطِينَ وَجِوارِ المَسْجِدِ الأَقْصى، وَفى كُلِّ أَنْحاَءِ العالَمِ على حَدٍّ سَواءٍ.

إِخْوانِيَ الأَكارِمُ!

عاشَتِ القُدْسُ في أَمْنٍ وَأَمانٍ بَعْدَ أَنْ فَتَحَها سَيِّدُنا عُمَرُ رَضِيَ اللهُ عَنْهُ. وَحَكَمَها المُسْلِمونَ بِالعَدْلِ على مَدى سَنَواتٍ طَويلَةٍ. وَعاشَ الجَميعُ في احْتِرامٍ مُتَبادَلٍ دَونَ التَّعَرُّضِ لِنَفْسِ أَحَدٍ وَلا مالِه وَلا دِينِه، حَتَّى أَنَّ غَيْرَ المُسْلِمينَ كانوا يَعْتَمِدونَ على عَدْلِ المُسْلِمينَ في حَلِّ الخِلافاتِ التي كانَتْ تَنْشَبُ بَيْنَهُمْ. لَكِنَّ القُدْسَ التي هِيَ دارُ السَّلامِ حَزينَةٌ تَبْكي دَماً مُنْذُ أَمَدٍ بَعيدٍ. فَالقُدْسُ اليَوْمَ جُرْحُنا الذي لا يَنْدَمِلُ، وَأَلَمُنا الذي لا يَهْدَأُ. والقُدْسُ لَمْ تَعُدْ دارَ السَّلامِ بَعْدَ أَنْ تَعَرَّضَتْ لِهَجَماتٍ شَتّى، وَلَمْ تَعُدْ تَسْكُتُ الأَسْلِحَةُ في دِيارِ الأَنْبِياءِ، وَلا يَتَوَقَّفُ فيها قَتْلُ الأَبْرِياءِ بِهَمَجِيَّةٍ وَوَحْشِيَّةٍ لا تَرْحَمُ.

إِخْواني!

يَعيشُ المُسْلِمُونَ في القُدْسِ وَما حَوْلَها في ظِلِّ مُمارَساتٍ غَيْرَ إِنْسانِيَّةٍ كَالقَمْعِ وَالعُنْفِ وَالعُزْلَةِ. وَتُسْلَبُ حُرِّيَتُهُمْ في الحَياةِ وَالدِّينِ وَالفِكْرِ، وَيَتِمُّ النَّيْلُ مِنْ هُوِيَّتِهِمْ وَشَخْصِيَّتِهِمْ وَعِرْضِهِمْ وَشَرَفِهِمْ وَكَرامَتِهِمْ. وَبِالأَمْسِ القَريبِ مُنِعَ المُؤْمِنونَ مِنْ دُخولِ المَسْجِدِ الأَقْصى التي هِيَ قُرَّةُ أَعْيُنِنا، وَاليَوْمَ يَتِمُّ العَمَلُ على احْتِلالِ القُدْسِ وَتَهْويدِها. فَهُناكَ مُحاوَلاتٌ لِاتَّخِاذِ القُدْسِ عاصِمَةً لِإِسْرائيلَ دونَ أَنْ تُقيمَ وَزْناً لِلإِنْسانِيَّةِ وَالأَعْرافِ وَالحُقوقِ الدَّوْلِيَّةِ.

يَجِبُ أَنْ نَعْلَمَ أَنَّ هَذِهِ المُبادَراتِ الشَّنِيعَةَ تَرْمي إلى تَحْويلِ القُدْسِ وَما حَوْلَها إلى مِنْطَقَةٍ لِلصِّراعِ وَالنِّزاعِ، وَهَذا النَّوْعُ مِنَ المُحاوَلاتِ المُنْكَرَةِ الَّتي لا يُمْكِنُ قَبولُها؛ هِيَ ضَرْبَةٌ عَنيفَةٌ لِوِجْدانِ الإِنْسانِيَّةِ، وَخُطْوَةٌ خَطيرَةٌ لِزَعْزَعَةِ الأَمْنِ وَالسَّلامِ.  

إِخْوانِيَ الأَعِزّاءُ!

تَعيشُ الإِنْسانِيَّةُ آلاماً كَبيرَةً بِسَبَبِ العُنْفِ وَالظُّلْمِ وَالحُروبِ وَالهِجْرَةِ. وَهَذِهِ المُحاوَلاتُ المُفْتَقِرَةُ إلى الإِنْصافِ وَالوِجْدانِ، وَالبَعيدَةِ كُلَّ البُعْدِ عَنِ البَصيرَةِ وَالفِراسَةِ والحِكْمَةِ، وَالرَّامِيَةِ إلى تَهْويدِ القُدْسِ، يُثيرُ قَلَقَ كُلِّ إنْسانٍ يَمْلِكُ حِسَّاً سَليماً. وَما يَجِبُ عَلَيْنا فِعْلُهُ إِزاءَ هَذِهِ المُحاوِلاتِ هِيَ أَنْ نَسْتَنْكِرَها وَنَرْفُضَها رَفْضاً تامّاً، وَأَنْ لا نَرْضَى بِالظُّلْمِ وَالخَطَأ أَيْنَما كانَ وَكَيْفَما كانَ.

ومِنَ الْواَضِحِ الْبَيِّنِ أنَّ هُناكَ دُروساً وَعِبَراً يَجِبُ عَلَيْناَ أنْ نَسْتَخْلِصَها مِنْ كُلِّ هَذِهِ الكَوارِثِ وَالمَظالِمِ التي تَتَعَرَّضُ لَها اليَوْمَ الجُغرْافِيَةُ الإِسْلامِيَّةُ وَإِخْوانُنا وَالإنْسانِيَّةُ. فَتَعالَوْا نُوَطِّدْ سَريعاً أُخُوَّتَنا في الإِيمانِ. وَلْنَعْمَلْ ما بِوُسْعِنا مِنْ أَجْلِ التَّخَلُّصِ مِنَ الصُّعوباتِ وَالْآلامِ التي نَعيشُها. تَعالَوْا نَعِشْ دينَنا وَقِيَمَنا، وَلْنُعَلِّمْهُ لِأَجْيالِنا القادِمَةِ.

إِخْوانِيَ الأَفاضِلُ!

حافَظَ شَعْبُنا العَزيزُ وَلا يَزالُ على الرَّوابِطِ المَعْنَوِيَّةِ التي تَرْبِطُهُ بِالقُدْسِ وَالمَسْجِدِ الأَقْصى وَإِخْوانِنا الفِلِسْطِينِيِّينَ المَظْلومينَ. بِهَذا الوَعْيِ نَتَوَجَّهُ إلى اللهِ تَعالى وَنَدْعوهُ في هَذِهِ السَّاعَةِ المُبارَكَةِ مِنْ يَوْمِ الجُمُعَةِ: اللَّهُمَّ اجْعَلْنا مِنَ المُسْلِمينَ المُخْلِصينَ الذينَ يَشْعُرونَ بِآلامِ إِخْوانِنا المَظْلومينَ في العالَمِ، وَيُضَحُّونَ بِجُهودِهِمْ وأَمْوالِهِمْ مِنْ أَجْلِ مُساعَدَتِهِمْ. اللَّهُمَّ لا تَجْعَلْنا مِنَ الظّالِمينَ المُجَرَّدينَ مِنَ الفَراسَةِ وَالبَصيرَةِ وَالوِجْدانِ. اللَّهُمَّ لا تُمَكِّنِ الذينَ يُريدونَ احْتِلالَ القُدْسِ وَالبُلْدانِ الإِسْلامِيَّةِ، وَلا الذينَ يُفْسِدونَ بِاسْمِ الإِصْلاحِ، وَيَقْضونَ عَلى الأَمْنِ وَالسَّلامِ. اللَّهُمَّ تَقَبَّلْ دُعاءَنا بِحُرْمَةِ هَذا اليَوْمِ المُبارَكِ!.



[1] الإسراء، 17/ 1.
[2] مسلم، الحج، 511.  
 
من إعداد المديرية العامة للخدمات الدينية

Our Bleeding Wound: Al-Quds


LOCATION        : NATIONWIDE

DATE                    : 08.12.2017


Our Bleeding Wound: Al-Quds

Blessed Friday to You, Honorable Believers!

Our Lord Almighty enjoins in the verse I have recited: “Limitless in His glory is He who transported His servant by night from the Inviolable House of Worship (at Mecca) to the Remote House of Worship (,at Al-Quds) - the environs of which We had blessed -so that We might show him some of Our symbols: for, verily, He alone is all-hearing, all-seeing.” [1]

Our Prophet (pbuh) says in the hadith I have read: “Do not undertake a journey (for religious devotion) to visit any Mosque, but three: this Mosque of mine, the Mosque of al-Haram and the Mosque of Aqsa.” [2]

Brothers and Sisters!

Al-Quds is the apple of our eyes. Al-Quds is our unceasing longing. Al-Quds is a city where many prophets strived for the cause of tawhid. It is a sacred and blessed city with its name and environs. Al-Quds is Al-Qudsi Ash-Sharif. It is also known as Bayt-al-Maqdis. Many prophets such as Ibrahim, Yaqub, Musa, Sulayman and Isa lived in Al-Quds and its surrounding region, which has been the cradle to many civilizations for thousands of years. The last sacred guest of Al-Quds became our Master Muhammad Mustafa (pbuh) with the event of Isra and Miraj. Moreover, the first kiblah of Islam, Al-Aqsa Mosque, is in Al-Quds.

Al-Quds and Al-Aqsa Mosque are the glad tidings of our Prophet that he entrusted to us. Al-Quds is an honorable city which every believer is attached dearly. Al-Quds is not just a mere piece of land. Al-Quds is not just the cause of those who live around Palestine and Al-Aqsa Mosque, it is a common cause of all Muslims and humanity.

Dear Brothers and Sisters!

Al-Quds found peace with the conquest of Umar. Muslims governed Al-Quds with a fair and just rule for many years. They respected everyone’s life, property and beliefs. In fact, even non-Muslims sought the justice of Islam for the disputes they had amongst themselves. But Al-Quds, Darussalam, the center of peace and tranquility, has been crestfallen for a long time and bleeding for years. Al-Quds is our bleeding wound and unceasing pain today. Al-Quds has suffered from all kinds of attacks and ceased to be the city of peace. Guns keep firing in the city of prophets. Innocent people are being murdered.

Brothers and Sisters!

Those living in and around Al-Quds are exposed to inhuman practices such as oppression, violence and isolation. People’s freedom of life, belief and thought are attempted against without mercy and their identity and character, dignity and honor are targeted. While it was not long ago that believers were kept away from Mosque of Aqsa, today they are trying to invade Al-Quds. A reckless understanding that totally disregards humanity, ancient traditions and international law is now in an effort to make Al-Quds the capital of Israel.

Let it be known that such reckless efforts would turn Al-Quds and its region into a land of conflict and disturbance. Such unacceptable attempts are a great blow dealt to the common sense and conscience of humanity. It is a dangerous step towards destroying peace, order and security.

Dear Believers!

Mankind suffers great pains due to negative developments like violence, oppression, war and migration. In addition to all these, such efforts against Al-Quds, far from foresight and discernment, devoid of mercy and conscience, have disturbed everyone with a common sense. Our task against all these is to never consent to these negative developments. It is to never tolerate what is wrong and unjust, wherever in the world and regardless of their victims.

It is a fact that there are many lessons to be taken from all the disasters, oppression and suffering that our brothers and sisters, the Islamic geography and the humanity are subjected to. Come, let us strengthen our brotherhood of faith with the consciousness of umma as quickly as possible. Let us protect each other's dignity and rights. Let each of us work with all our strength to free ourselves from the difficulties, pains and deprivations that we are in. Let us live our beliefs, our values and teach them to future generations.

Dear Brothers and Sisters!

Our holy nation has never severed and will not severe the ties of affection with Al-Quds, Al-Aqsa Mosque and our oppressed Palestinian brothers and sisters throughout history. With this in our minds, we open our hands to our Lord in this time of Friday and ask: O Allah! Let us be among those Muslims who feel the pain of all their oppressed brothers and sisters in the world and use everything they have to help them, materially and spiritually! Let us not side with those who lack foresight, discernment, conscience and those who oppress!

O Allah! Do not allow those who try to invade Al-Quds and Islamic cities, those who bring disorder and sabotage peace under the guise of improvement! Accept our prayers for the sake of this holy Friday, o Allah!



[1] Al-Isra, 17/1.
[2] Sahih Muslim, The Book of Pilgrimage, 511.
                Written by: General Directorate of Religious Services

5 Aralık 2017 Salı

İSTİKLAL MARŞI


RAMAZAN, ORUÇ, İFTAR, SON RAMAZANIM


ÇANAKKALE


SOEST MİMAR SİNAN MOSCHEE KUTLU DOĞUM 2016, İLAHİ KIRMIZI GÜLLER




ÜÇ AYLAR, RECEP-ŞABAN-RAMAZAN


DİTİB KÖLN CAMİ MOSCHEE İLK TERAVİH

KÖLN MERKEZ CAMİİ MOSCHEE DİTİB

          

SALAVAT, SALAVAT-I ŞERİF


SADECE KUR'AN YETERLİ Mİ, ömer tuğrul dinçer


DİYANET 2017 RAMAZAN ÜZERİNDE HAKKI VAR


DOĞUM GÜNÜ KUTLAMAK, DİYANET DOĞUM GÜNÜ


CAMİYE GİDİYORUM, CAMİYİ SEVİYORUM


4 Aralık 2017 Pazartesi

İnsanın en büyük üç düşmanı; dünya, nefis, şeytan.


İnsanın en büyük üç düşmanı; dünya, nefis, şeytan.

Alimler ve hakimler, ahret saadetine ulaşmak için nefsi hevasından uzaklaştırmak ve şehvetlerine muhalefet ettirmekten başka yol olmadığında ittifak halindedirler. (ihya 3/152)

Kalbin biniti bedeni, azığı iseilimdir. Kalbi azığa ulaştıracak ve ondan istifadeyi mümkün kılacak olan sebebler de iyi amellerdir.

Dünya denmesinin sebebi, iki konaklama yerinin yakını olması yüzündendir. Dünya hidayet menzillerinden bir konaklama yeridir.

Kişi bedenine bakmak ve korumak zorundadır. Bedenin korunması besin vesaire gibi muhtaç olduğu maddeleri ona ulaştırmak ve kendisine zarar veren şeyleri bedenden uzaklaştırmakla mümkündür. Bedenin muhtaç olduğu gıdayı temin için iki askere/kuvvete ihtiyaç vardır. Biri batınidir ki şehvettir. Diğeri zahiridir ki o da el ve ayak gibi gıdayı celbeden azalardır. (ihya 3/14)

Nefis, akıldan yardım ister, gazabın gayreti ile terbiyelenir, gazabı şehvete musallat ederek şehvetle gazaptan karşılıklı yardım görür. Yani bazen şehveti gazabın karşısına çıkarır ve şehvetin karşı koymasıyla gazabın azgınlığını kırmaya, bazende gazabı şehvetin karşısına dikerek şehvetin davranışını takbih edip onu kırmağa çalışırsa o zaman nfsin ahlaki güzelleşir ve kişinin kuvvetleri itidale ulaşır. (ihya 3/16)

İnsan bedeni şehir, onu idare eden akıl hükümdardır. İnsanın azaları muhafız, şehvet ve gazap yüklü nefis ise hükümdarın şehrine saldırıp muhafızları helake uğraşan düşmandır.

Kişinin bedeni hudud şehri, nefsi ise bu şehrin muhafızı. Şayet muhafız düşmana karşı şehri korursa düşmanla çatışıp onu mağlup ederse hükümdarın huzurunda iltifat görür. Şayet nefis, bu serhat şehri kaybederse vazifesini ihmal ederse yerilir ve cezalanır. (ihya 3/17)

Akıl at üzerinde avlana avcı, şehveti biniti, gazabı av köpeği gibidir. Avcı erbab, at emrine muti, köpek terbiyeli olursa avcı avını yakalar. Avcı acemi, atı serkeş, terbiyesiz, köpeğide avdan habersiz olursa helakı hak eder. Avcını beceriksizliği, kişinin cehalet ve dirayetsizliği, atın serkeşliği, şehvetin galayana gelmesi, kalbin sağa-sola lüzumsuz saldırışları, gazabın taşkınlığıve insanı kaplaması gibidir.

müzik, islam da müzik


 

İSLAM DÜNYASINDA MÜZİK

İslam Dünyasında müzik nazariyatına (müzik kuramına) dair ilk eserler 8. yüzyılın sonlarına doğru kaleme alınmaya başlanmışsa da, bu alandaki sistematik çalışmalar 9. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Grek (Antik Yunan) müzik eserlerinin Arapçaya tercümesiyle birlikte İslam Dünyasında ilk defa sesin fiziksel ve matematiksel temelleri incelenmeye başlanmıştır.

M.Ö. 6. yüzyıldan itibaren müzik nazariyatına (müzik kuramına) dair çalışmalar yapan Greklerin bu eserleri İslam dünyasında yazılan ilk müzik nazariyatını büyük ölçüde etkilemiştir.

Grekçeden Arapçaya tercüme edilen eserlerin bazıları: Aristo’nun Problemata ile De Anima; Themistius ile Afrodisyalı Alexandros’un bu iki esere dair şerhleri (açma, açıklama, ayırma, ayrıntılı açıklama), Aristoxenes’in iki eseri, Öklid’e atfedilen iki müzik eseri, Nikomachos’un bir risalesi (kitapçık) ve Batlamyus’un Harmonikası.

Müzikte aralıkların matematiksel değerlerinin bulunması (ses titreşimlerinin sayısı, aralıkların belirlenerek düzenlenmesi) ilk Pythagore ( Pisagor) tarafından kuramlaştırılmıştır. Pek çok bilgin Pythagore’nin (Pisagor’un) çalışmalarına başvurmuştur. Örneğin Platon bu kuramdan yola çıkarak seslerin özelliklerini açıklar. Özellikle İhvan-ı Safa’nın Müzik Risaleleri ile Kindi ve Farabi’de de bu etkileri görebiliriz.

Pythagore ( Pisagor)’ a göre sayıların kendine özgü kimlikleri olup kainatı oluşturan unsurlar arasında düzenli ilişkiler ve belli uyum bulunmaktadır, ve bu uyumu sayılarla ifade edebilmek mümkündür. Ona göre sayılar kainatın birer anahtarıdır.

Sayılar ve gökcisimleri ile müzik eserleri arasında güçlü bağlar kuran İhvan-ı Safa ve Kindi’de Pythagore’nin izleri mevcuttur.

Daha sonra Aristo’nn öğrencisi Aristoxenes (Aristoxenus) sayılara değil duyuma önem vermiş, Ptolemy ve Öklid’in (Euclides) de desteklediği bu görüşün uzantıları Farabi ve İbn Sina’da görülmüş.

Aristoxenes (Aristoxenus)’a göre işitme, zeka ve hafıza müziği anlamada büyük rol oynar ve müziksel duyum, sesler arasındaki aralıkların matematiksel hesaplardan daha önemlidir.

İslam dünyasında müziğe dair yazılmış en önemli eserlerden biri İhvan-ı Safa Risaleleri’dir. 9. yüzyılda derlenen 51 (ellibir) risaleden (kitapçıklardan) 5. (beşincisi) müzik ilmine ayrılmış, sesin özellikleri; müziğin ruha tesiri (etkisi); müzik aralıklarının sayısal ifadeleri; müzik ile kozmos arasındaki güçlü ilişki; duyu organlarının sesi alma keyfiyeti; seslerin uyumu; mizaçlarla sesler arasındaki ilişki; kompozisyona dair kurallar; enstrümanlar; ritim ve ud konuları değerlendirilmiştir.

Arap Rönesansının gerçekleştiği 9. Yüzyılda yaşamış olan ve müzik eserleri bizlere ulaşan ilk düşünür Ya’kub b. İshak el-Kindi (ö. 874)’dir. Bilindiği kadarıyla müziğe dair 10 adet eser yazmıştır.:

1. Kitabü’l – A’zam fi’t Te’lif

2. Risale fi Nisebi’z – Zemaniyye

3. Risale fi Sına’ati’l – Akvali’l – Adediyye

4. Muhtasaru’l – Musika fi Te’lifi n-Nağam ve San’ati’l – Ud

5. Risale fi’l – Medhal ila Sına’ati’l – Musika

6. Risale fi Kısmeti’l – Kanun

7. Risale fi Hubr Sına’ati’t – Telif

8. Kitabü’l – Musavvitati’l Veteriyye min Zati’l – Aşrati’l Evtar

9. Risale fi’l – Luhun ve’n Nağam

10. Risale fi Ecza Hubriyye fi’l – Musika.

Bunlardan altı tanesi kayıp, son dört tanesi günümüze ulaşmış ve üzerlerinde çalışmalar yapılmıştır.

Felsefede Aristo’dan sonra “Muallim - i Sani”, müzik ilminde “Muallim – i Evvel” olarak kabul edilen Ebu Nasr Muhammed b. Tarhan b. Uzluğ el Farabi (ö. 950), müzik nazariyatını Aristo, Themistius ve Öklid gibi ünlü Grek alimlerin Arapça’ya tercüme edilen eserlerinden tanımıştır. Kindi’nin eserlerinden de etkilenen Farabi’nin müzikle ilgili 3 eseri vardır:

1. Kitabü’l-Musika’l-Kebir

2. Kitabü İhsai’l-İkaat

3. Kitab fil-İkaat

Farabi, sadece Grek eserlerini açıklamakla kalmamış eksik bilgileri tamamlamış, hataları düzeltmiştir. Çalgılarla ilgili ayrıntılı bilgiler vermiş ve ses fiziği alanında Grekleri aşarak müzik tarihinde önemli bir yer kazanmıştır.

Farabi, sayıların kendine özgü kimlikleri olup kainatı oluşturan unsurlar arasında düzenli ilişkiler ve belli bir uyum bulunduğunu ileri süren Pythagoras’ın değil, duyuma daha çok önem veren Aristoxenes’in etkisinde kalmıştır.

İbn Sina (980-1037) İslam Dünyasında “Şeyhu’r-Reis” ve Batılı düşünürler tarafından “Filozofların Prensi” olarak anılmıştır. Kendine Farabi’yi hoca olarak rehber edinmiştir. Aristoxenes, Öklid, Ptolemy, Pisagor, Yunus el-Katip, İbnü’l-Müneccim, İshak el-Mevsıli, İhvan-ı Safa, Kindi ve Farabi gibi bilginlerin eser ve görüşlerinden yararlanmıştır.

İbn Sina’nın kısa risaleleri ile birlikte toplam 250 eseri günümüze ulaşmıştır. Bunlardan Danişname-i Alai ve birkaçı Farsça olup diğerleri Arapça’dır. İbn Sina tıp, felsefe, fıkıh, lisan, riyaziyat (matematik), adab, psikoloji vb. alanlarda eserler yazmıştır. Müzikle ilgili eserlerini Isfahan’da (ömrünün son 10-12 yılı) kaleme aldığı düşünülmektedir.

İbn Sina ansiklopedik 3 eserinde müziğe özel bölümler ayırmıştır, bazı eserlerinde de müzik ile ilgili konu başlıkları vererek birtakım değerli bilgiler sunmuştur.

 Kiabü’ş-Şifa’da “Cevamiu İlmi’l-Musika” bölümü

 Kitabü’n-Necat’ta “Muhtasar fi İlmil-Musika” bölümü

 Daniş-name-i Alai’de bir bölüm

 Risale fi’l – Huruf

 Risale fi’n – Nefs

 Risale Fi Beyani Aksami’l-Ulum li Hikemiyye ve’l-Akliyye

 El Kanun fi’t – Tıbb

İsimli eserlerinde müzikle ilgili değerli bilgiler mevcuttur.

İbn Sina’nın Şifa’daki Cevami’nin sonu ve Kitabü’l-Levahik ve el Medhal ila Sına’ati’l – Musika isimli eserleri günümüze ulaşmamıştır.

KUR'AN-I KERiM, öZELLiKLERi, ANA KONULARI


a. Kur’ân-ı Kerim’in temel özellikleri.

1. Allah kelamıdır. (Kelâmullah)

2. Dili Arapçadır. (Yusuf suresi, 2. Ayet)

3. Cebrail vasıtasıyla Hz. Muhammed'e indirilmiştir.

4. Nur dağında, Hira mağarasında indirilmeye başlamıştır.

5. 7. yy.da 610 yılının Ramazan ayında, Kadir gecesi, Peygamberimiz 40 yaşında iken indirilmeye başlamıştır.

6. İlk inen ayet Alâk Suresi 1-5. ayetleridir.

7. 23 sene de peyderpey inmiştir.

8. Tevbe suresi hariç bütün sureleri besmeleyle başlar.

9. Hz. Ebu Bekir zamanında iki kapak arasına alınmıştır.

10. Hz. Osman zamanında çoğaltılmıştır.

11. Hz. Zeyd bin Sabit iki kapak arasına almakla görevlendirildi.

12. Peygamberimizin vefatından 6 ay gibi kısa bir zaman sonra kitap haline getirildi.

13. Kuranı kerimde hakkında en çok ayet inen kavim İsrail oğullarıdır.

14. Kuranı kerimde ismi açık olarak geçen tek sahabe Hz Zeyd’dir

15. Kuranı kerimin mücadele suresinin her ayetinde ALLAH kelimesi vardır.

16. Kuranı kerimde ismi açıkça zikredilmiş kadın Hz Meryem’dir

17. Her Müslüman’ın yatarken okuması tavsiye edilen muavvizeteyn sureleri felak ve nas surelerinden oluşur.

18. Kuranı kerimin son inen ayeti Maide suresinin 3.ayetidir

b. Kur’ân-ı Kerim’in ana konuları.

1. İman:

2. Tevhid: Allah'ın varlığı ve birliği başta olmak üzere sıfatları, isimleri ve yaratıcılığıyla ilgili

ayetler.

3. Nübüvvet: Başta Hz. Muhammed (sav) olmak üzere peygamberler ve peygamberlik,

kitaplar ve melekler ile ilgili ayetler.

4. Ahiret (Kıyamet): Öldükten sonra hayatın varlığı, hesap, mizan.

5. Cennet ve Cehennem (Vaad ve vaid): Allah'ın emirlerine uyan ve yasaklarından

kaçınanların cennetle mükâfatlandırılacağı, Allah'a isyan edenlerin de cehennemle

cezalandırılacağı.

6. İbadetler: Bir müminin yapmakla yükümlü olduğu namaz, oruç, hac, zekât gibi ibadetler.

7. Muamelat (İslam Hukuku): Fert, toplum ve devlet ilişkilerini düzenleyen bir takım

hükümler, hukuk kuralları. Alışveriş, emanet, bağış, vasiyet, miras, aile hayatı, nikâh ve

boşanma gibi temel hükümler.

8. Ukubat (İslam Ceza Hukuku): Toplumun düzenini bozan, temel hak ve hürriyetleri tehdit

eden ve insan haklarını çiğneyen kişilere uygulanacak cezalar.

9. Ahlak: Kişinin her zaman ve zemine uyması gereken; ana-babaya hürmet, insanlara iyi

davranma, haram olan şeyler, kötülükler ve bunlardan kaçınma, doğruluk, merhamet,

sevgi... gibi konular.

10.Nasihat ve tavsiyeler: Allah'ı, ahireti, hesabı unutmama, dünyaya bağlanmama gibi

konulardaki tavsiyeler.

11.İlmi gerçekler ve tefekkür: Aklımızı kullanma, tefekkür etme, kâinatta var olan hakikatleri

araştırma emirleri.

12.Geçmiş milletlerin kıssaları: Eski dönemlerde yaşamış peygamberler, kötülük önderleri ve

değişik toplumlardan bahseden olaylar.

13.Dua ve zikir: Allah'la irtibatı sürekli kılacak dua ve Allah'ı anma ifadeleri.

14.Cihad ve şehadet: Dini ve kutsal olanı korumaya yönelik, sürekli diri ve canlı olmayı,

hazırlıklı olup gerektiğinde Allah yolunda canımızı vermemizi emreden ayetler.

c. Kur’ân-ı Kerim’in temel özellikleri.

Ayet; Kanıt, işaret, anlamlarına gelir. Sureleri oluşturan bir veya bir kaç cümleden oluşan

bölümlere denir. Bir sayfadan oluşan ayetler olabildiği gibi tek bir harften oluşan ayetler de

vardır. Kur'ân-ı Kerim’de toplam 6236 ayet bulunmaktadır

Sure; Kur'ân-ı Kerim’in değişik sayıdaki ayetlerinden oluşan bölümlerine sure denir. Kur'ân-ı

Kerim’de toplam 114 sure bulunmaktadır. En kısa sure üç ayetten oluşan Kevser suresi, en

uzunu sure ise 286 ayetten oluşan Bakara suresidir. Mushaf sırasında ilk sure Fatiha, son sure

ise Nas suresidir. Tevbe suresi dışındaki her bir sure başında Besmele bulunmaktadır.

Mekke’de indirilen surelere “Mekkî”, Medine’de indirilenlere ise “Medenî” sure denir.

Cüz; Kur'an’ın her yirmi sayfasına bir “cüz” denilmektedir ve Kur'ân-ı Kerim’de toplam 30

cüz bulunmaktadır.

Hizb; Bir cüzün beş sahifelik bölümlerine verilen addır.

Mushaf; İki kapak arasına toplanmış sayfalar demektir. Kur'ân-ı Kerim’in isimlerinden

biridir.

Tecvit (tecvîd): Kur'ân-ı Kerim’i en güzel bir biçimde okumakla ilgili kurallar bütününe

denir. Tecvit başlı başına bir ilim haline gelmiştir. Bu ilmin amacı, Kur'an’ı en güzel şekilde

okumayı sağlamaktır.

Mukabele: Karşılıklı okumak anlamına gelir. İlk mukabele Peygamberimiz (s.a.s) ile Cebrail

(a.s.) arasında gerçekleşmiştir. Efendimiz (s.a.s.) ile Cebrail (a.s.) her yıl Ramazan ayında, o

zamana kadar inmiş bulunan Kur'ân-ı Kerim ayetlerini karşılıklı okurlardı.

Hatim: Kur'ân-ı Kerim’i metinden veya ezberden baştan sona okumaktır.

Hafızlık: Kur'ân-ı Kerim’in bütün ayetlerini ezberlemektir. Kur'an’ı ezbere bilen kimselere

“hâfız” denir. Kur'an ayetlerinin ilk indiği günden bu yana her devirde Kur’an’ı ezberleyenler

daima var olmuştur. Böylece onun unutulup kaybolmasının önüne geçilmiştir.

Meal: Meal Kur'an ayetlerinin anlamını aslıyla aynı değil, fakat aslına yakın olarak ifade

etmektir. Kur'ân-ı Kerim’in aslıyla aynısını başka bir dile bütün dilsel özellikleriyle

çevirmeye tercüme denir ki, Kur'an’ın tercümesi mümkün değildir. Bu yüzden Kur’an

tercümesi çalışmalarına meal denir.

Tefsir: Bir manayı açığa çıkarmak, bir şeyi yorumlamak demek olup terim olarak ise;

Sahasında ehliyet ve liyakat sahibi âlimlerin Kur'ân-ı Kerim’i açıklanması ve

yorumlanmasıdır. Tefsir ilmiyle iştigal eden uzmanlara ise Müfessir denir

Mushaf:

Tilavet Secdesi: Kur’an-ı Kerim’de 14 yerde geçer. Farz, vacip ve sünnet olanları vardır. 2.

yazılı için bazı çalışma soruları.

İMAN - İTAAT

İMAN- İTAAT Bizler bazı şeyleri ya yanlış anlıyoruz yada işimize öyle geliyor o şekilde kullanıyor, davranıyor , savunuyoruz. Alla...