SÖMÜRGECİLİK
XIX. yüzyılın ortalarında giderek yaygınlaşan ve XX. yüzyılın başında yeryüzünün birkaç ülkesi hariç tamamını işgal ederek sömürgeleştiren Avrupalı büyük güçler, tarihte en fazla Roma dönemindeki sömürgeci teşkilâtlanma ve askerî güç kullanımı usulünden etkilenmiştir. Romalılar da modern Avrupa sömürgeciliğinde olduğu gibi yerlilerin imkânlarına el koymakla yetinmeyip onlara köle muamelesi yapmıştır.
Avrupa sömürgeciliğinde öne çıkan şey güçlünün oluşturduğu hukukun geçerli olması anlayışı İslâm idarelerinde bunun yanında hukuk gücünün de yer alması ilkesine dönüşmüş ve bu ikisinin birlikte yürütülmesiyle farklı bir adalet anlayışı ortaya çıkmıştır.
Bu anlamda Papa II. Urban’ın çağrısıyla başlatılan Haçlı seferlerinden ilki 1099 yılında Kudüs’ün ele geçirilmesiyle sonuçlandı. Bu seferlerin başarılı olduğu dönemlerde hıristiyan güçleri Güneydoğu Anadolu’dan Suriye ve Lübnan dahil Filistin’e kadar yayılarak İslâm hâkimiyetindeki toprakların belli bir kısmını işgal ettiler.
IX. (XV.) yüzyılın sonlarında yoğunlaşan coğrafî keşifler neticesinde ele geçirilen yerler yüzünden birbiriyle büyük bir rekabete girişen Portekiz ve İspanya arasında papanın da aracılığıyla Tordesillas Antlaşması imzalandı (7 Haziran 1494). Buna göre Batı Afrika açıklarındaki Yeşilburun adasının (Cabo Verde Island) 370 deniz mili batısından geçen bir meridyen çizildi ve Avrupa dışındaki kara parçalarından batı yarımkürede kalanlardan ele geçirilecek olanlar İspanya’ya, doğu yarımkürede kalanlar ise Portekiz’e ait olacaktı. Bu antlaşma modern sömürgecilik yolundaki ilk uluslararası antlaşmadır.
XIX. yüzyılın ortalarında giderek yaygınlaşan ve XX. yüzyılın başında yeryüzünün birkaç ülkesi hariç tamamını işgal ederek sömürgeleştiren Avrupalı büyük güçler, tarihte en fazla Roma dönemindeki sömürgeci teşkilâtlanma ve askerî güç kullanımı usulünden etkilenmiştir. Romalılar da modern Avrupa sömürgeciliğinde olduğu gibi yerlilerin imkânlarına el koymakla yetinmeyip onlara köle muamelesi yapmıştır.
Avrupa sömürgeciliğinde öne çıkan şey güçlünün oluşturduğu hukukun geçerli olması anlayışı İslâm idarelerinde bunun yanında hukuk gücünün de yer alması ilkesine dönüşmüş ve bu ikisinin birlikte yürütülmesiyle farklı bir adalet anlayışı ortaya çıkmıştır.
Bu anlamda Papa II. Urban’ın çağrısıyla başlatılan Haçlı seferlerinden ilki 1099 yılında Kudüs’ün ele geçirilmesiyle sonuçlandı. Bu seferlerin başarılı olduğu dönemlerde hıristiyan güçleri Güneydoğu Anadolu’dan Suriye ve Lübnan dahil Filistin’e kadar yayılarak İslâm hâkimiyetindeki toprakların belli bir kısmını işgal ettiler.
IX. (XV.) yüzyılın sonlarında yoğunlaşan coğrafî keşifler neticesinde ele geçirilen yerler yüzünden birbiriyle büyük bir rekabete girişen Portekiz ve İspanya arasında papanın da aracılığıyla Tordesillas Antlaşması imzalandı (7 Haziran 1494). Buna göre Batı Afrika açıklarındaki Yeşilburun adasının (Cabo Verde Island) 370 deniz mili batısından geçen bir meridyen çizildi ve Avrupa dışındaki kara parçalarından batı yarımkürede kalanlardan ele geçirilecek olanlar İspanya’ya, doğu yarımkürede kalanlar ise Portekiz’e ait olacaktı. Bu antlaşma modern sömürgecilik yolundaki ilk uluslararası antlaşmadır.
. Alman imparatorluk
tacına da sahip olan İspanya Kralı Karlos (V. Karl), Akdeniz havzasını da
idaresine almak istiyordu. Nitekim Fas’tan başlayarak 1510 yılına kadar geçen
sürede bugünkü Libya’nın başşehri Trablusgarp dahil bölgedeki bütün mahallî
müslüman idarelerine son verdi veya kendisine tâbi kıldı, yerleşim yerlerinin
tamamına yakını tahrip edildi. Benzeri istilâ ve yıkım hareketlerini Portekiz
de 1505’te Mozambik’te başlattı.
1517 yılında Cidde önüne kadar ulaşan
donanmasıyla Hint Okyanusu sahillerinde ve Kızıldeniz çevresinde müslümanların
hâkimiyetinde bulunan kırk civarındaki şehir devletini yakıp yıktı ve müslüman
ahalinin çoğunu katletti. Dönemin iki güçlü İslâm devletinden biri olan
Memlükler, Hint Okyanusu ve Kızıldeniz havzasında Portekizliler’e engel
olamadılar ve yenik düştüler. Daha ziyade Avrupa’da hıristiyan güçleriyle
mücadele eden Osmanlı Devleti, Afrikalı müslümanların yardım taleplerine cevap
vererek 1516 yılından 1574 yılında Tunus’un kesin biçimde Osmanlı idaresine
alındığı döneme kadar Kuzey Afrika bölgesini İspanyol istilâsından ve buna
dayalı sömürgeleştirilme tehlikesinden kurtardı. Yine Cidde önüne gelen
Portekiz donanması, 1517’de Kahire’deki Memlük hâkimiyetine son veren Yavuz
Sultan Selim’in gönderdiği bir donanmayla Kızıldeniz havzasından Hint
Okyanusu’na püskürtüldü. Burada Pîrî Reis’in kumandasında Hint Kaptanlığı
adıyla bir deniz gücü kurularak Basra körfezi, Arap yarımadası ve Kenya’ya
kadar uzanan Doğu Afrika sahillerindeki müslüman idareleri Portekiz
istilâsından kurtarılarak uzun müddet sömürgeleştirilmeleri engellendi. XVI.
yüzyılın başından itibaren yaşanan bu süreçte Osmanlı Devleti, Afrika kıtasının
batı sahilleri hariç büyük bir kısmını, Arap yarımadasının Yemen dahil tamamına
yakınını sömürgeci girişimlere karşı muhafaza altına aldı ve bu durum XIX.
yüzyılın ikinci yarısına kadar devam etti. Bunun dışında Hindistan ve Açe dahil
Endonezya’daki müslümanlara da yardım eli uzatılarak sömürgeci Portekiz ve
Hollanda donanmalarının onlara daha fazla zarar vermelerinin önüne geçildi.
Yeni sömürgelerde büyük ölçüde yok edilen insan gücünün yerine geçmek üzere Osmanlı Devleti’nin hâkimiyet ve nüfuz alanı dışında kalan Batı ve Güney Afrika sahillerinden XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar devam eden dört asırlık zaman içinde başta Portekizliler olmak üzere İspanyollar, Hollandalılar, Fransızlar, İngilizler ve diğer Avrupa devletlerine mensup tüccarlar tarafından 100 milyon civarında insan köleleştirilip götürüldü.
Sömürgecilerin en önemli faaliyetlerinden biri, Hıristiyanlığı sömürülen ülkelerin yerlilerine kabul ettirmeleridir. Amerika’da XVI. yüzyıl öncesinde hiç hıristiyan nüfus yokken bugün 1 milyara yaklaşan nüfusuyla kıtada yaşayanların tamamına yakınını hıristiyanlar oluşturmaktadır. Yine 1900’lerin başında Afrika kıtasında toplam 10 milyon civarında tahmin edilen hıristiyanların sayısı bugün 1 milyarı aşmakta olan nüfus içinde 350 milyon civarındadır. Asya’da yine misyonerlik faaliyetleri neticesinde hıristiyan olanların sayısı 300 milyondan fazladır.
Yeni sömürgelerde büyük ölçüde yok edilen insan gücünün yerine geçmek üzere Osmanlı Devleti’nin hâkimiyet ve nüfuz alanı dışında kalan Batı ve Güney Afrika sahillerinden XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar devam eden dört asırlık zaman içinde başta Portekizliler olmak üzere İspanyollar, Hollandalılar, Fransızlar, İngilizler ve diğer Avrupa devletlerine mensup tüccarlar tarafından 100 milyon civarında insan köleleştirilip götürüldü.
Sömürgecilerin en önemli faaliyetlerinden biri, Hıristiyanlığı sömürülen ülkelerin yerlilerine kabul ettirmeleridir. Amerika’da XVI. yüzyıl öncesinde hiç hıristiyan nüfus yokken bugün 1 milyara yaklaşan nüfusuyla kıtada yaşayanların tamamına yakınını hıristiyanlar oluşturmaktadır. Yine 1900’lerin başında Afrika kıtasında toplam 10 milyon civarında tahmin edilen hıristiyanların sayısı bugün 1 milyarı aşmakta olan nüfus içinde 350 milyon civarındadır. Asya’da yine misyonerlik faaliyetleri neticesinde hıristiyan olanların sayısı 300 milyondan fazladır.
XV. yüzyılda başlayıp XX. yüzyılın
ikinci yarısında sona eren modern Avrupa sömürgeciliği dört aşamalı bir süreç
takip etmiştir. Bunlardan birincisi 1763 Paris Antlaşması’na kadar devam
ederken ikinci dönem 1875 yılına, üçüncü dönem I. Dünya Savaşı’nın başladığı
1914 yılına ve sonuncusu II. Dünya Savaşı’nın bittiği 1945 yılına kadar sürdü.
Bundan sonrası 1970’li yılların ortalarına kadar bütün sömürgelerin
bağımsızlıklarını elde ettikleri dönem olarak kabul edilmektedir.
XIX. yüzyılın başlarından itibaren Alman sömürgeciliğinin fikir babaları, sömürgeciliği refah kaynağı ve artan nüfusun başka yerlere dağıtılması için önemli bir fırsat olarak görmekteydi. Böylece Almanya, Güneybatı Afrika’da bugünkü Namibya’yı, Doğu Afrika’da Zengibar Sultanlığı’nın hâkimiyetinde olan Tanzanya ve çevresini, Batı Afrika’da Togo ve Kamerun’u, Okyanusya bölgesinde kısmen de olsa Yeni Gine’yi sömürgeleştirdi.
XIX. yüzyılın başlarından itibaren Alman sömürgeciliğinin fikir babaları, sömürgeciliği refah kaynağı ve artan nüfusun başka yerlere dağıtılması için önemli bir fırsat olarak görmekteydi. Böylece Almanya, Güneybatı Afrika’da bugünkü Namibya’yı, Doğu Afrika’da Zengibar Sultanlığı’nın hâkimiyetinde olan Tanzanya ve çevresini, Batı Afrika’da Togo ve Kamerun’u, Okyanusya bölgesinde kısmen de olsa Yeni Gine’yi sömürgeleştirdi.
Ancak uzak yerlerdeki yerleşimlerin
bir iki nesil içinde Almanlık’tan uzaklaşılmasına yol açtığı gerçeğinden
hareketle bilhassa asrın son çeyreğine doğru ekonomik bir değer arzeden başlıca
parçaları çoktan paylaşılmış olan dünyada kendilerine pek de yer kalmadığını
görerek gözlerini coğrafyalarının uzantısında yer alan Osmanlı Devleti’nin
zengin ve bâkir topraklarına diktiler (Drang nach Osten politikası).
Almanya’dan sonra Avrupalı devletler içinde sömürgecilik faaliyetlerine en son katılan devletler arasında Belçika ve İtalya gelmektedir. Sömürgeci devletler Afrika’yı paylaşmak, sömürge meselelerini modern hukuk kurallarına bağlamak ve aralarındaki sürtüşmeleri ortadan kaldırmak amacıyla Almanya’da bir araya gelerek bir antlaşma imzaladılar (Kasım 1884).
Anavatanlardan sömürgelere yapılan gönüllü göçler, köleleştirilerek Afrika’dan Amerika’ya 100 milyona yakın insanın taşınması, bir sömürgeden diğerine göçlerin yaptırılması,
Almanya’dan sonra Avrupalı devletler içinde sömürgecilik faaliyetlerine en son katılan devletler arasında Belçika ve İtalya gelmektedir. Sömürgeci devletler Afrika’yı paylaşmak, sömürge meselelerini modern hukuk kurallarına bağlamak ve aralarındaki sürtüşmeleri ortadan kaldırmak amacıyla Almanya’da bir araya gelerek bir antlaşma imzaladılar (Kasım 1884).
Anavatanlardan sömürgelere yapılan gönüllü göçler, köleleştirilerek Afrika’dan Amerika’ya 100 milyona yakın insanın taşınması, bir sömürgeden diğerine göçlerin yaptırılması,
Avrupa ve özellikle
İngiltere’den gelen çok sayıda insanın yerleştiği ülkelerde yerli halklar imha
edildi.
Avrupalılar tarafından geliştirilen sömürgeci sistemde kurulan yeni şehirler, yapılan kara ve demir yolları, inşa edilen limanlar, hastahaneler ve okullar tamamıyla oralarda bulunan sömürgeciler için olup bunlardan yerliler hiçbir şekilde istifade edemiyordu. Avrupa’dan gelenlerle yerlilere bulaşan hastalıklar büyük kitlelerin ölümüne sebep olunca mecburen yerlileri de tedavi etmeye başladılar. Eğitim konusunda sadece kendilerine yardımcı olabilecek kimselere belli seviyeye kadar eğitim verdiler. Öyle ki Afrika sömürgelerinde geleneksel eğitim kurumları yok edilip yerlerine açılan okullarda en çok orta eğitim seviyesinde eğitim verildiği için kıtanın tamamında üniversite mezunu olanların sayısı 1950’li yıllarda bile birkaç yüz kişiyi geçmiyordu.
Avrupalılar tarafından geliştirilen sömürgeci sistemde kurulan yeni şehirler, yapılan kara ve demir yolları, inşa edilen limanlar, hastahaneler ve okullar tamamıyla oralarda bulunan sömürgeciler için olup bunlardan yerliler hiçbir şekilde istifade edemiyordu. Avrupa’dan gelenlerle yerlilere bulaşan hastalıklar büyük kitlelerin ölümüne sebep olunca mecburen yerlileri de tedavi etmeye başladılar. Eğitim konusunda sadece kendilerine yardımcı olabilecek kimselere belli seviyeye kadar eğitim verdiler. Öyle ki Afrika sömürgelerinde geleneksel eğitim kurumları yok edilip yerlerine açılan okullarda en çok orta eğitim seviyesinde eğitim verildiği için kıtanın tamamında üniversite mezunu olanların sayısı 1950’li yıllarda bile birkaç yüz kişiyi geçmiyordu.
Afrika’da Togo,
Kamerun ve Güneybatı Afrika’ya yerleşildi. Özellikle denizlerde büyük bir
üstünlük kazanıldı.
Ülkesini hızla
sanayileştiren II. Wilhelm, Alman yayılma alanı olarak Osmanlı Devleti’ni ve
Anadolu’yu görüyordu. Hızlı bir gelişme içerisinde bulunan Alman sanayiine ham
madde temin etmek ve yeni pazarlar bulmak için henüz sömürgeleştirilmemiş
zengin ham madde ve kalabalık bir nüfusa sahip Osmanlı Devleti en uygun bir
ülke idi.
Berlin
Konferansı’ndan sonra Osmanlı Devleti üzerinde giderek ağırlığını hissettiren
Almanya’dan askerî ve mülkî memurlar getirilerek Osmanlı ordusunda ve
yönetiminde ıslahat teşebbüsleri çerçevesinde istihdam edildi. İlki 1883’te
Türkiye’ye gelen Alman görevlilerin sayısı her geçen gün artarak 1919’da
ülkelerine döndüklerinde 25.000’e ulaşmıştır. Bismarck zamanında Alman-Rus
ilişkilerinin gölgesinde kalan Osmanlı-Alman ilişkileri, II. Wilhelm’le
birlikte hızla gelişti. 1889’da II. Wilhelm’in İstanbul’u ziyareti, ilişkilerin
gelişmesi yönünde etkili oldu. Osmanlı ordusunda istihdam edilen Alman
subayları, ordunun Alman silâhlarıyla donatılması için Krupp, Mauser ve Löwe
gibi fabrikalara çok miktarda silâh siparişinin yapılmasını sağladılar.
Özellikle Cormer von der Goltz Paşa silah siparişleri konusunda çok etkili
oldu.
Osmanlı-Alman
ticaretinin gelişmesi, iki ülke arasında doğrudan taşımacılık yapacak Deutsche
Levante Linie (1889), Export-Verband (1890), Deutsche-Orientalische
Exportgesellschaft (1899) ve Deutsche Palaestina Bank (1899) gibi şirketlerin
kurulması ile sağlandı. Alman hükümeti ve ticaret çevrelerinin desteğini
kazanan bu şirketler kısa zamanda faaliyetlerini geniş bir alana yaydılar ve
Yakındoğu’da pek çok limana doğrudan seferler düzenlediler. Hamburg üzerinden
Osmanlı Devleti’ne yapılan ithâlat ve ihracatta önemli artışlar sağlandı.
Osmanlı Devleti’nin ithal ettiği mallar arasında, Anadolu demiryollarının inşa
ve işletme imtiyazını alan Deutsche Bank’ın demiryolu inşaat malzemesi ile
silâh önemli yer tutuyordu
4 Ekim 1888’de
imzalanan imtiyaz sözleşmesiyle Deutsche Bank, işletmeye açılmış bulunan
Haydarpaşa-İzmit hattının işletme hakkını, Eskişehir üzerinden Ankara’ya
ulaşacak İzmit-Ankara hattının inşa ve işletme imtiyazını, Bursa ve Kütahya yan
hatlarının inşa hakkını, Haydarpaşa-Ankara hattı boyunca 20 km. enindeki bir
şerit dahilinde kalan toprak altı zenginliklerin çıkarılması ve orman kesme
imtiyazlarını elde etti. Bu tarihten itibaren Alman emperyalizminin ve sömürge
politikasının Anadolu’da ve Yakındoğu’daki uygulama aracı, Alman yönetiminin
tamamen desteklediği Deutsche Bank oldu.
5 Mart 1903 tarihinde
imzalanan Bağdat Demiryolu Antlaşması ile Almanya’nın Ankara’dan
Bağdat-Basra’ya kadar uzanacak bir demiryolunun inşa ve işletme imtiyazını
alması, milletlerarası sistem içerisinde İngiltere ile ciddi bir bunalıma yol
açtı.
1890’da kurulan
Alldeutsche Verband (Pancermen Birliği) taraftarları Türkiye’yi kendi hayat
sahalarında görüyor ve Anadolu’ya Alman göçmenlerinin yerleştirilmesini
savunuyorlardı. Bu yıllarda Almanya’da hızla artan nüfusun Anadolu ve
Mezopotamya’ya yerleştirilerek koloniler kurulması ve bu yolla Osmanlı
Devleti’nin sömürgeleştirilmesi amacına yönelik faaliyetler Almanya’nın
emperyalist ve sömürgeci politikalarını ortaya koyuyordu. Kısa zamanda
Filistin, vakıflar, okullar, yardım dernekleri, tarım kooperatifleri ve
kolonilerle Almanlar’ın hâkim oldukları bir ülke haline geldi. XIX. yüzyılın
sonlarında Filistin’deki Alman kolonilerinin sayısı otuz ikiye yükselmiştir.
Buraya yerleşenlerin çoğunun Alman yahudisi olmaları, XX. yüzyılda Filistin
meselesinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder