MESNEVİ'DEN
Hz. Mevlânâ, bu hikâyesinde Hz. Ömer zamanında yaşamış olan bir çalgıcıdan bahseder. Bu çalgıcı gerek sesi gerekse çalgısı ile canlı, cansız bütün varlıkları mest edecek kadar güzel söyler ve çalar, sayısız nimetlere kavuşur, şöhretin zirvesine varır. Yıllar bu şekil geçer gider. Ve ihtiyarlık gelip çatar. Sesi gider, çalamaz ve de para kazanamaz hale düşer. Artık çalacak hiçbir kapısı kalmaz, hiç kimse dönüp yüzüne bakmaz. Bu durum karşısında aklı başına gelir ve kendisine çeşitli vesilelerle sayısız rızıklar veren yaratanı aklına gelir. Bu seferde, O’na çalmaya, bu çalmanın neticesinde O’ndan ücret almaya karar verir. Bir mezarlığa varır, orada bihayli çalar, çaldıkça içten içe ağlar, nihayetinde uyuklaya kalır.
Bülbül, onun sesinden kendini kaybeder; bir namesini dinleyenlerin şevki, yüz misli artardı
Meclisleri, cemiyetleri, onun nağmeleri süsler; onun sesinden kıyametler kopardı
Sesi, İsrafil gibi mucizeler gösterir, ölülerin bedenlerine can bağışlardı
Yahut İsrafil’e yardım ederdi; onun nağmelerini dinleyen fil bile kanatlanırdı.[1]
Fakat zaman geçip ihtiyarlayınca evvelce doğan kuşu gibi olan canı, âcizlikten sinek avlamaya başladı
Sırtı, küp sırtı gibi eğrildi, kamburlaştı. Gözlerini üstünde kaşlar, âdeta eyer kuskununa döndü
Onun cana can katan lâtif sesi fena, iğrenç, çirkin yürek tırmalayıcı bir hale geldi.[2]
Dedi ki: “Allah’ım, bana çok ömür ve mühlet verdin, hakîr bir kişiye karşı lûtuflarda bulundun
Yetmiş yıldır isyan edip durdum. Benden bir gün bile ihsanını kesmedin.
Bugün kazanç yok, senin konuğunum. Çengi sana çalacağım, gayrı seninim”
Çengi omuzlayıp Allah aramaya yola düştü; ah ederek Medine Mezarlığına doğru yollandı
“Allah’tan kiriş parası isteyeceğim. Çünkü o, kendisine karşı halis olan kalblere kerem ve ihsanıyla eder” dedi
Bir hayli çenk çalıp ağladı ve başını yere koydu, çengi yastık yaptı bir mezara yaslandı.[3]
Cenâb-ı Hakk, Hz. Ömer’e ilham ederek, para almasını ve o adama vermesini emreder. Hz. Ömer, uykusundan heyecanla uyanır, parayı alarak adamı mezarlıkta aramaya başlar. Ama bütün aramalarına rağmen, o çalgıcıdan başka kimseyi bulamaz, nihayet onun yanına varır. Adam, Hz. Ömer’i görünce korkar, kaçıp, uzaklaşmaya yeltenir. Ama ona Allah’ın selamını ve para getirdiğini söyleyince adam kendisini yerden yere vurur. Ağlamaya, feryâd-ı figân etmeye, üstünü başını yırtmaya başlar. Bir hayli ağladıktan sonra çaldığı çengisini alıp paramparça eder. Çünkü o, Rabbi ile arasında bir engel, perde olmuş, O’na giden yolda önüne set teşkil etmişti. Bu şekil bir ömür Hak’tan uzak kalmasına sebep olmuştu. Ama bütün bunlara rağmen Cenâb-ı Hakk, onun bir gün bile rızkını kesmemiş, sağlık sıhhat vermişti. Ki O’nun verdiği bir nefesin kıymetini dâhi dille ifade edebilmek mümkün değildir.[4]
O sırada Hak, Ömer’e bir uyku verdi ki kendini uykudan alamadı.[5]
Ömer’e yine ses geldi. “Ey Ömer, kulumuzu ihtiyaçtan” kurtar
Has, muhterem bir kulumuz var; mezarlığa kadar gitmek zahmetini ihtiyar et
Ey Ömer kalk. Beytülmâlden yedi yüz dinar al, hepsini onun avucuna say
O parayı huzuruna götürüp “Ey makbulümüz olan! Şimdilik bu kadarcığı al ve bizi mazur gör
Bu kadarcık para sana ancak ibrişim (kirşi) parasıdır. Harcet, bitince yine buraya gel” de.[6]
Allah sana selâm söylüyor, halini, hatırını soruyor. Hadsiz hesapsız zahmetlerden, kederlerden ne haldesin? Buyuruyor
Şimdilik şu birkaç dinarı ibrişim parası olarak al, harca da bitince yine buraya gel
İhtiyâr, bunu işitince kendini yerden yere vurup ellerini ısırmağa, elbisesini yırtmaya başladı
“Ey naziri olmayan Allah! Ziyade utancından zavallı ihtiyar su kesildi” diye bağırmağa koyuldu
Bir hayli ağlayıp eleme düştü. Nihayet çengi yere çalıp paramparça etti.
Dedi ki: “Ey benimle Rabbimin arasında perde olan, ey beni ona yoldan azdırıp sapıtan
Ey yetmiş yıldır kanımı emen, kemal sahibine karşı yüzümü kara eden
İhsan ve vefa sahibi Allah, cefalarla, suçlarla, geçen ömrüme sen acı
Allah, bana öyle bir ömür verdi ki o ömrün bir gününün kıymetini bile cihanda kimse bilemez
Bense bütün o ömrü, her nefeste zir ve bem perdelerine harç ederek yele verdim.[7]
Faruk, sırlara ayna olunca ihtiyar çalgıcının canı da cisminde uyandı
Artık can gibi, ağlamadan gülmeden kurtuldu. Canı gitti, bambaşka bir canla dirildi
O zaman gönlüne öyle bir hayret geldi ki yerden de dışarıda kaldı, göktende (bütün âlemi unuttu).[8]
Halden de öte, kaalden de ileri şöyle bir hâale, öyle bir kale erişti; ululuk sahibi Allah’ın cemaline dalıp kaldı.[9]
İhtiyar, eteğini dedikodudan silkti; ona ait bizim ağzımızdan ancak yarım bir söz kaldı
Burada olduğu gibi kendisini bir ömür nefsin arzu, istek, lezzet ve hazları peşinde koşturan, onun sıfatlarıyla sıfatlanan, bir gün bile oturup kendisine sayısız nimetler veren Cenâb-ı Hakk’ı düşünmeyen, O’na hamd, şükür, ibadet, taat aklına gelmeyen kişi! Sen ne kadar kötü olursan ol, bütün samimiyetinle, bütün benliğin ile Cenâb-ı Hakk’a yönelirsen, kendini onda yok etmeye karar verir, nefsin esaretinden kendini kurtarıp, onun senin ömrünü nasıl harap ettiğini görürde içten içe feryad-ı figan ile dökülen gözyaşlarıyla Hakk’ın kapısına varırda nefsin ve şeytanın bile yapmandan korkacağı bir ahh çekip bütün perdeleri yırtıp, geçebilir, birde Hz. Ömer gibi bir mürşid-i kâmil bulup ona teslim olabilirsen, Mevlâ senin geçmişine bakmayacak, yine sana rahmetiyle muamele edecek, sana tatmadığın nice güzellikleri tattıracaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder