14 Haziran 2017 Çarşamba

YUNUS EMRE

YUNUS EMRE
YUNUS EMRE
Hayatı
Yunus Emre’nin doğum tarihiyle ilgili bilgiler farklılık göstermekle birlikte, Adnan Erzi’nin Bayezid Devlet Kütüphanesi’ndeki bir yazmaya dayanarak yayınladığı belge, bizi en azından Yunus’un doğumuyla ilgili yorum ve tahminlerden kurtarmıştır. Yazmadaki kayıt şudur: “Vefât-ı Yûnus Emre: Müddet-i ömr 82, sene 720”. Bu belgeye göre Yunus Emre, 1240-41 yılında doğmuş ve 82 yıl ömür sürmüştür. Hicrî tarihten gelen iki artık yılı çıkarırsak Yunus’un 1320-21 yılında vefat ettiği ileri sürülebilir. Belgedeki tarih aralığının Yunus’un hayat seyriyle çok isabetli bir şekilde örtüşmesi, doğruluğunu kuvvetlendirmektedir.

Yunus Emre’nin hayatıyla ilgili kendi kaleminden çıkan yegane kayıt, Risâletü’n Nushiyye adlı mesnevîsinde yazım yılının zikredildiği şu beyittir:

Söze târîh yidi yüz yidiyidi

Yûnus cânı bu yolda fidiyidi
Beyitten anlaşıldığına göre eser, H. 707/M. 1307-8 yılında tamamlanmıştır. Belgedeki tarihle eserdeki tarihi karşılaştırdığımızda Yunus’un bu eseri, ölümünden 13 yıl önce nazma çektiği bilgisine ulaşılmaktadır. Bu da demektir ki Yunus bu eseri, 67 yaşın olgunluğuyla kaleme almıştır. 12



Yunus’un nerede doğduğu meselesi, doğum tarihiyle ilgili bilgilerden daha karmaşıktır. Bunun nedeni, hakkında bilgi veren kaynakların ölümünden en az iki asır sonra 16. yüzyılda yazılmış olmalarıdır. Bektaşi Velayetnamesi onun Sivrihisar'a bağlı Sarıköy’de doğduğunu kaydeder. Diğer kaynaklardan Şakâyık ve Âşık Çelebi, Bolu civarında oturduğunu, Lâmiî ise Kütahya Suyu’nun Sakarya’ya karıştığı bir yerde yattığını bildirir. İbrahim Hakkı Konyalı ve Kamil Kepçecioğlu ise yayınladıkları belgelere dayanarak Yunus’un Karamanlı olabileceğini ileri sürmüşlerdir. Doğan Kaya’nın Velayetnâme’de sözü geçen Sivrihisar ve Sarıköy’ün Aksaray Ortaköy’e bağlı yerler olduğunu iddia eden makalesi de kayda değerdir. Elimizdeki bilgilere göre şimdilik en kuvvetli ihtimal Yunus’un Karaman yahut Sivrihisarlı olduğudur.

Bektaşi Velayetnâmesi ve Divan’ındaki bazı verilere göre Yunus ekincilikle geçinen yoksul bir köylüdür. Köyünde evlenip çoluk çocuğa karışmış, hatta iki evlilik yapmıştır. Ancak Yunus’un iki evlilik yaptığına tanık gösterilen beyit, kanaatimizce böyle bir anlam içermemektedir.

Yunus’un ürün alamadığı bir kuraklık yılı, onun hayatının seyrini tamamen değiştirecek bir olaylar zincirini harekete geçirir.
Yunus bu kuraklık yılında, öküzünün sırtına bir heybe atarak, kuraklıktan etkilenenlere geçimlik buğday veren Hacı Bektaş dergâhının yolunu tutar. Dergâha eli boş varmamak için, yol boyu alıç toplayarak dergâha iletir. Dergâhta birkaç gün dinlendikten sonra, memleketine dönmeye karar verir. Ancak Yunus Emre’deki cevheri gönül gözüyle gören Hacı Bektaş, ona bir derviş göndererek “Buğday mı verelim, nefes mi?” diye sordurur, sorunun sırrından gafil olan Yunus; “Nefesi ne yapayım, bana buğday gerek” der. Dervişin bu cevabı getirmesi üzerine Hacı Bektaş; “Her çekirdek başına 13



on nefes verelim!” diye yeni bir teklif iletir. Yunus; “Çoluk çocuğum var, bana buğday gerek!” diyerek kararından vazgeçmez. Bunun üzerine buğdayı alıp yola düşen Yunus, köyün çıkışında gaflet uykusundan uyanır ve hemen tekkeye dönerek buğdayı indirir ve karşılayan dervişe, “Erenler, himmet ettiği nasibi versin, buğday gerekmez bana!” der. Durum Hacı Bektaş’a bildirilince “O kilidin anahtarını Tapduk Emre’ye sunduk, gitsin nasibini ondan alsın!” cevabını verir. Bu cevap üzerine Yunus, Tapduk Emre dergâhına giderek olan biteni anlatır. Tapduk Emre; “Hâlin bize malum oldu” der ve yol haritasını çizer: “ Hizmet et, emek ver, nasibini al!”

Yunus, dergâhın oduncusu olarak görevlendirilir. Tam kırk yıl boyunca bu görevde kalır. Ancak bu sürede dergâha ne yaş ne de eğri odun getirir. Neden böyle yaptığını soranlara, “Erenler meydanına hiçbir eğri yakışmaz!” cevabını verir. Ancak kırk yılın sonunda kendine manevi âlemden bir şey açılmadığını sanarak tekkeyi terk edip dağlara gider. Bir gün bir mağarada yedi ere rastlayarak onlarla arkadaş olur. Bu mağara dostları, geçimlerini her gece birinin dua ederek sofra indirmesiyle sağlarlar. Sıra Yunus’a gelir. Yunus, “Ya Rabbi, onların dua ettikleri zatın yüzü suyu hürmetine beni utandırma!” diye dua edince o gece iki sofra birden iner. Arkadaşları: “Kimin yüzü suyu hürmetine dua ettin?” diye sorarlar. Yunus: “Önce siz söyleyin, sonra ben!” der. Onlar da duayı, Tapduk Emre’nin kapısında kırk yıl hizmet eden erin hürmetine yaptıklarını söyleyince Yunus, hemen dergaha dönerek şeyhinin hanımı Ana Bacı’ya sığınıp af diler.
Ana Bacı Yunus’u affeder ve şeyhin affetmesi için de şöyle bir çözüm şekli üretir: Yunus sabah namazı vakti, kapı eşiğine yatacak, Ana Bacı, gözleri görmeyen şeyhi abdest almaya götürürken ayakları Yunus’a takılacak, Şeyh, "bu kim?" diyecek, Ana Bacı da “Yunus” diye cevaplayacak, 14



şeyh “Bizim Yunus mu?” derse, Yunus, ayağına kapanıp af dileyecek. Ana Bacı’nın planı öngördüğü gibi işler ve Yunus bu maceradan “Bizim Yunus” payesiyle çıkar.

Yunus’un, Bizim Yunusluk döneminde gerçekleşen bir olay onun dil kilidinin kırılmasıyla sonuçlanır. Bir gün Tapduk Emre dergahına Anadolu erenleri gelir. Onların şerefine bir meclis kurulur, bu mecliste şevke gelen Tapduk Emre bu şevk hâllerini dile getirmekle görevli Yunus-ı Gûyende’ye “söyle!” der, lakin bu derviş buyruk üç kez geldiği hâlde söyleyemez. Bunun üzerine şeyh, Bizim Yunus’a dönerek: “Vakit tamam oldu, kilidini açtık, nasibini aldın, sen söyle!” der. O an, Yunus’un gönül gözü açılıp içindeki şevk denizi coşar ve dinleyenleri hayran eden mana incileri saçar. Onun bu can sohbetinde söyledikleri, ziyan olmasın diye dervişlerce kaleme alınır ve ortaya seçkin bir divan çıkar.

Velayetname, Aziz Mahmud Hüdayi ve Vahib Ümmi’den derlenen bu menkıbeler, Yunus’un müritlik hayatının kırk yıl sürdüğünü, onun bu kırk yıl süresinde tarikatın bütün aşamalarını tamamladığını işaret etmektedir. Yunus Divan’ı da bu süreç içerisinde teşekkül etmiş olmalıdır. Onun meclislerde söylediği nutuk, nefes, hikmet, ilahi ve şathiyelerin katip dervişlerce kayıt altına alındığı anlaşılmaktadır.
Yunus’un dergaha geliş yaşını 25-27 yaş arası tahmin edersek onun 65-67 yaşlarında icazet alarak kendi dergahını kurduğunu varsayabiliriz. Peki Yunus Emre, Tapduk Dergahında geçirdiği bu kırk yılda başka hiçbir şey yapmadı mı? Yunus’un Divan’ına bakarsak onun gezgin bir dervişlik hayatı yaşadığını görürüz. Bu durumda Yunus Emre’nin Tapduk’un izniyle iki amaçla gezen bir derviş olduğunu ileri sürebiliriz. İlki, tarikatta bir usul olan dervişlerin bilgi ve görgülerini artırmak amacıyla diğer dergahlara giderek o dergahların şeyhlerine hizmet etmeleri, ikincisi çok iyi 15



yetişmiş bir derviş olan Yunus’un her gittiği yere Tapduk’un öğretilerini götürüp yaymasıdır. Bizce Yunus, bu anlamda özel görevi olan nitelikli bir derviştir.

Dergah ve tekkeler hem şeriat hem de tarikat bilgilerini veren yani medreseyle tekkeyi birleştiren kurumlardır. Yunus’un böyle bir kurumda bu bilgilerle donanıp aynı zamanda Arapça ve Farsçayı okuyup anlayacak düzeyde öğrendiğine kuşku yoktur. Zaten Yunus Farsça bilmese, bizce staj için gittiği ilk dergah olan Mevlâna dergahında nasıl kalabilirdi? Zira bu dergahta Farsça konuşuluyordu. Bırakalım konuşmayı Yunus bu dergahta hem Mevlâna’nın nazar himmetini almış, hem de meclisinde bulunacak kadar özel bir konuma yükselmiştir. Hatta “Yunus eydür Mevlâna ebsem otur yerinde/ Bu sohbete döymeyen sonra savaşgan olur” beytine bakılırsa bazı hususlarda Mevlâna ile münazara yapacak kadar yüksek düzeyde bir Farsçası vardı. Bu durumda Yunus’un ümmi olduğuna dair beyitlerini, hazreti peygambere olan saygı ve sevgisinin bir nişanesi saymalıdır.

Yunus’un iki amaç doğrultusunda gezen bir derviş olduğunu söylemiştik. Bu amaçla o, erden ere ve ilden ile gezmiştir. Yunus’un bu seyahatlerde hizmet edip himmet aldığı erlerden ilki Mevlânadır. Ardından Geyikli Baba ile Seydi Balum’un nazar ve sohbetlerinden nasiplenmiştir. Yunus’un bu er ve illere olan seyahat noktalarının Tapduk dergahı tarafından belirlendiğine kuşku yoktur. Bu bağlamda Yunus, Anadolu’dan Şam’a geçmiş, Bağdad’ı görmüş, Kayseri, Sivas, Maraş hattından Şiraz’a geçmiş, oradan yukarıya hareket ederek, Nahçivan üzerinden Yukarı Eller’e geçip muhtemelen ön Kafkasları da görmüştür. Bu seyahatlerinde aynı zamanda “halka Tapduk manisin” saçarak seyahatin maksadı olan görevini de yerine getirmiştir.
Yunus bu seyahatten döndüğünde muhtemelen Tapduk 16



Dergahındaki hizmetini tamamlayarak kendi dergahını kurmakla görevlendirilmiştir. Bu sırada 65-67 yaşlarında olduğunu tahmin etmekteyiz. Yunus Sarıköy’de dergahını kurunca ilk işi müritlerini üzerinden eğiteceği bir risale yazmak olmuştur. Bu tecrübeyi de Mevlevi dergahından edinmiş olmalıdır. Mevlâna’nın Mesnevi aracılığıyla yaptığı irşadı o da Nasihatler Kitabı (Risâletü’n-Nushiyye) ile yapmış olmalıdır. Zaten bu eserin yazılış tarihi de Yunus’un 67 yaşında olduğunu göstermektedir. Onun bu eserde kullandığı temsilî dil, müritlerinin seviyelerine en uygun anlatım dili olarak dikkat çekmektedir.

Yunus Emre, 1320-21 yılında Hakk’a yürümüştür. Demek oluyor ki kendi adına 13 ila 15 yıl irşat faaliyeti yürütmüştür. Yunus’un hayatının her aşamasını kuşatan bilgi karışıklığı, onun ölümü konusunda da kendini gösterir. Yunus’un yattığı yerin neresi olduğu hususunda tam bir mutabakat yoktur. Anadolu’nun çeşitli yerleri ve Azerbaycan’da ona ait olduğu iddia edilen mezarlar vardır. Onun gerçek mezarının nerede olduğu kesin olmamakla birlikte, ona izafe edilen mezarlar içinde, Eskişehir İli Sivrihisar-Sarıköy’deki mezar, en çok kabul görenlerin başında gelmektedir. Kesin olan bir şey varsa onun mezarı halkın gönlüdür.

Doç. Dr. Ziya AVŞAR,

                                                                                                                                           2012, Niğde

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İMAN - İTAAT

İMAN- İTAAT Bizler bazı şeyleri ya yanlış anlıyoruz yada işimize öyle geliyor o şekilde kullanıyor, davranıyor , savunuyoruz. Alla...