19 Temmuz 2017 Çarşamba

HACI BAYRAM VELİ ve BAYRAMİYYE

HACI BAYRÂM-I VELÎ ve BAYRAMİYYE
 
Ankara’nın Çubuk Çayı üzerindeki Solfasol (Zü’l-Fadl) Köyünde doğdu. Doğum tarihi hakkında çeşitli tarihler verilmektedir. (753/1352-1353), (740/1339-1340) gibi. Doğum tarihinde olduğu gibi âilesi, adı, hayâtının safhaları hakkında yeterli bilgi yoktur. Adının vakfiyelerde Numan b. Ahmed b. Mahmûd, Kubü’l-evliyâ eş-Şeyh el-Hâc Bayram b. Ahmed b. Mahmûd el-Ankaravî şeklinde geçtiği görülmektedir. Lakâbı, Hacı Bayrâm-ı Velî’dir. Şeyhiyle ilk buluşması Kurban Bayramı’na tesâdüf ettiğinden şeyhi tarafından kendisine “Bayram” adı verilmiştir[1]
Hacı Bayrâm-ı Velî, küçük yaşlardan itibaren ilim tahsiline başlamış. Dini ve felsefi ilimleri tahsil ettikten sonra Ankara’da Kara Medrese’de müderrislik yapmıştır. O tasavvuf eğitiminin yanında hadis, tefsir, kelâm, fıkıh gibi islâmî ilimlere dayalı derslere de aynı hassasiyetle eğilmiş, özellikle Anadolu Türk muhîtinde bu derslerin öğretimine önem vermiş, bu vesileyle bilim ve tasavvufu birleştirme başarısını göstermiş büyük bir mütefekkirdir. Müderris iken şeyhi Ebû Hamidüddin-i Aksarâyî (Somuncu Baba)(815/1412)’ den gelen dâvet üzerine tasavvufa yönelip kendisine intisap etti. Mehmet Ali Aynî, Hacı Bayrâm-ı Velî’nin müderrislikten ayrılışının sebebini tasavvuf neş’esinin kendisinde bir takım değişiklikler meydana getirmiş olmasından olduğunu ileri sürerek, Gazzâli ve Câmi’ye vatanlarını ve vazifelerini terk ettiren bir benzerliğin bulunduğunu ifâde eder.[2]
 Mürîdi Şeyh Hamidüddin’e Kayseri’de intisap eden Hacı Bayrâm-ı Velî daha sonra onunla beraber Bursa’ya gelmiş ve burada Çelebi Sultan Medresesi’nde müderrislik hizmetinde bulunmuştur. Bursa’da “Ekmekçi Dede” diye bilinen şeyhinin Ulu Camii’nde ilk hutbeyi okuyup Fâtihâ Sûresi’ne çeşitli mânalar vermesi halk tarafından hayranlıkla dinlenmiş şöhreti her tarafta duyulur olmuştu. Bu durumdan huzursuz olan şeyhiyle beraber,  Hacı Bayrâm-ı Velî’de Bursa’yı terk etmiş, önce Şam’a sonra Medine ve Mekke’ye giderek hac farizâsını ifâ etmişlerdir.[3]
1402 Ankara Savaşı’nda Anadolu’da bulunmayışları, Hacı Bayrâm-ı Velî ve şeyhini muhtemel bir esaret hayatından kurtarmıştır. Zirâ Timur fethettiği topraklardaki âlim, sanatkâr, şâir, edip gibi kimselerin hepsini Semerkand’a göndermiştir. 1403 yılında Anadolu’ya dönünce Aksaray’a yerleşmişlerdir. Şeyhi Ebû Hamidüddin-i Aksarâyî vefat edinceye kadar onun yanından ayrılmayan Hacı Bayrâm-ı Velî, şeyhinin taşıdığı emâneti kübrâyı ve sırrı velâyeti kendisinden teslim almıştır. Şeyhi 1412 yılında vefât edince doğum yeri Ankara’ya dönmüş, vefât tarihi olan 833(1429-1430) yılına kadar burada yaşamıştır. Hacı Bayrâm-ı Velî’nin günümüze ulaşan dört şiirinden başka bir eseri yoktur. O yazılı eser vermekten ziyâde insan yetiştirmeye önem vermiştir.[4]
Hacı Bayrâm-ı Velî, ilme dayalı tasavvufî düşünceyi yaşayarak, geniş halk kitlelerine hitap eden ender şahsiyetlerden biridir. Tarikat kurması sebebiyle “Pir” ünvânıyla anılan Hacı Bayrâm-ı Velî’nin medrese mensubu olması tarikatın kısa zamanda halk tarafından benimsenip şöhret kazanmasına sebep olmuştur. O Anadolu’da siyâsî, sosyal ve dinî çalkantıların yaşandığı bir dönemde hakikatleri söyleyen, insanları iyiye, güzele ve doğru olana çekip, edebe, ahlâka ve sevgiye yönlendiren büyük bir mutasavvıf, hikmet ehli önemli bir şahsiyettir.[5]
Hacı Bayrâm-ı Velî’nin Ankara’ya döndüğünde ise Anadolu’da siyâsi karışıklık mevcut idi. Timur istilâsı, Yıldırım Beyazıd’ın vefâtı ve oğulları arasında ki iktidâr kavgası, Şeyh Bedrettin olayı, Orta Asya’dan gelen göçebe hayata alışkın Türk boylarının yerleşik hayata adapte edilememesi bunun sonucu kanun, disiplin altına alınma zorluğu, İran’dan gelen şii propagandasının tehlikesi gibi problemler mevcut idi. “Şeyhu’r- Rûm” diye tanınan Hacı Bayrâm-ı Velî ve ilk Bayramî şeyhleri, Anadolu halkı arasında birlik ve beraberliğin sağlanması, mânevi hayatın şekillenmesinde önemli bir görev üstlenmişlerdir. Hacı Bayram-ı Veli, Sünniliği esas alan imparatorluğun mânevi dünyasının mimarlarındandır.[6]
Hacı Bayrâm-ı Velî yazmış olduğu şiirlerinde hece ve arûz veznini kullanmış, dil olarakta devamlı Türkçe’yi tercih etmiştir. Şiirlerinde eşrefi mahlûk olan insanın yaratılış sebebini, dünyadaki yerini, sorumluluğunu ve diğer varlıklarla münâsebetini ele almış ve işlemiştir. Dâmâdı olan Eşrefoğlu Rûmî, Yazıcızâde Muhammed, Ahmed Bîcân gibi şair ve edipleri kültürümüze kazandırmıştır.[7]
Hacı Bayrâm-ı Velî’nin çiftçilik yaparak emeğiyle geçinmesi, müridleriyle imece usûlüyle çalışması, esnaf arasında “Ahi Baba” diye tanınması onun sosyal hayatın canlılığını ve halkla bütünleşen bir tasavvuf anlayışına sahip olduğunu göstermektedir. İmece usûlüyle herkes birbirinin tarlasında yardım ederek ürününü çabucak hasat ediyor. Bununla da yardım etmenin insan rûhuna verdiği mânevi hazzı yaşıyordu. O müridlerini el emeğiyle geçinmeye, toprağa bağlanmaya, sanatla uğraşmaya yönlendirmiştir. Böylece Orta Asya’dan gelen göçebe Türklerin yerleşik hayata geçişlerinde fevkalâde katkı sağlamıştır. Hacı Bayrâm-ı Velî mutasavvıf olarak dünyayı terk ve ret yerine onun imârı ve ıslâhına yönelmiştir. [8]   
Hacı Bayrâm-ı Velî toplumda ictimâi bir yardımlaşma organizasyonu kurmuştur. Toplumu zenginler ve fakirler diye ikiye ayırmış bu iki grup arasında köprülerin kurulmasına ictimâi ve iktisâdi güvenliğin sağlanmasına yardımcı olmuştur. O her sabah kendisi önde dervişleri arkada olduğu halde bayrak ve tuğu alıp davul, kudüm çalarak çarşı ve pazar dolaşır, halktan para toplardı. Ankara zenginlerinden sadaka ve zekât toplamak üzere bayraklı alaylar düzenlerdi. Dolaşırken keşkül dervişin arkasında olduğundan para atanlar görülmezdi. Hacı Bayrâm-ı Velî tek elde topladığı bu paraları cemiyette hayatını zor şartlar altında sürdüren yoksullara, yetimlere, dullara belli ölçülerde dağıtırdı. Sadaka ve zekâtı dervişleriyle birlikte toplamasının gayesinden biride, dervişlerin kibrini, enâniyetini kırıp terbiye etmektir. Câmiinin bitişiğindeki tekkede sürekli bir kazan kaynardı. Bu tekkedeki kazanlarda gece gündüz burçak çorbası pişer gelen geçen, zengin fakir, büyük küçük, kadın erkek herkes bu çorbadan içerdi. Özellikle imece sonunda hep beraber burçak çorbası içip yoğurt yemek âdetten idi.[9]
Edebiyat, mûsiki, sanat tarihimizde büyük tesiri olan Mevlevîlik; konuşma, terbiye, yemek, içmek, yatmak, kalkmak gibi gündelik işlere varıncaya kadar, kendine mahsus tarzı bulunan en mazbut bir tarikat olmuştur. Bu hayat anlayışı ve etkinlikleriyle toplumun muhtelif kesimlerini etkilemiş, yol göstermiş, önderlik etmiştir.[10]
Hacı Bayrâm-ı Velî de yaşadığı çağı, dönemi çok iyi anlamış, içinde yaşadığı toplumun ve de ülkenin meselelerine çözümler getirmiş, bunları hayata geçirmekte de önderlik yapmıştır. Böylece ülkenin, milletin birlik ve beraberliğinin tasavvufi çerçevede sağlanmasında çok büyük katkı sağlamıştır.
BAYRAMİYYE
Bayramiyye, Anadolu topraklarında doğup büyüyen bir Türk mutasavvuf tarafından kurulan ilk Türk tarikatıdır. Daha çok Anadolu ve Rumeli’de yayılmıştır. Bayramiyye; Nakşibendiyye ve Halvetiyye tarikatlarının prensipleri birleştiren bir tarikat olarak görülür. Bu bakımdan Nakşibendîlik, Halvetîlik ve Ebherîlik tarikatlarının birleşimi, tasavvufî öğretilerini mezceden yeni bir tasavvufî ekol olarak Anadolu’nun ıslâhına başlamıştır. Hacı Bayrâm-ı Velî’nin şeyhi Hamidüddin’in vefâtından sonra Ankara’ya dönüp irşad fâliyetlerine başladığı 815(1412) yılı Bayramiyye’nin kuruluş tarihi olarak görmek mümkündür. Tarikat silsilesi Cüneyd-i Bağdâdi ve Hasan-ı Basrî vâsıtasıyla Hz. Ali’ye ulaşırken, diğer taraftan şeyhi Hamidüddin-i Aksarâyî’nin üveysî olarak Bâyezîd-ı Bistâmî’nin ruhaniyetinden feyz aldığı bu yollada Hz. Ebubekr’e ulaştığı kabul edilir.[11]
Şeyh Hamidüddin’in, Safiyüddin-i Erdebilî’nin halifelerinden tasavvufî eğitimini tamamlamış olması, tarikatın kısa zamanda Ankara çevresinde yaygınlık kazanıp Anadolu’nun diğer yerlerinde ede hızla yayılmaya başlaması Hacı Bayrâm-ı Velî hakkında kuşkular uyandırmış ve Şeyh Bedreddin gibi ayaklanmasından endişe edilmiştir. Bunun üzerine devlet tarafından sorgulanmış, II. Murad tarafından Edirneye çağrılmıştır. Ancak durumun farklı olduğunun anlaşılması üzerine Ankara’ya dönmesine izin verilmiştir. Böylece tarikatın meşruluğu devlet tarafından da kabul edilmiş ve mensuplarından vergi alınmaması emredilmiştir. Bayramîlerden vergi alınmaması sebebiyle Ankara ve çevresinde vergi toplanamaz hale gelmiş ve II. Murad, Hacı Bayrâm-ı Velî’den kaç müridinin olduğunu bildirmesini istemiştir. Hacı Bayrâm-ı Velî vefât ettiğinde Bayramiyye Ankara dışında Göynük, Gelibolu, Bursa, Larende, İskilip, Bolu, Kütahya, Beypazarı ve Balıkesir de halifelerle temsil ediliyordu.[12]
Hacı Bayrâm-ı Velî’nin vefâtından sonra, tarikat mensupları vasiyeti gereği, onun techiz ve tekfinini yaparak cenâze namazını kıldıran Akşemseddin’e intisap ettiler. Daha sonra Bayramiyye Tarikatı, Akşemseddin’e nisbet edilen Şemsiye-i Bayramiyye, yine Hacı Bayrâm-ı Velî’nin halifelerinden olan Ömer Sikkinî’ye nisbet edilen Melâmiyye-i Bayramiyye ve Hacı Bayrâm-ı Velî’nin halifelerinden Hızır Dede’den feyiz alan Üftâde’nin halifesi Aziz Mahmud Hüdâyi’nin kurmuş olduğu Celvetiyye olmak üzere üç kola ayrılmıştır. Ancak asıl Bayramiyye Şemsiye kolu ile devam etmiştir. Yine Şemsiye’den ayrılan Himmetiyye kolu Bolulu Himmet Efendi tarafından kurulmuş ve Bayramiyye’nin son döneme ulaşması bu şube sayesinde olmuştur.[13]
Bayramiyye Tarikatı’nın üç temel esâsı ise cezbe, muhabbet ve sırrı ilâhidir. Bayramiyye yol, usûl ve erkânının bir bakıma özeti ise “bilmek”, “bulmak” ve “olmak” tasavvurlarıdır.[14]
Bayramiyye’de cehri zikir benimsenmiştir ve “Esmâ” yı sülûkün şartı kabul etmişlerdir. Aynı zamanda muayyen gecelerde okunan evrâd vardır. Melâmiyye-i Bayramiyye’nin benimsediği, gözler yumulup nefes tutularak “Lâilâhe illallâh” ın mânasını tefekkür edip, Allah’tan başka her şeyi gönülden çıkarmak ve Hakk’ı kalpte isbat etmek sûretiyle yapılan ve “sıkâl” (gönül beklemek) ismi verilen bir gizli zikirde vardır.[15]
Hacı Bayrâm-ı Velî’nin uyguladığı irşad ve halvet usûlü ise şöyledir. Gece on iki rekât teheccüd namazı kılınır. Tertip edilmiş olan uzun bir vird ile Bakara, Secde, Yâsin, Duhân, Hâ Mim, Feth, Vâkıa, Mülk ve Amme sûreleri okunur. Zikir Kelime-i Tevhid zikridir. Bayramiyye’nin esaslarından olan, ibret almak için kâinattaki olağan üstülükleri düşünme anlamına gelen “tefekkür fî acâibi’l-kudre” şeklinde ifâde edilen düşünme tarzı ifâ edilir. Ve “Allâhümme yâ nûre külli şey’in” diye başlayan bir münâcât okunur. Halvetin ilk gecesi bin salevât, bin kelime-i tevhid okunur. Hz. Peygamber(sav)’in şefâatine nâil olma amacıyla (hâcet-i şefâat-nebi) iki rekât namaz kılınır. İkinci gece bin ihlâs, bin kelime-i tevhid okunur. Allah’ı görme dileğiyle (hâcet-i dîdâr) iki rekât namaz kılınır. Üçüncü gece bin felâk sûresi, bin kelime-i tevhid okunur. Kalpteki perdelerin kalkması için (ref’i hicâb) iki rekât namaz kılınır. Dördüncü gece bin nâs sûresi, bin kelime-i tevhid okunup yine iki rekât namaz kılınır.[16] 
Bayramiyye tacları ise beyaz keçeden ve altı terklidir. Bu altı terk, tasavvufun altı ilkesine (az yemek, az uyumak, az konuşmak, sürekli zikir, havâtır-ı nefy ve tefekkür) uyarak tevhid sırrına ulaşmayı, altı ciheti yâni bütün kâinâtı kuşatmayı, imânın altı şartını, Allah’ın zâtı sıfatlarını simgeler. Tacın tepesinde beyaz keçeden, birbiri içinde üç dâire vardır. “Gül” ismi verilen bu dâireler tevhidin üç derecesine (tevhid-i ef’âl, tevhid-i sıfât, tevhid-i zât) işârettir. Bayramiyye’de sarık ise yeşil renklidir.[17]



[1] M. Bardakçı, a.g.e. s. 254; S. Eraydın, a.g.e. s. 408; Nihat Azamat, “Hacı Bayrâm-ı Veli”, DİA, İstanbul 1996, XIV, 443; K. Özköse, a.g.e. s. 359.
[2] Rıfat Araz, “Çalab’ın Tahtından Gönül Şehrine”, Bizim Külliye, Üç Aylık Kültür-Sanat Dergisi, Sayı: 32, s. 69;  S.Eraydın, a.g.e. s.408; N. Bardakçı, a.g.e. s.255; N. Azamet, a.g.m. s.443.
[3] K. Özköse, a.g.e. s.360.
[4] Fuat Bayramoğlu-Nihat Azamat, “Bayramiyye”, DİA, İstanbul 1992, V, 269; K. Özköse, a.g.e. s.361-364; N. Azamet, a.g.m. s.444; N. Bardakçı, a.g.e. s.254.
[5] N. Bardakçı, a.g.e. s.255; R. Araz, a.g.m. s. 70.
[6] F. Bayramoğlu-N. Azamat, a.g.m. s. 271.
[7] K. Özköse, a.g.e. s. 377; N. Azamat, a.g.m. s. 446.
[8] K. Özköse, a.g.e. s. 366; F. Bayramoğlu-N. Azamat, a.g.m. s. 271.
[9] K. Özköse, a.g.e. s. 368; F. Bayramoğlu-N. Azamat, a.g.m. s. 271; N. Azamat, a.g.m. s. 446.
[10] A. Gölpınarlı, a.g.m. s. 171.
[11] Abdülbâki Gölpınarlı, “Bayramiye”, İA, İstanbul 1979, II, s. 424; Hasan Kamil Yılmaz, Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, Ensar Neşriyat, İstanbul 2007, s 298; F. Bayramoğlu-N. Azamat, a.g.m. s. 269; N. Azamet, a.g.m. s.444; N. Bardakçı, a.g.e. s.255; S. Eraydın, a.g.e. s. 409.
[12] F. Bayramoğlu-N. Azamat, a.g.m. s. 270; N. Azamet, a.g.m. s.445; N. Bardakçı, a.g.e. s.255
[13] S. Eraydın, a.g.e. s. 412; N. Bardakçı a.g.e. s.255; A. Gölpınarlı, a.g.m. s. 425; F. Bayramoğlu-N. Azamat, a.g.m. s. 270.
[14] R.Araz, a.g.m. s. 71; N.Bardakçı, a.g.e. s. 255.
[15] S. Eraydın, a.g.e. s.410; A. Gölpınarlı, a.g.m. s. 425; F. Bayramoğlu-N. Azamat, a.g.m. s. 272.
[16] F. Bayramoğlu-N. Azamat, a.g.m. s. 272.
[17] S. Eraydın, a.g.e. s. 410; A. Gölpınarlı, a.g.m. s. 426; F. Bayramoğlu-N. Azamat, a.g.m. s. 273; R. Muslu, a.g.m. s. 50.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İMAN - İTAAT

İMAN- İTAAT Bizler bazı şeyleri ya yanlış anlıyoruz yada işimize öyle geliyor o şekilde kullanıyor, davranıyor , savunuyoruz. Alla...