21 Temmuz 2017 Cuma

HAN DUVARLARI // FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL

HAN DUVARLARI





Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı


Bir dakika araba yerinde durakladı.


Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,


Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...


Gidiyorum, gurbeti gönlümle duya duya,


Ulukışla yolundan Orta Anadolu’ya


İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!


Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,


Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...


Arkada zincirlenen yüksek Toros dağları,


Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,


Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...


Ellerim takılırken rüzgârların saçına


Asıldı arabamız bir dağın yamacına,


Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,


Yalnız arabacının dudağında bir ıslık,


Bu ıslakla uzayan, dönen kıvrılan yollar.


Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar


Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.


Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu.


Serpilmeye başladı bir rüzgâr ince ince,

 



 





Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince


Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi


Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi


Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine


Yol, hep yol, daima yol... bitmiyor düzlük yine.


Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali


Sonunda ademdir diyor insana yolun hali,


Ara sıra geçiyor bir atlı, iki yayan


Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdıyan


Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,


Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor...


Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine


Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine,


Bir sarsıntı... uyandım uzun süren uykudan;


Geçiyordu araba yola benzer bir sudan


Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu,


Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu;


Ağır ağır önümden geçti deve kervanı,


Bir kenarda göründü beldenin viran hanı.


Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri


Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri


Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya


Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.


Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı


Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı,


Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,


Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor,


Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı


Her yüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı,


Gitgide birer ayet gibi derinleştiler


Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki çizgiler...


Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,


Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı;


Fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler,


Aygın baygın maniler, açık saçık resimler...


Uykuya varmak için bu hazin günde, erken,


 


Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken


Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;


Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı


Ben garip çizgilerle uğraşırken baş başa


Raslamıştım duvarda bir şair arkadaşa;


“On yıl ayrıyım Kınadağı’ndan


Baba ocağından yar kucağından


Bir çiçek dermeden sevgi bağından


Huduttan hududa atılmışım ben”


Altında da bir tarih. Sekiz mart otuz yedi..


Gözüm imza yerinde başka ad görmedi.


Artık bahtın açıktır, uzun etme arkadaş!


Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;


Araya gitti diye içlenme baharına,


Huduttan götürdüğün şan yetişir yarına!


Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk


Soğuk bir mart sabahı... Buz tutuyor her soluk


Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri


Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri


Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor,


Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor...


Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,


Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar


Biz bu sonsuz yollarda varıyoruz, gitgide,


İki dağ ortasında boğulan bir geçide


Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden


Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden


Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla


Önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla


Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu


Burada son fırtına son dalı kırıyordu


Yaylımız tüketirken yolları aynı hızla


Savrulmaya başladı karlar etrafımızda


Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;


 


Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü...


Gönlümde can verirken köye varmak emeli


Arabacı haykırdı: İşte Araplıbeli


Tanrı yardımcı olsun gayri yolda kalana


Biz menzile vararak atları çektik hana.


Bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş


Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş


Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor


Kimi haydut kimi kurt masalı anlatıyor


Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri


Çiçekliyor duvarı ocağın akisleri


Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor


Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor


“Gönlümü çekse de yârin hayali


Aşmaya kudretim yetmez cibali


Yolcuyum bir kuru yaprak misali


Rüzgârın önüne katılmışım ben”


Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı


Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı


Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde


Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde


Uzun bir yolculuktan sonra İncesu’daydık


Bir han yorgun argın tatlı bir uykudaydık


Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım.


Başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım!


“Garibim namıma Kerem diyorlar


Aslı’mı el almış harem diyorlar


Hastayım derdime verem diyorlar


Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ım ben”


Bir kitabe kokusu duyuluyor yazında


Korkarım yaya kaldın bu gurbet çıkmazında


Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı!


 


Bahtına lanet olsun aşmadıysan bu dağı!


Az değildir, varmadan senin gibi yurduna


Post verenler yabanın hayduduna kurduna!


Arabamız tutarken Erciyes’in yolunu


Hancı dedim bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu’nu?


Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,


Dedi:Hana sağ indi ölü çıktı geçende!


Yaşaran gözlerimde her şey artık değişti


Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti...


Gönlümü Maraşlı’nın yaktı kara haberi.


Aradan yıllar geçti işte o günden beri


Ne zaman yolda bir hana raslasam irkilirim,


Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim


Ey köyleri hududa bağlayan yaslı yollar


Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!


Ey garip çizgilerle dolu han duvarları


Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İMAN - İTAAT

İMAN- İTAAT Bizler bazı şeyleri ya yanlış anlıyoruz yada işimize öyle geliyor o şekilde kullanıyor, davranıyor , savunuyoruz. Alla...