7 Ocak 2018 Pazar

Yahya Efendi, Beşiktaşlı Yahya Efendi

“İlahi mağfiret Yahya Efendi dergâhında adeta güzel bir insan yüzü takınır. Ölüm burada, hemen iki- üç basamak merdiven ve bir-iki sedle çıkılıveren bu bahçede hayatla o kadar kardeştir ki bir nevi erme yolu yahut aşk bahçesi sanılabilir.” (Ahmet Hamdi Tanpınar)

İstanbul, Evliyaların misafir olduğu bir şehirdir ve İstanbul evliyalarıyla daha bir güzeldir. Bağrında Allah dostlarını barındırdığı için nazlı bir edaya sahiptir bu koca şehir. Toprağında manevi önderleri yatırdığı için süzülür inceden inceye bu güzel şehir.

Allah yolunun yolcuları evliyalar, sözleri güzel, kalpleri güzel, hayatları ve ölümleri güzel evliyalar. O’nlar Allah için dünyayı terk etmiş, her anlarını Allah diyerek yaşamış zatlardır. “Bir lokma, bir hırka” deyimi belki de en çok onlar için geçerlidir.

O büyük zatlar sıradan insanlar gibi değillerdir, Allah’a karşı olan samimiyetleri ve bağlılıkları kalp gözlerini açmış, bedenleri dünyada ama ruh dünyaları başka bir âlemdedir sanki. Keramet sahibi, Peygamber aşığı olan bu zatların yolundan yürümek ne büyük bir saadet kaynağıdır.

İşte o Allah dostlarından biri. Beşiktaş ile Ortaköy’ün arasında, Yıldız Parkı’nın yanında bir cami. Caminin içinde bir türbe, türbede medfun olan bir evliya. Allah dostu olan bu evliya, camiye ve türbeye adını veren Beşiktaşlı Yahya Efendidir.

Kendisine Molla Şeyhzade denildiği gibi, Şeyh Yahya Trabzoni’de denilmiştir. Fakat daha sonra Beşiktaş İlçesi’ne yerleştiğinden olsa gerek Beşiktaşlı Yahya Efendi olarak anılmıştır.

Boğaz’a nazır olan türbe konum itibariyle, ziyaretçilerine ayrı bir ferahlık ve huzur veriyor. Türbeden Boğaz’a bakıldığında masmavi denizin eşsiz güzelliğini ve her şeye rağmen akıp giden hayatı tefekküre dalmamak elde değil.

Türbeye giden yolda yürüyoruz, bizi huzurla buluşturacak olan bu yol taşlarla döşenmiş, eski İstanbul’u hatırlatan dik bir yokuş. Bu yokuştan çıkarken, insanın içini sıcacık bir duygu kaplıyor. Daha türbeye varmadan, mübarek zatla buluşmadan içsel bir yolculuğa çıktığımızı hissediyoruz. Allah dostlarının kerametlerinden biri de bu olsa gerek. Türbeye doğru attığımız her adımda bu içsel yolculuğu ziyadesiyle hissediyoruz.

Caminin girişinden kapısına kadar ziyaretçilere eşlik eden kediler var. Sanki burada kimin yattığını biliyor ve buradan ayrılmak istemiyorlar. Ziyarete gelenler bu durumu garipsemedikleri gibi, kedilere süt ve mama vererek onları mutlu etmenin sevincini yaşıyorlar. Türbenin etrafında binlerce mezar bulunuyor. Bu yüzden midir bilinmez, ölümle yaşam arasında ki o ince çizginin en çok hissedildiği türbelerden biride burasıdır.

Yahya Efendi'nin Hayatı

Beşiktaşlı Yahya Efendi, Amasyalı Ömer Efendi ile Trabzonlu Afife Hatun’un oğludur. Ömer Efendi Trabzon’da kadılık yaptığı sıralarda, Şehzade Selim’de aynı şehirde sancakbeyliği yapıyordu. Devrin önemli şahsiyetlerinden olan bu ikili arasında bir yakınlık ve dostluk meydana geldi. Ömer Efendi’nin ve şehzade Selim’in aynı hafta içerisinde birer oğulları dünyaya geldi. İleride güzel bir dostluk kuracak olan bu çocuklara Yahya ve Süleyman isimleri verildi.

Yahya Efendi’nin annesi Afife Hatun aynı zamanda, Kanuni Sultan Süleyman’ın sütannesidir. Yahya Efendiyle aynı günlerde dünyaya gelen Kanuni’nin annesi Ayşe Hafsa Sultan’ın sütü kesilir. Daha bebek olan evladının ise süte ihtiyacı vardır. Böylece Afife Hatun küçük Süleyman’ı emzirir. İşte bu sebeple Yahya Efendi ve Kanuni Sultan Süleyman sütkardeştirler.

Okul çağına geldiğinde ilk derslerini babası Ömer Efendi’den alan Yahya Efendi, daha sonra Trabzon’da bulunan zamanın âlimlerinden ve velilerinden olan Müfti Ali Çelebi’den ders alır. Trabzon’da zahir ve batın ilimleri tahsil ettikten sonra İstanbul’a gelerek burada da gerekli ilimleri almaya devam etmiştir.

Zahir ilimlerinin yanı sıra Yavuz ve Kanuni devirlerinin büyük ve meşhur âlimi olan Şeyhülislam Zenbilli Ali Efendi’ye intisab eden Yahya Efendi batıni ilimlerde de olgunlaşıp yüksek mertebelere ulaşmıştır. Zenbilli Ali Efendi’den iki yıl feyz aldıktan sonra şeyhinin vefatı üzerine hocasının yerine Canbaziyye Medresesine müderris olarak tayin olan Yahya Efendi ‘Müderris’ mahlasıyla anılmaya başlamıştır. Çeşitli medreselerden sonra İstanbul’un ilk yükseköğretim kurumu olan Sahn-ı Seman medreselerinden birinde müderrislik yapmıştır.

Farklı bilim dallarıyla ilgilenen Yahya Efendi riyaziyat (Matematik), hendese (Geometri), hikemiyyat (Hikmet ve Felsefe), felekiyat (Gök Bilimi) ilimlerinde oldukça ilerideydi. Âşık Çelebi, geometriyle de ilgilenen Yahya Efendi’nin Mircestî ve Öklidis’ten de daha ileride olduğunu söylemiştir. Ayrıca halk hekimliği de yapan şeyhin yaptırdığı medreselerden birinde tıp eğitimi verildiğini de beyan etmiştir. Bunun yanı sıra mimari sahada da oldukça başarılı olan Yahya Efendi’nin kuyumculuk sanatı üzerinde de çalışmaları olmuştur.

Kanuni Sultan Süleyman için Yahya Efendinin ayrı bir yeri vardı. Zira kendisine çok değer verir, her fırsatta ziyaret eder, duasını alır, nasihatlerini dinlerdi. Kendisine saygıda kusur etmez, “Ağabey” diye hitap ederdi.

Yahya Efendi de izzetli ve vakarlı bir âlim olarak zaman zaman Kanuni’nin hatalarını tenkit etmekten ve hakkı söylemekten çekinmezdi. Yine böyle bir yanlışı sebebiyle, Padişaha mektup yazarak hatasından dönmesini isteyince Kanuni ile araları açıldı. Bu hadise üzerine emekliye sevk edilen Yahya Efendi çoktan beri arzu ettiği gibi uzlete çekildi.

Yahya Efendi, şu an medfun bulunduğu türbenin olduğu yeri satın alarak kendisine bir ev ve mescit yaptırdı. Burada hayatı boyunca ilim öğretmiş ve zamanının büyük çoğunluğunu tefekkür ve zikirle geçirmiştir. Zamanla evin etrafına medrese, hamam ve oradakilerin kalacağı odalar yaptırmıştır. Aynı zamanda Beşiktaş’ta pek çok bina yaptırarak, dergâhlar ve vakıflar kurdurarak iyiliğin öncülerinden olmuştur.

Dillere destan bir cömertliğe sahip olan bu mübarek zat, fakirlere ve yoksullara, bazen de ilim sahiplerine çeşitli ikramlarda bulunur, onları en güzel şekilde ağırlardı. Özellikle Peygamber Efendimizin doğum gecesinde büyük bir ziyafet verir ve bu mübarek gecede herkesi bu ziyafete davet ederdi.

Yahya Efendi insanların meselelerini çözmekte ve ikramlarda bulunmakta din millet ayrımı yapmazdı. Onun şefkati ve cömertliği bazı hıristiyanların hidayetine vesile olmuştur. Bunlardan biri Rum asıllı çoban Balaban’ın hidayetidir.

Kayıp koyunlarının akıbeti konusunda yardım istemek amacıyla dergâhına gelen Balaban, o sırada çok açtır. Çünkü koyunlarını ararken dağ-taş dolaşıp yorulmuş ve çok acıkmıştır. Yahya Efendi onun bu halini görünce hemen bir sofra kurdurup taze ekmek, tereyağı ve bal getirtmiştir. Bu ikramlar sofraya getirilince biraz da esprili bir üslûpla bu durumu “İşte sana tereyağı, mumlu bal ve taze nân/Dilersen yağa ban dilersen bala ban” şeklinde dizelere dökmüştür. Yahya efendinin bu iltifatından ve cömertliğinden etkilenen Balaban, kelime-i şehâdet getirerek İslâmiyet’i kabul etmiş, bu olayın şerefine koyunlarından iki tanesini hemen oracıkta kurban ederek tekkedeki diğer misafirlere dağıtmıştır.

Osmanlı mutasavvıf, âlim ve şairlerinden olan Yahya Efendi, manevi bir önder olmasının yanı sıra derin bir ilme de sahipti. Çeşitli ilim dallarında ehil olan bu büyük zat denizcilerin piri olarak da anılır.

Yahya efendiye ait menkıbelerde denizde kaybolan yahut boğulma tehlikesi yaşayan Hıristiyanları kurtardığına ve bunun onların Müslüman olmalarına vesile olduğuna dair ifadelere rastlanır.

Osmanlı donanması sefere çıkacağı zaman ilk olarak Ortaköy kıyısına yanaşırdı. Türbenin olduğu yere bakan askerlerin hep bir ağızdan ”Ey ya molla” nidası tüm boğazda yankılanır, bu nidayı duyan Yahya Efendi, Boğaz’da bekleyen askerlere dönerek, çıktıkları seferden zaferle dönmeleri için dua ederdi. Askerler yapılan duaya “Amin” diyerek, bir evliyanın duasını almış olmanın cesareti ve gönül rahatlığıyla sefere çıkmak üzere yola koyulurlardı.

Sadece Osmanlı donanması değil, aynı zamanda İstanbul’un balıkçıları da Yahya Efendi’nin duasını almadan ava çıkmazlardı. Bu yolla söylenen “Hey ya molla” sözü, zamanla denizcilerin dilinde döne döne “Heyamola” olarak son şeklini almıştır.

İstanbullu denizcilerin inanışına göre Boğaz’ın dört manevi bekçisi bulunmaktadır. Sözü edilen bu manevi bekçiler; Beşiktaşlı Yahya Efendi, Aziz Mahmud Hüdayi hazretleri, Yuşa Peygamber ve Telli Baba’dır. Günümüzde ziyaretçilerine açık olan bu türbeler insana adeta manevi bir atmosfer yaşatarak; her gün artarak devam eden telaşlardan, kaygılardan, sıkıntılardan bunalan ruhları derin bir sakinliğe ve içsel bir huzura davet eder niteliktedir.

Hızır Aleyhisselam İle Arkadaşlığı

Yahya Efendi, Hızır Aleyhisselam ile arkadaştı ve sık sık görüşürlerdi. Bunu bilen Kanuni Sultan Süleyman her fırsatta Yahya Efendiden kendisini Hızır Aleyhisselam ile tanıştırmasını isterdi. Yahya Efendi ve Kanuni’nin, Boğaz’da beraber gezmeye çıktıkları bir gündü. O gün Şeyh’in yanında biri daha vardı ama Kanuni bu zatı tanımıyordu.

Kayıkla çıktıkları gezintide kendilerine eşlik eden bu zat, Yahya Efendi ile sürekli sohbet ediyorlardı. Kanuni ise bu sohbete pek dâhil olmamış hatta bir süre sonra sıkılmaya başlamıştı. Bu sıkıntının üzerine parmağındaki yüzükle oynamaya başlamıştı. Fakat daha sonra Kanuni’nin parmağındaki yüzük denize düşmüş ve mavi suların arasında kaybolmuştu. Buna üzülen padişah, yanındakilere üzüntüsünü belli etmemeye çalışmıştı.

Yolculuğun bir yerinde Yahya Efendi’nin ahbabı olan o zat inmek istediğini söyleyince, kayık kıyıya yanaşmıştı. Bu zat tam ineceği sırada elini denize daldırmış ve kaybolan yüzüğü denizden çıkarmıştı. Bu duruma oldukça şaşıran Kanuni ilk etapta neler olduğunu anlayamamıştı. Az sonra Yahya Efendi’ye dönerek; “Ağabey, neler oluyor?” diye sorduğu sorunun üzerine şu cevabı alacaktı; “O gördüğün Hızır Aleyhissellam’dı.” Bunun üzerine Kanuni “Bizi niye tanıştırmadınız” diye sorunca, Yahya Efendi “O kendini tanıttı ama siz tanımakta geç kaldınız” diye cevap vermişti.

Yahya Efendi’nin Edebiyat Yönü

Kaynaklarda üveysî olduğu ifade edilen Yahya Efendi, dönemin önemli mutasavvıflarındandır. Müderris mahlasıyla bilinen Şeyh, toplumsal meseleleri içeren konuların yanı sıra, din, tasavvuf ve güncel meselelerle ilgili şiirler de kaleme almıştır. Şeyh’in sütkardeşi olan Kanuni Sultan Süleyman da Muhibbî mahlasıyla çeşitli şiirler yazardı. Osmanlı devrinin ilk yılları üzerine araştırmalar yapan tarihçi H. W. Lowry’e göre Yahya Efendi ve Kanuni’nin şairliklerinin temelleri Trabzon’daki çocukluk yıllarına kadar uzanır. Yahya Efendi’nin müretteb Divân’ı vardır.

Yahya Efendi’nin Vefatı

Büyük evliyalardan olan Yahya Efendi 1569 yılının Zilhicce ayında, Kurban bayramı gecesinde Beşiktaş’ta bulunan dergâhında ebedi âleme göçerek gerçek dosta kavuşmuştur. Cenaze namazını, bayram namazını müteakiben, Süleymaniye Camii’nde o zamanın Şeyhülislâm’ı olan Ebussuud Efendi kıldırmıştır. Daha sonra Beşiktaş’ta bulunan, sevenlerinin her fırsatta ziyarete gittiği dergâha götürülerek defnedilmiştir. Şeyh’in türbesi ilerleyen zamanlarda II. Selim tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmıştır.

Yahya Efendi yaşarken birçok seveni ve sayanı vardı. Öldükten sonra da onu yalnız bırakmak istemeyen, onun olduğu yerde ona komşu olmak isteyenler türbesinin etrafına defnedildi. Yahya efendinin binlerce komşusu var şimdi yattığı yerde.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İMAN - İTAAT

İMAN- İTAAT Bizler bazı şeyleri ya yanlış anlıyoruz yada işimize öyle geliyor o şekilde kullanıyor, davranıyor , savunuyoruz. Alla...