CÜNEYD-İ BAĞDÂDÎ ve CÜNEYDİYYE
İlim ve tasavvuftaki mertebesinin yüksekliğinden “Tâvûsü’l-ülemâ” ve “Seyyidü’t-Tâife” gibi unvanlarla anılan Cüneyd-i Bağdâdî’nin asıl adı, Ebü’l-Kâsım Cüneyd b. Muhammed el-Hazzâz el-Kavârîrî olup, Bağdat’ta doğmuş, yaşamış ve vefât etmiştir. Doğum târihi belli olmamakla birlikte 210 yılında olması kuvvetle muhtemeldir. Âilesi, cam ticâretiyle uğraştığından “Kavârîrî” nisbesiyle, kendiside ipek ticâretiyle meşgul olduğundan “Hazzâz” lakâbıyla tanınmıştır.[1]
Küçük yaşta ilim tahsiline başladı. Ebû Sevr el-Kelbî’den fıkıh okudu ve onun derslerinde fetvâ verecek seviyeye geldi. Cüneyd-i Bağdâdî, Şâfii fıkhını öğrendi ve Şâfii Mezhebi’ni tâkip etti. Ebû Ali el-Hasan b. Arefe el-Abdî başta olmak üzere bazı âlimlerden de hadis okudu.[2]
Cüneyd-i Bağdâdî, çocukluğundan îtibâren dayısı Serî es-Sakatî başta olmak üzere çevresinde büyük bulunmasından dolayı tasavvufa karşı hevesli idi. Dayısı Serî es-Sakatî, Hâris el-Muhâsibî, Muhammed b. Ali el-Kassâb el-Bağdâdî gibi sûfîlerin sohbetinde bulundu. Rivâyete göre, Hâris el-Muhâsibî onu evinden alır, gezmeğe götürür ve kendisinden bâzı sualler sormasını isterdi. Cüneyd-i Bağdâdî, şer’i ilimlere tam vâkıf olduktan sonra zühd ve tasavvufa yönelmiş, kendisini ibâdete vermiş ve zamanının şeyhi olmuştur. O, şeriatın esas olduğuna, şeriatın emirlerini tamamıyla yerine getirdikten sonra tasavvuf yolunda yürünebileceğine, tasavvufun şeriat temeli üzerine kurulduğuna inanmıştır. “Kim Kur’an-ı Kerim’i ezberlemez, hadis yazmaz, fıhıh öğrenmez ise ona iktida câiz olmaz.”demiş. Yine tasavvufa sağ elde Kur’an-ı Kerim, sol elde sünnet olduğu halde girilebileceğini, şüphe çukurlarına düşmemek ve bid’at karanlıklarıma kaybolmamak için bu iki meşâlenin ışığına ihtiyaç olduğunu devamlı hatırlatmıştır. [3]
Cüneyd-i Bağdâdî, tasavvufu bizzat yaşamak ve yaşadığını da sistemli ve açık bir şekilde anlatmak sûretiyle, amelî ve nazarî tasavvuf yolunu açmış, tasavvufu sistemleştirmiştir. Tasavvuf terimlerini, usûl ve esaslarını tesbit ederek tasavvufun ortaya çıkışını sağlayan büyük sûfîlerden biri olmuştur.[4]
Cüneyd-i Bağdâdî, tasavvufa laf olsun diye değil, bilakis dünyayı terk etmek, aç kalmak, nefsi öldürmek, alışılan ve nefse hoş gelen şeyleri bırakmak için girdiğini söylemiştir. Ona göre tasavvuf, sulh ile değil cenk ile hâsıl olur. Kendiside muntazam bir zühd ve ibâdet hayatı yaşamış. Bilgisini ameliyle tamamlayarak, gerçek bilginin ancak yaşanarak elde edilebileceğini, tasavvufun söz değil hâl ilmi olduğunu bilfiil göstermiştir. O, ilim ve tasavvufu şahsında toplamıştı. Kendisi mütemâdiyen evrâd ve ibâdetle meşgul idi. Dükkânın da alış-veriş edeceğine, ibâdetle meşgul olurdu. Hatta ölüm döşeğinde, vücûdu hareket edemez hâle geldiği vakit bile evrâdını bırakmadığını kendisini ziyârete gelenler hayretle görmüşlerdi. “Cenab-ı Hak’tan gaflet, Cehennem ateşine girmekten daha kötüdür” derdi. Ona göre kişiyi tasavvuf mertebelerine, makamlarına götüren yol ancak zühd ve ibâdettir.[5]
Cüneyd-i Bağdâdî, zamanının mutasavvıfları tarafından bir efendi kabul edilmiş, sözleri de hepsi tarafından makbul bulunmuştur. Ebû Kasım el-Ka’bî el-Mu’tezilî onun için şöyle demiştir. “Şu gözlerim onun gibisini görmedi. Kâtipler lafızları için, filozoflar sözlerindeki mânaların inceliği için onun etrafında toplanırdı. Onun sözü, dâima onların anlama seviyelerinden, sözlerinden ve ilimlerinden üstün idi.” Câ’fer İbn Muhammed el-Huldî de onun için “Şeyhlerimiz arasında kendisinde hem ilmin, hemde hâlin birleştiği kimse görmedik. Çünkü ekserisine bakarsın ilmi çok olur, hâli olmaz; bir kısmınınsa çok hâli olur, ilmi az olurdu. Yalnız Cüneyd-i Bağdâdî başka idi. Onun hem çok hâli ve hemde çok ilmi vardır. Hâlini görsen ilmine tercih edersin, ilmini görsen hâline tercih edersin” demiştir.[6]
Cüneyd-i Bağdâdî, tasavvufun vecd ve zevk hallerine değer vermiş. Bu mânevi hâl ve heyecanların yaşanmasını sağlaması bakımından sema’ ve ilâhileri lüzumlu bulmuştur. Bütün bu mânevî haller yaşanırken, zâhirî hükümlere bağlı kalınması, şer’i ölçülerin dışına çıkılmaması gerektiğini vurgulamış ve şeriata aykırı tasavvufî hâl ve hareketleri tenkit etmiştir. Hayrânı olduğu Bâyezîd-i Bistâmî’nin sekr ve şatahat anlayışını kendine örnek almamıştır. Sekr hâlini ve halde söylenen sözleride reddetmemekle birlikte, sahv ve temkin hâlini tasavvufun temeli haline getirmiştir. [7]
Cüneyd-i Bağdâdî’nin vefât târihi hakkında da çeşitli rivâyetler olmakla beraber 297(909) târihi olması ihtimâli daha kuvvetlidir. Cenâze namazında altmış bin kişi bulunmuştur. Şuniziyye de dayısı Serî es-Sakatî’nin yanına defin edilmiştir.[8]
Cüneyd-i Bağdâdî, sâde bir hayat yaşamıştı. Yeme-içmesi son derece mütevâzi idi. Hayata karşı ifrat ve tefritten uzak bir tutum izledi. Katı bir zühd yoluna girmedi. Siyâsete karışmamış, iktidar sahiplerinin kuşkusundan uzak kalmak için fikirlerini de gizli öğretmişti. Sûfîler tâkibâta uğradığı sırada kendisinin sâdece fakir bir fakih olduğunu söyleyerek tâkibattan kurtuldu. Çünkü mensubu olduğu Bağdat Tasavvuf Okulu’nun ilgilendiği ana mevzu tevhid idi. Tevhide dâir bilgileri çok ileri dereceye götürmüşlerdi. Bunun sonucuda okulun mensupları dinsizlik, fakirlik, tenâsühe inanmakla ittiham edildiler. Ve Cüneyd-i Bağdâdî’de dâhil okulun bütün mensupları zındıklık töhmeti altında idi.[9]
Cüneyd-i Bağdâdî’nin, tasavvufun temel kaynak kitaplarında fikirlerine geniş yer verilmiştir. O delil sayılmış, sûfî tabakat kitaplarında da geniş yer tutmuştur. Tarikatların tamamına yakını silsilelerinde ona yer vermişlerdir. Ona bütün tarikat mensupları büyük bir veli gözüyle bakmışlardır. Feridüddi’n Attâr’ın ifâdesine göre, “Cüneyd-i Bağdâdî, izinden gittiği ve feyz aldığı tek mercîdir.” Onun, Gazzâli’nin tasavvufa yönelmesinde de büyük tesiri olmuştur. Cüneyd-i Bağdâdî, Hartman’ın işâret ettiği gibi, sûfîlerin bidâyette İslâma yabancı görünen birçok fikirlerini İslâm potasına dökmüştür. Ama esastan ferâgat etmemiş, rûhi ifratları ve taşkınlıkları atmıştır. O, dağlardan vahşice inen birçok azgın selleri, sâkin sâkin akan bir nehir mecrâsına koydu. Tasavvuf onun vâsıtasıyla asıl hedefine ulaştı.[10]
Tasavvuf nedir diye kendisine sorulmuştu. “Bilmem” diye cevap verdi. Sonra şunları ekledi. “Tasavvuf şerefli bir huydur. Onu, şerefli olan Allah, şerefli bir kavmin arasında, şerefli bir kişiden, şerefli bir zamanda izhar etti.” “Tasavvuf Allah için yapılan işlerin saf, temiz ve pâk olmasıdır. Bunu yapmak için temel kaide ise, kalbi dünyadan beri almaktır.”[11]
TASAVVUFTA ŞEYHLERİ
1- Serî es-Sakatî: Dayısıda olan Serî es-Sakatî’nin yanında küçük yaşta tasavvufla tanışmıştır. “Henüz yedi yaşımda idim dayım Serî es-Sakatî’nin önünde oynuyordum. Yanında bir topluluk vardı. “Şükür” üzerine konuşuyorlardı. Serî es-Sakatî bana sordu: Ey gulam şükür nedir? Allah’ın nimetleriyle, Allah’a isyan etmemektir” dedim.[12]
Serî es-Sakatî’ye, müridin mürşidden yüksek olup olamayacağı sorulmuştu. O, şöyle cevap verdi: “Evet. Bunun en açık delilide Cüneyd’in benden üstün olmasıdır.” Cüneyd-i Bağdâdî, Serî es-Sakatî irtihâl edeceği sırada ona, “Ey Serî es-Sakatî, senden sonra halk senin gibisini görmeyecek “ dedi. Bunun üzerine Serî es-Sakatî de, “Fakat bende senin benzerin olan bir başka halef bırakmadım” karşılığını verdi.[13]
Cüneyd-i Bağdâdî, Serî es-Sakatî sağken onun ısrarlarına rağmen vaaz etmekten hicâp duyardı. Bir gece Allah’ın Rasülü ona, “Ey Cüneyd, halka vaaz et. Çünkü Allah senin sözlerini insan topluluklarının kurtulmasına vesile kıldı” diye emretti. Cüneyd-i Bağdâdî, uyanınca bizzat Hz. Peygamber’in kendisine vaaz etmesini emretmesinden dolayı kendisini Serî es-Sakatî’den üstün olduğunu düşündü. Gün doğunca Serî es-Sakatî’den şu haberi aldı. “Talebelerin senin konuşmanı istirham ettiler, konuşmadın. Bağdat şeyhlerinin tavassutunu ve benim şahsi yalvarmalarımı hep reddettin. Şimdi artık Hz. Peygamber sana emretti. Onun emrine itaat et.” Anladım ki Serî es-Sakatî, dâima içime vâkıftır. Onun hâli, benim hâlimden üstündür. Zîra o benim sırrıma vâkıf olmuştu, ben ise onun sırrını bilmiyorum. Hemen yanına gittim, affımı ricâ ettim. Ve Hz. Peygamber’i rüyâda gördüğümü nasıl bildiğini sordum. Dedi ki “Rüyada Allah’ı gördüm, bana senin vaaz etmen için emir vermek üzere Hz. Peygamber’i gönderdiğini söyledi.”[14]
2- Ma’rûf el-Kerhî; Serî es-Sakatî’nin hocasıdır.
3- Hâris el-Muhâsibî
4- Muhammed İbn Ali el-Kassâb: Cüneyd-i Bağdâdî ondan tasavvufun esrârına dair çok şeyler öğrenmişti. O yüksek bir ruh hâline sahipti ve uzlet üzere yaşardı. Cüneyd-i Bağdâdî onun için, “Halk beni Serî es-Sakatî’ye nisbet eder. Ama benim asıl hocam Muhammed İbn Ali el-Kassâb idi” demiştir.[15]
5- İbnü’l Karanbî: Kendisi çalışmada ve evrâdda akranlarına üstün idi. Bağdat zâhidlerinin çoğunun onun âdâbıyla edeplendiği, ondan ahlâkı hamîde tevârüs ettikleri rivâyet edilir.[16]
6- Ebûbekr Muhammed İbn Müslim el-Kantârî
7- Ebû Hafs el-Haddad: Horasan şeyhlerindendir. Cüneyd-i Bağdâdî onun için, “Hakikat ehlinden bir adamdı. Çok derin konuşur, yüksek ilim sahiplerindendi” demiştir. Kendisine cömertlik nedir diye sormuşlar, “Cömertlik, adâlet yapıp, adâlet talep etmemektir (insaf edip, insaf beklememektir)” cevâbını vermişlerdir.[17]
8- Yahyâ İbn Muâz: Seyyâh sûfilerden idi. Cüneyd-i Bağdâdî kendisiyle mektuplaşmıştır. Ebû Yezid el-Bistâmî’yi onun sâyesinde tanımıştır. [18]
9- Yusuf İbn el-Hüseyin er-Râzî: Bağdat’ı ziyâret etmiş. Cüneyd-i Bağdâdî kendisiyle mektuplaşmıştır. O Cüneyd-i Bağdâdî’ye, “Seyyidü’l Hükemâ ve’l-Ârif min Ehl’i Asrihî” ünvânını vermiştir.[19]
CÜNEYD-İ BAĞDÂDÎ’NİN MUÂSIRI ve ARKADAŞLARI
1- Ahmed İbn Muhammed Ebü’l Hüseyn en-Nûri: “İbnü’l Bağavî” diye meşhurdur.
2- Ebû Said Ahmed İbn İsâ el-Harrâz: İlk kitap yazan sûfilerden olup, fenâ-bekâ üzerine ilk konuşan olduğu söylenir.
3- Ebü’l Abbas Ahmed İbn Muhammed İbn Sehl İbn Atâ el-Edemî
4- Ebü’l Hasan Muhammed İbn İsmail Hayru’-Nessâc
5- Ebû Ahmed Mus’ab el-Kalânisî.[20]
CÜNEYD-İ BAĞDÂDÎ’NİN TALEBELERİ ve MÜRİDLERİ
Cüneyd-i Bağdâdî’nin sohbetinde bulunan birçok sûfî onun müridi ve halifesi olmuştur.
1- Ebû Muhammed Ahmed İbn Muhammed İbn el-Hüseyin el-Curayrî: Cüneyd-i Bağdâdî kendisine son derece îtibar gösterirdi. Onu kendi yerine halef bırakmıştı. Hac sırasında Mekke yolunda cereyan eden Obeir savaşında çiğnenerek şehid olmuştur.[21]
2- Ebûbekr Dulef İbn Cuhder (Ca’fer) eş-Şiblî: Cezbesi, vecdi, şathiyatlarıyla meşhur coşkulu bir insandı. Bir gün Cüneyd-i Bağdâdî’yi üzgün gördü, sebebini sordu. Cüneyd-i Bağdâdî, “Arayan bulur “ dedi. Şiblî cevâben, “Hayır, bulan arar” dedi.[22]
3- Ebü’l Mugis Hüseyin İbn Mansur el-Hallâc
4- Ebû Said Ahmed İbn Muhammed İbn Ziyâd İbn Bişr İbn Arabî: “Tabakatu’n-Nussâk” adlı eseriyle meşhurdur.[23]
5- Ca’fer İbn Muhammed el-Huldî: “Hikâyetü’l-Evliyâ” adlı eseriyle ün yapmıştır. Tasavvuf ilimlerinde, hikâyelerinde, siyerlerinde meşhurdur. Muhaddislerce çok sikâ kabul edilmiştir.[24]
CÜNEYD-İ BAĞDÂDÎ’NİN ESERLERİ
Cüneyd-i Bağdâdî’nin, Süleymâniye Kütüphânesi’nde bulunan yazma risâleleri günümüze ulaşabilmiştir.
1- Resâilü’l-Cüneyd
2- Kitâbü’d-Duai’l-Ervâh
3- Kitâbü’l-Fenâ
4- Risâle fi’l-Ulûliyât
5- Risâle fi’t-Tefsir
6- Risâle fi’l-Fark Beyne’l-İhlâs ve’s-Sıdk.[25]
CÜNEYDİYYE
Tarîkatlar öncesi dönem de sekr hâlini en üstün hal sayanlara Tayfûriyye, sahv hâlini tercih edenlere Cüneydiyye deniliyordu. Bu iki farklı meşreb birbiriyle mücâdele etmekle birlikte, biri diğerinden etkilenmekten de kurtulamamıştır. VI.(XII.) yüzyıldan önce henüz tarîkatlar kurulmamış olduğundan Cüneydiyye bir tarîkat olmayıp, daha ziyâde bir meşreptir. Ancak XII. Yüzyıldan sonra kurulmaya başlayan tarîkatlardan, Kübreviyye, Kâdiriyye, Gazzâliyye, Hârisiyye, Arifiyye gibi tarîkatlar kendilerini, Cüneyd-i Bağdâdî’ye nisbet edilen ve sahvı esas alan bu tarîkatın kollarından saymışlardır. Cüneyd-i Bağdâdî, temkin, dikkat ve şuur hâlini esas almıştır. Sekr hâlinden uzak durmuş, şathiyeleri ise eksiklik saymıştır. Harîrizâde, Tibyânü vesâili’l-Hakâik adlı eserinde, Cüneydiyye’nin esaslarını sekiz madde;“Az yemek, az uyuma, az konuşma, inzivâ, sürekli abdestli bulunma, kalbi mâsivâdan uzak tutma, sürekli zikir ve kalbi şeyhe rabdetme” olarak kaydetmiştir.[26]
[1] Süleyman Ateş, “Cüneyd-i Bağdâdî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi(DİA), İstanbul 1993, VIII, 119; Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul 2004, s. 78; Süleyman Ateş, Cüneyd-i Bağdâdî Mektupları, Sönmez Neşriyat, İstanbul 1970, s. 8; İmam Şa’rânî, Veliler Ansiklopedisi et-Tabakâtü’l-kübrâ, (terc. Abdülkadir Akçiçek), Erkam Yayınları, İstanbul 2000, s. 279; Abdurrahman Câmi, Nefahâtü’l-üns Evliya Menkıbeleri, terc. Lâmii Çelebi, (haz. Süleyman Uludağ, Mustafa Kara), Marifet Yayınları, İstanbul 2005, s. 210; H. Ritter,”Cüneyd. Cunayd, Abu’l-Kâsim b. Al-Cunayd Al-Hazzâz Al-Kavârîrî”, Milli Eğitim Bakanlığı İslâm Ansiklopedisi, İstanbul Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1978, s. 241.
[2] S. Eraydın, a.g.e. s. 78; S. Ateş, a.g.m. s. 119.
[3] S.Ateş, a.g.e. s. 10-11; S.Eraydın, a.g.e. s. 78; H. Ritter, a.g.m. s. 241.
[4] S. Ateş, a.g.m. s. 120.
[5] Abdülkerim Kuşeyri, Kuşeyri Risâleler, (hazr. Süleyman Uludağ), Dergâh Yayınları, İstanbul 1991, s. 139; S. Eraydın, a.g.e. s. 77; H. Ritter, a.g.m. s. 241; Şa’râni, a.g.e. s. 280.
[6] S. Ateş, a.g.e. s. 12-65; S. Ateş, a.g.m. s. 119.
[7] S. Ateş, a.g.m. s. 121; H.Ritter, a.g.m. s. 241.
[8] S. Eraydın, a.g.e. s. 77; S. Ateş, a.g.e. s. 9-13; S.Ateş, S. Ateş, a.g.m. s. 119; Şa’râni, a.g.e. s.279; Câmi, a.g.e. s. 210.
[9] S. Ateş, a.g.e. s. 40-59.
[10] S. Ateş, a.g.e. s. 38; S. Ateş, a.g.m. s. 121; S. Eraydın, a.g.e. s. 77.
[11] Şa’râni, a.g.e. s. 279; Câmi, a.g.e. s. 210.
[12] S. Ateş, a.g.m. s. 119; Câmi, a.g.e. s. 210; S. Ateş, a.g.e. s. 16.
[13] Hucvîri, Keşfü’l Mahcub Hakikat Bilgisi, (hazr. Süleyman Uludağ), Dergâh Yayınları, İstanbul 1982, s. 230; S. Ateş, a.g.e. s. 17.
[14] Osmanzâde Hüseyin Vassaf, Sefine-i Evliyâ, (hazr. Mehmet Akkuş- Ali Yılmaz), Kitabevi, İstanbul 2006, s. 49; Hucvîri, a.g.e. s. 230; S. Ateş, a.g.e. s. 17.
[15] S. Ateş, a.g.e. s. 26; Câmi, a.g.e. s. 210.
[16] S. Ateş, a.g.e. s. 26.
[17] Hucvîri, a.g.e. s. 224; S. Ateş, a.g.e. s. 29-30.
[18] S. Ateş, a.g.e. s. 32; Hucvîri, a.g.e. s. 204.
[19] S.Ateş, a.g.e. s. 37.
[20] S. Ateş, a.g.e. s. 43-48.
[21] S. Ateş, a.g.e. s. 47.
[22] Hucvîri, a.g.e. s. 414; S. Ateş, a.g.e. s. 48.
[23] S. Ateş, a.g.e. s. 50.
[24] S. Ateş, a.g.e. s. 51.
[25] Mahir İz, Tasavvuf, (hazr. M. Ertuğrul Düzdağ) Kitabevi, istanbul 2000, s. 105; S. Ateş, a.g.m. s. 119; H. Ritter, a.g.m. s. 215; (geniş bilgi için, S. Ateş a.g.e.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder