iki taşın arasında
Bir nostalji olmuştur artık, köyler, köydeki güzellikler. Köylünün kullandığı eşyalar, araç gereçler. Şimdilerde su ile çalışan köy değirmenleri de bu nostaljinin bir parçasıdır. İnsanlar böyle bir değirmen görse heyecanlanır. Kısaca bir inceler. Fotoğraf çeker, suyun sesini, taşın nağmelerini dinler. Dönüşünü seyrederken gönlü hüzün dolar. Ferahlar, geçmişe dalar ve gözleri yaşarır.
Tabii ki değirmen denince orada öğütülecek buğday, mısır gibi tahıllar akla gelir. Buraya gelen tahılın; buğdayın, mısırın elde edilmesi de ayrı bir zahmettir.
Çiftçi bin bir güçlükle hayvanları ile sürdüğü tarlasına büyük umut ve beklentiler içinde besmele ve dualarla tohumunu ekmiştir. Devamında da kendine düşen görevleri yapmıştır. Şimdi ise Allah’a tevekkül edip hasat zamanını beklemektedir.
Hasat zamanında yine aynı tevekkül ve teslimiyetle “Allah ne verdi ise” deyip ekinini biçmiş onu günlerde saatlerce harmanda dövmüş, akşamları sapı samandan ayırmak için rüzgarın çıkmasını büyük bir hasretle beklemiştir. Ayrılan buğdayı kendisi için ambarlarda biriktirip saklamış samanını da hayvanları için samanlığa doldurmuştur.
Önümüz kıştır. Evde tencerenin kaynaması, çorbanın pişmesi gerekir. Tabi çorbaya doğramak için ekmekte lazımdır. Bunun için buğdaylar değirmene gitmelidir. Herkesin aynı telaşesi olduğundan değirmen kalabalıktır. Sıranın kendisine gelmesi ile günlerce orada kışlık un ihtiyacını karşılamak için geceler. Aynı şekilde değirmen taşı da gece demez gündüz demez köylünün işini halletmek çabası ile döner durur…
Buğday iki taşın arasına girmiştir. Ezilmiş, büzülmüş, sağa kaçmış, sola kaçmış bütün bu ayak diremeleri sonucu öğütülmüş olarak çıkmaktan kurtulamamıştır. Ancak iş daha bitmemiştir. Bundan sonra ki merhale de önemlidir. Evet, harman zamanı sap ve saman birbirinden ayrılmıştı. Fakat bir ayrılık vakti de şimdidir. Çünkü onu eli öpülesi kınalı eller eleklerde sallayıp eleyecek ve buğday ya un olacak ya da kepek olacak.
Un olarak ayrıldın ise o zaman; ekmek olacak, gıda olup kan olacak, güç olacak, kuvvet olacak, bereket olacak, aş olacak, aşk olacak, nur olacak… Saygı görerek öpülüp başa tac edileceksin, kırığına dahi kıyılamayıp parmak uçlarıyla toplanacak sın.
Kepek olarak ayrıldın ise o vakit, seni saatlerce ezip samanla buğdayı birbirinden ayırmak için dönüp duran, ter döken, dövülüp hakaret edilenler olmak üzere diğer canlıların gıdası, katığı, yemi olacaksın.
Aslında bu durumun bir gerisine bir de ilerisine bakmakta lazımdır. Çünkü buğdayda önemli; hangi bölgede yetişti, aldığı suyun, güneşin, yetiştiği toprağın değerince 1. 2. 3. sınıf diye ayrılarak itibar ve değer göreceksin
Bir adım ötesinde ise ekmek oldun, gıda, aş oldun. Birinci sınıf bölgenin en nadide unu idin. Sofraya geldin ya besmele ile ele alınıp alnı secdeli birine gıda olacaksın ya da haramın işlendiği bir masa da kendini bulacaksın.
Kepek içinde aynı şeyleri düşünmek mümkündür. Ya Allah’ın adı anılarak kesilecek bir hayvana belki de bir kurbanlığa yem olarak kullanılacaksın ya da…
Bütün bu safhaları, merhaleleri bu manzarayı insan olarak, hayatımıza da uygulayarak kendimizi bir tartmamız gerekir. İnsan, bu anlamda hayatı boyunca her yaşta her meslekte her makam ve mevkide her statüde onlarca, yüzlerce, binlerce kez hayat değirmeni taşları arasına girer, girebilir.
Ancak burada belirleyici rol oynayıp dikkat çeken, dikkatli olunması gereken üç durumu konuşmak gerekirse: Allah’a karşı, anne-babaya karşı, topluma karşı.
Cenab-ı Hak yeryüzüne göndereceği bütün ruhları toplayıp onlara kendisinin Rab olduğunu ikrar ettirmiştir. Her insanın mayasına da bu hakikati, Allah’ın varlığı ve birliğini kabul etme bilincini yerleştirmiştir. Verdiği akıl nimeti ile de bu hakikate ulaşmanın yolunu açmış, kolaylaştırmıştır. Hz. Peygamber (sas) in hadisi şeriflerinde de belirttiği gibi her doğan bu fıtrat ve kabiliyet ile doğar. Kelamcıların Allah’ın varlığını ispat konusunda ki “Fıtrat Delili” de bunun bir sonucudur.
İnsanın burada değirmen taşına girmesi buluğ çağı, yani mükellefiyetlerinin başlamasıyla olacaktır.
Bu taşın arasında ya Rabbini bilen O’nun varlığı ve birliğini kabul eden bunun devamında kendisine yüklenen görev ve sorumlulukları yerine getiren bir mümin bir Müslüman olacak ya da Rabbini tanımaz asi biri olacaktır. Bu asi olanlar, O’nu Rab olarak kabul etmeyenler, o inanmadıkları ilah tarafından dünyada nimetlendirilecekler. Belki dünyanın şatafatını tam manasıyla yaşayıp zevk sürecekler. Ancak bu geçici zevk ve saltanat bir gün ölümün gelmesiyle son bulacak ve Allah’ın gazabıyla karşı karşıya kalıp hüsrana uğrayanlardan olacaklar. Sonu olmayan, azabın bitip tükenmediği cehenneme gireceklerdir.
Ama bazı insanlar şanslıdır. Cenab-ı Hak onlara meccanen lütufta bulunmuş ve onu Müslüman bir beldede Müslüman anne-babadan dünyaya getirmiştir. Tabi insan bu şansı iyi değerlendirdiğinde büyük mükâfatlar ve mesafeler kat edeceği gibi değerlendirmediğinde de bu nimetlere karşı olan nankörlüğünün hesabını verecek cezası da ona göre olacaktır.
Rabbini bilenler taşın arasından un olarak çıkmayı başaranlardır. Buğdayda olduğu gibi bu bulanlar ve bilenler de sınıf sınıf olacaktır. Kimisi sadece diliyle Müslümanlığını ifade edecek kalbine indiremeyecek. Kimisi diliyle ifade edip kalbiyle tasdik edecek bununla yetinecektir. Kimisi ise bu tasdikin gereklerini cumadan cumaya, ramazandan ramazana, kurbandan kurbana veya bayramdan bayrama hatırlayıp yerine getirecektir. Kimisi de bu tasdikin gereklerini elinden geldiği kadar yapmaya çalışacak ama bir diğeri buna ihlâs katacak bir diğeri gözyaşı eleyecek bir diğeri ise bütün benliğini ortaya koyacaktır.
Kişinin bu anlayış ve yaşayışının neticesi de hem dünyada hem de ahirette ortaya çıkacaktır. Bazısının her iki dünyada da faydası dokunacak bazısının ise kendisine bile faydası olmayacaktır.
Ölümünde kimi gülecek kimi ağlayacak. Kabirde ya nimetlenecek ya da azap görecek. Mahşerde, sorgu sualde, mizanda, amel defterini almada, sıratı geçmede kolaylıklar ya da zorluklarla karşılaşacak ya hiç cehennemi görmeden cennete girecek ya da dünyada ki umursamazlığının, boş vermişliğinin cezasını çektikten sonra cennete girecektir. Cennette de herkesin derecesi dünyada ki yaşantısına göre olacaktır.
Kişinin değirmen taşına girmesi anne-baba açısından da olacaktır. Evlatlar için her türlü fedakârlığa katlanan; üzülünce onlardan daha çok üzülen, sevinince onlardan daha çok sevinen bizler.
Evladımıza karşı olan emeğimiz anne karnında başlar. Kendimiz ölünceye kadar da devam eder. Yemez yedirir, giymez giydiririz. En iyisi, en güzeli en pahalısı en lüksü en popüleri en markalısı… Biz görmedik o görsün, biz yaşamadık o yaşaşın, biz sıkıntılar çektik o çekmesin hep bizden fedakârlık ve ona verilen değer, ona yapılan yatırım.
Bunun için midir ki, anne-babalar gençliğinde evladı için uğraşmaktan hasta olmaya bile vakit bulamazlarda genelde yaşlanınca artık evladı ayakları üzerinde durmaya başlayıp ta çabası, yükü azaldığında hastalıklar ortaya çıkmaya başlar.
Anne-baba açısından, evladın taşın arasından birinci sınıf un olarak çıkması, bizim o buğdayı en kaliteli şekilde yetiştirmemize bağlıdır. “Ağaç yaşken eğilir” atasözümüz. Yine ağacın önemi kökünün toprakla buluşmasında bu buluşma ne kadar sağlam olursa gövde ve meyve de o kadar sağlam, kaliteli olacaktır. Mayayı kıvamında ve zamanında vermelisin ki, süt çökmesin hamur ne cıvık ne de çok katı olsun…
Tabii ki burada şunu da göz ardı etmemek gerekir. Bir Âdem (as) ı, evladı yüzünden, bir Nuh (as) ı, evladı yüzünden suçlamak mümkün müdür. Kişi bu anlamda maddi-manevi yapması gerekeni yapmıştır ama evlat taşın arasından kepek olarak çıkmıştır. O zamanda sabır gerekir, dua gerekir…
Toplum açısından olaya baktığımızda ise toplum kendisini oluşturan fert için uğraşır, didinir. Öğretmen, onun iyi bir öğrenim görmesi için bütün emeğini ortaya koyar. Doktor, onun sağlık-sıhhati için çabalar. Şoför, onun gideceği yere zamanında kazasız-belasız gitmesi için ter döker. Köylü, onun sofrasında ekmek, süt, meyve-sebze gıda eksik olmasın diye çalışır. Bakkal, kasap, manav, fırıncı, ve diğerleri ona bunları ulaştırmak için vesile olur. Terzi, ayakkabıcı, kırtasiyeci ve sayılamayacak kadar çokları… Sanayicisi, siyasetçisi, sanatçısı, eğitimcisi ve dahası… Toplumun her katmanı kendi sahasında onu için üretir, emek harcar. Onun kullanımına ve faydasına sunar.
Bütün bu çabalar, ta ki o değirmen taşının arasına girinceye kadar sürer. Artık o da taşın arasından ya toplumun aydınlık yüzünü oluşturan bir fert ve kişilik olarak çıkar. Ya da toplumun karanlık yüzü olarak varlığını devam ettirir.
Yine burada ferdin taşın arasına girmeden önceki yetiştiriliş tarzı, hedef ve gayesi de onun taştan çıkış şeklini belirleyecektir.
Başta da ifade ettiğimiz gibi insanın hayat serüveninde gireceği değirmen taşı dönüm noktalarını çoğaltabiliriz. Unutulmaması gereken, bütün bunların ötesi ve özü, senin taştan nasıl çıktığındır.
Gelin, bu hafta sonu, suyun sesinin gönlümüze huzur vereceği, taşın sesinin bizi alıp götüreceği bir su değirmeni bulup ailecek gidelim. Ve kendimizi, bütün benliğimiz ile taşların arasına atıverelim
Taşın dönerken bizi bir oraya bir buraya savurup dışarıya atacağı o kısa zaman zarfında halimizi gözler önüne serelim, nefis muhasebesi yapalım.
Dinimiz, kitabımız, vatanımız, milletimiz, kendimiz, ailemiz, anne-babamız, akrabalarımız, komşularımız, dostlarımız, dünya-ahiretimiz için birinci sınıf kalite un olarak çıkmanın çarelerini elde etmeye çalışalım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder