Küçük
bir çocuğun istediği bayram hediyesi
Doç.
Dr. Ülfet Görgülü
Din
İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı
Bir
ramazan ayı… Mevsim kış. Hava soğuk mu soğuk. Rüzgâr insanın yüzünü kesiyor,
içine işliyor âdeta. Nereden geldiği bilinmeyen göçebe bir aile naylon ve
kartonları kullanarak iğreti bir çadır yapmışlar kendilerine, uzaktan denize
bakan boş arazinin bir köşesine.
Şehrin
bir yakasını diğerine bağlayan ana caddenin biraz içerisinde yoldan rahatlıkla
görülebilecek yerdeler, hayatın kıyısına tutunmuş bu insanlar. Biri yaşlı,
diğeri daha genç iki kadın ve farklı yaşlarda dört çocuk… Derme çatma çadırın
içinde bir yoksulluk öyküsü, anlatılması zor bir yaşam mücadelesi sürüp
gidiyor. Ne üstte var ne başta derler ya işte aynen öyle... Çocukların
kendileri büyümüş ama elbiseleri maalesef küçücük. Belli ki nice zamandır
eskisini atıp yeni bir şeyler alamamış, belki de hiç yeni giymemişler. Onun
bunun, başkalarının verdikleriyle yetinmeyi bilmişler.
Ve
işe gidip gelirken bu insanları fark ediyor bir beyefendi. Çadırın önünde yarı
çıplak koşturan çocukları. Kendisi paltosunun içinde bile üşürken, içini
yakıyor gördüğü manzara. Uykuları kaçıyor günlerce. Ne yiyip ne içiyor, bu kış
kıyamette nasıl ısınıyor bu aile? Ve sağanak yağmurun yağdığı o gece karar
veriyor, gidip onlarla tanışmaya, kabul ederlerse eğer yardım elini uzatmaya…
Sabah
biraz erken çıkıyor evden, arabayı uygun bir yere park edip barakaya doğru
yürüyor.
Yanlarına
varıp, “selam” veriyor. Hikâyelerini dinliyor ayaküstü, durumlarına yakinen
şahit oluyor.
Yaşlı
kadın, yani evin(!) ninesi anlatıyor bir çırpıda bu beklenmedik misafire,
oğlunun bir iftiraya uğrayarak hapse düştüğünü, gelini ve torunlarıyla
topladıkları kartonları ve plastikleri satarak ekmeklerini kazanmaya, hayatta
kalmaya çalıştıklarını, gündüz neyse de akşamları yağmurda, ayazda ne çok
üşüdüklerini, çocukların yarı aç sabahladıklarını, üstlerine giydirecek doğru
düzgün bir şeylerinin olmadığını…
Dinledikçe
gözleri buğulanıyor, yüreği sızlıyor, utanıyor neden bu kadar geç kaldı diye,
selam vermek için bu aileye… Hani biz mümin idik! Hani müminler kardeşti! Hani
neyimiz varsa olmayanlarla paylaşacaktık, onlar aç iken biz tok yatmayacaktık!
Hani merhametli olacak, açın, garibin hâlini anlayacaktık! Bu düşüncelerle
yaşlı kadından hem özür diliyor hem izin istiyor, en kısa zamanda yeniden
uğrayacağının sözünü vererek. Bu sefer boş değil elbet eli dolu gelecek.
Tam
ayrılacakken beş yaşlarındaki kız çocuğu dikkatini çekiyor, gözleriyle sanki
bir şeyler söylemek istiyor gibi. Yanına yaklaşıyor, başını okşarken soruyor
yavrucağa:
—
Öbür gün bayram. Benden ne istersin, ne getireyim sana bayram hediyesi olarak
yavrum?
Bu
kısacık ve çile yüklü hayatında belki ilk kez böyle bir soru sorulmuştu ona.
“Dile benden ne dilersen” deniyordu âdeta. Bayramlık elbise, oyuncak bebek,
şeker, çikolata, canın ne çekiyorsa söyle alayım, diyordu merhametli bir yürek.
Şimdi bu kızcağız ne istese gerek?
Üstü
başı kirli ama yüreği pırıl pırıl bu yavru bakın ne istiyordu:
—
Amca, hiçbir şey istemiyorum ben kendime. Ama bak kardeşimin ayağına kaynar su
döküldü.
Canı
yanıyor, çok ağlıyor. Bayramda ilaç getirir misin kardeşime?
Bu
cevap karşısında eriyip bitiyor, gözyaşlarıyla bağrına bastığı bu yavrucaktan
bütün insanlığa yetecek bir kanaat ve merhamet dersi öğreniyordu.
Her
neredeyse şimdi o kız çocuğu, açık olsun bahtı...
Diyanet 2017 ramazan sayfası
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder