Tasavvufun gayesi bir mürşid-i kâmilin yol göstermesi ile nefsi tezkiye ve ruhu tasfiye edip kemâlâta ulaştırmaktır. Kişinin bu kemâlâtının nihayeti insan-ı kâmil makamına ulaşmaktır. Nesefî’nin de belirttiği gibi insan-ı kâmil şerîat, tarîkat ve hakîkatte kemâle ermiş kişidir. Bundan sonra ondan güzel söz, fiil, ahlak ve mârifet ortaya çıkar. Seyrü sülûk yolcuları bütün bunları elde etmek için gayret gösterirler. Nefsi tezkiye ve ruhu tasfiye ile bu güzelliklerin gerçekleşmesi için birçok ekol/mektep/tarikat oluşmuştur. Tasavvufta tarikatların ortaya çıkıp sistemleşmesi tekke ve zâviye gibi kurumların ortaya çıkması ile bu çaba bir disiplin içinde daha yoğun olarak devam etmiştir. Nefisle olan mücadele ilk müslümanlardan itibaren büyük bir titizlikle devam etmiştir. Bu mücadelede iki şey dikkat çekmektedir: Nefis ve onu terbiye edecek olan bir mürşid-i kâmil.
Hz. Mevlânâ’ya göre insanın aslî unsurlarından biri olan ve onun olumsuz tarafını teşkil eden nefis hiçbir zaman hafife alınmaması gereken çok kurnaz, hilekâr ve hiç acıması olmayan bir düşmandır. Onun hile, tuzak ve kurnazlığını sınırlamak mümkün değildir. O çok müthiş ve dehşet verici bir varlıktır. Bu varlık insandaki bütün fiil, duygu ve düşünceleri kötüye yönlendirme telaşında ve peşindedir. Hz. Mevlânâ da nefsin daha iyi anlaşılabilmesi için onu birçok varlığa benzeterek tanıtmaya çalışmıştır. Bu sebeple nefsi metaforik anlatımlarla izah etmiştir. Bu anlatımın temelini teşkil eden benzetmeleri ilk sûfîlerin nefsi tarifinde de görmekteyiz. Onlar nefislerinin köpek, sıçan ve diğer değişik şekilde kendi vücutlarına girip çıktığından bahsetmişlerdir. Bu şekilde insanın sahip olduğu duygu, düşünce, istek ve arzular çeşitli varlıklar vasıtası ile ortaya konularak ifade edilmeye çalışılmıştır. Yine Hz. Mevlânâ’ya göre insan her zaman düşmanına karşı tedbirli olmalıdır. Bu tedbir düşmanın elinde bulunan silahlara ve onun gücüne göre çeşitlilik gösterir. En büyük tedbir ise bu düşmanı çok iyi tanıyarak onun bütün plan ve saldırılarını etkisiz hale getirebilmektir. Nefsin düşmanlığı ve bu düşmanlığın hafife alınmaması aşikârdır. O zaman bu nefsi ve onun bütün saldırı yöntemlerini bilmek şarttır. Nefsin her biri diğerinden daha kötü ve tehlikeli birçok sıfatı vardır. Aslında her sıfat bir birinin içindedir. Her sıfat bir diğer sıfatı doğurur. Her sıfat bir diğer sıfatı tamamlar. Nefsin insanda bulunan şehvet, kibir, hırs, tamah, haset, dünya sevgisi ve zulüm gibi sıfatları ile diğer heva ve heveslere kapılmak kişiyi olumsuz duygu ve düşüncelere sahip kılar. Kişinin bunları fiiliyata geçirmesi ise tekâmül etmesinin önünde ayrı ayrı birer engeldir. Bütün bu kötü sıfatlara mükâbil ibadet, tövbe, sabır, salih amel, çile, tevazu, helal kazanç, bu kazançta cömertlik, bütün bu nimetlere şükür, Allah’tan korku ve ümit içinde olmak insanı olgunluğa ulaştıracak âmiller olacaktır. Bu tekâmülü elde edip bütün süflî fiil ve düşüncelerden kurtulmada en önemli hususların başında da bir mürşid-i kâmile tabi olmak gelir.
Dini anlatım ve tebliğde peygamberlerden sonra velâyet makamındaki bu mürşid-i kâmiller gelir. Bunlar Hakk’a giden yolda insanları sağ salim nefsin ve şeytanın elinden kurtararak sülûklarını tamamlatırlar. Onlar yol göstererek yolun tehlikelerinden haber verip bu tehlikelerden emin kılmak içindirler. Mürşid-i kâmiller tedaviye muhtaç olup hasta olduğunun farkında olmayanları iyileştiren ilâhi hekimlerdir. Ve bu seyrü sülûkta muhakkak bir mürşid-i kâmilin eteğine tutunmak gerekir. Kişinin istidâtı ne kadar çok olursa olsun böyle yapmadığı müddetçe tam bir tekâmülü elde etmesi mümkün değildir. Çünkü tasavvufta kişinin bir mürşidsiz sülûkunu tamamlaması mümkün görülmemiştir. Eğitilmemiş hayvan nasıl vahşi ve yabâni ise insanın nefsi de aynı şekildedir. Ondan eğitildiği zaman, eğitilebildiği kadar istifade edilir. Onun zararının en asgariye indirilmesi ve kötü yanlarının iyiliklere yönlendirilmesi gerekir. Tekâmülü kadar kendisine ve etrafına faydası olur. Tarla işlenmeyince ürün vermez. İşlenmediği zaman orada zararlı dikenler biter. İnsanda işlenmesi ve her türlü bakımının en güzel şekilde yapılması gereken varlıktır. Bu tarlayı işleyen ne kadar maharetli ve işin inceliklerini biliyorsa verim de o kadar mükemmel olacaktır. Nefisle mücadelede mürşide teslim olmak ve onun gösterdiği şekilde hareket etmek esastır. Bu teslimiyet, bilmediği hususlarda öğrenecekleri karşısında mürşidine olan güveninin ve kendisini istenilen hedefe ulaştırmada ona olan inancının göstergesidir. Ancak burada kendini hedefe götürecek olan mürşid seçimi hususuna çok dikkat edilmelidir. Hakiki mürşid, bütün benliği ile nefsin her türlü hevâ ve hevesinden kurtulup ilâhi aklın emrine girmiş kişidir. Böyle olursa ancak kendisine tâbi olanları da nefsin elinden kurtarabilir. Mürşid-i kâmil bu sülûk yolculuğunda saliklerden gelecek her türlü ezaya sabreder. Onları hedefe ulaştırıncaya kadar gayret gösterir. Onlardan hiçbir zaman yüz çevirmez.
Mürşid-i kâmil nefisten kurtulabilmenin ilk şartıdır. Kişinin bu nefsi çok iyi tanıyan ve kendisini kurtarmak hususunda maharetli olan bir mürşid-i kâmil bulup ona her şeyi ile teslim olması gerekir. Yine bu nefisten kurtuluş için her zaman gayret içinde olunmalıdır. Sürekli bir riyâzet ve mücâhede ortamında bulunmak gerekir. Aslında nefisten kurtulmak mümkün değildir. Nefisten kurtulmakta onu öldürmek, ruhun kuvveti vücudunda zâhir oluncaya kadar nefsin kuvvet ve sıfatlarını riyâzet ve mücâhede ile kırmaktır. Nefisten kurtuluş için onu öldürmek şarttır. Onun mürşid-i kâmilin mücâhede ve riyâzet bıçağı ile öldürülmesi gerekir. Bu öldürmek nefsi her türlü kötülük ve çirkinliklerden temizlemekle onu eğitmektir. Bu da tasavvufun temel esaslarından biridir. Aynı şey nefsin sıfatları içinde geçerlidir. Şehvet ve hırs gibi bu sıfatların da kişiden ayrılması mümkün değildir. Bunların terbiye edilip güzel işlere yönlendirilmesi gerekir. Yine bu nefisten kurtuluş için ağlayıp inlemek ve Hakk’a duadan geri kalmamak da şarttır. Kişi hakiki mâşuk olan Allah’a ulaşmak için gayret göstermelidir. O zaman mâşukunun kendisinde görmek istediği sıfatlarla vasıflanmaya çalışmalı ve onu memnun etmek için elinden geleni yapmalıdır. Kişi bunları yapabildiğinde Hakk’a ve hakikate nail olmaya başlar.
Hz. Mevlânâ nefis konusunu başlangıçta bir mürid ve devamında onu her haliyle keşfedip müşahede eden bir mürşid olarak bütün ayrıntıları ile ele almıştır. Hz. Mevlânâ her konuyu ele alırken ortaya koymuş olduğu uslubu Mesnevî’de nefsi anlatırken de ortaya koymuştur. İnsanların nefsi daha iyi anlayıp kavramalarını sağlamak amacıyla sembolizmi kullanmıştır. Kendine mahsus bir anlatım biçimi ile vermiş olduğu örneklerle nefsi açıklamıştır. Mesnevî’de nefsin tarifinden şekline, kötülüğünden düşmanlığının ciddiyetine, hilekârlığından insanları aldatmadaki maharetine, sıfatlarından bu sıfatların kötülüğüne, onu terbiye etmenin güçlüğünden terbiye etme yöntemlerine, terbiyede kimlere güvenip kimlerden uzak durmak gerektiğine, terbiye edememenin fenalığından terbiye etmenin neler kazandıracağına dair her hususta malumat verilmiştir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder