18 Haziran 2017 Pazar

MESNEVÎ’DE NEFİS // MESNEVİ // MEVLANA // NEFİS

MESNEVÎ’DE NEFİS


Hz. Mevlânâ (1207-1273), eserlerinde tasavvufî birçok mevzuyu ele almış ve bu konular hakkında bilgiler vermiştir. Meşhur eseri Mesnevî’de de nefis ile ilgili birçok tespitte bulunmuştur.

Mesnevî’nin ilk hikâyesinde nefis ve nefis ile ilgili mevzular anlatılırken son hikâyede de üç şehzâde ile Allah’a giden yolda tarikatların takip ettiği üç yol – tarîk-i şuttâr, tarîk-i ebrâr ve tarîk-i ahyâr - anlatılmaktadır. Aynı şekilde, Hz. Mevlânâ’nın bizzat kendisinin yazmış olduğu Mesnevî’nin ilk on sekiz beytinin her birinde de nefisle ilgili atıflara rastlanır. İlk beytinde ney ile kastın içi bütün kötülüklerden uzak sûfî, âşık veya sûret, lafız ve zat açısından bir mürşid-i kâmile tam bir benzerliğinin olduğudur.[1]

Bu âlem bir imtihan yeri ise o zaman hem senin yolunu şaşırtacak, hem doğru yolu bulmanı sağlayacak sebepler olacaktır. Hem bu yolculukta senin hedefe varmanı engelleyip tuzaklar kuracak, hem de seni bu tuzaklardan haberdar edip elinden tutup nihâi hedefe varmana yardımcı olacak dost ve düşmanların olacaktır. Bu hususla ilgili Hz. Mevlânâ bir kadı ile sofinin konuşmasına atıflarda bulunur. “Sofi, Cenâb-ı Hakk’ın her şeye kuvvetinin yettiğini ve kişiye istediğini istediği şekil ve zamanda vermesinin mümkünlüğünü belirtir. Durum böyle olunca bizi niçin bu nefis ve şeytan düşmanı ile baş başa bırakıp da onların tuzaklarına yakalanıp helak olmamıza müsâde ettiğini sorgular. Bizleri bu düşmanlardan uzak kılsa da bizler emniyet içinde çalışıp çabalamadan hiçbir zorlulukla karşılaşmadan Hakk’ın rahmetine ulaşsak diyerek güzel olanın bu olduğunu ifade eder. Kadı ise bunun bir hikmet icâbı olduğunu, bu şekilde hak edenle etmeyenin belirlenip ona göre mükâfatlandırılacağını belirtir. Burada kişinin ihtiyarının söz konusu olduğunu ve bu durumun kıyamette ortaya çıkacağını söyler. Nefis ve şeytanın seni zorlamayıp sadece kötülüğe gitmeni istediğini, meleklerde aynı şekil seni uyarıp şeytanın peşine takılıp âhiretini perişan etmemen hususunda sayısız ikazlarda bulunduklarını dile getireceklerdir.”[2]

“Rüstem ve Hamza’yla namussuz, aynı ve bir olsaydı bilgi ve hikmet bâtıl olurdu.[3]

Şeytanla melek, gayp perdesi ardında gizlice bu kötülükle iyiliği sana gösterir.[4]

Onların sözlerinden, gizlice söz söyleyenlerin bunlar olduğunu tanırsın.[5]

Hâsılı Şeytanla ruh, sana kötülüğü ve iyiliği gösterirler. Her ikisi de ihtiyarın olduğuna delildir.”[6]

Hz. Mevlânâ Mesnevî’nin ilk hikâyesinde lafız olarak nefsi kullanmasa da bundan sonra ki nefis kullanımlarında nefsi birçok varlığa benzetmiştir. Çeşitli din ve kültürlerde soyut kavramların anlatımında ebedi söz sanatlarının kullanımıyla bir ifadeyi anlamlı başka bir ifade ile anlatmak olan metaforik[7] bir anlam çerçevesinde nefsi izah etmeye çalışmıştır. Nefsi kimi yerde cansız bir varlığa kimi yerde bir insana kimi yerde bir hayvana, kimi yerde bir bitkiye benzeterek anlama kolaylığı ile beraber meseleyi daha iyi kavramamıza yardımcı olmuştur.

İnsanoğlunun gizli düşmanları çoktur. Bu düşmanlardan biri olan nefis de kötü sıfatlarını kullanarak kişinin gönlüne girmeye çalışır. Bundan dolayı akıllı davranıp tedbiri elden bırakmamak lazımdır.[8]

“İnsanoğlunun gizli düşmanı çoktur. İhtiyata riayet eden kişi, akıllıdır.

Bizden gizli; güzel, çirkin, nice mahlûkat vardır ki onlar, dâima gönül kapısını çalıp dururlar.”[9]

Hz. Mevlânâ, nefsi içimizde pusuya yatmış olan çok hâin ve düzenbaz bir varlık olarak görür. Nefsin her zaman bizi bir tuzağa düşürmek için fırsat kolladığını belirtip, bize Hz. Peygamber (sas)’in bir sözünü hatırlatır. “Mümin bir yılanın deliğinden iki defa sokulmaz.”[10] Bu sözü kendisinin işittikten sonra kabul edip uyguladığını söyler. Hz. Peygamber (sas)’in bu sözüne, nefsin düşmanlığının bu kadar açık olmasına ve her an öldürmek için beklemesine rağmen, ona tekrar tekrar mağlup olmanın kişiye yakışmayacağını bildirir.[11]

“İçinde pusu kurmuş olan nefis ise, kibir ve kin bakımından bütün adamlardan beterdir.

Benim kulağım “mümin, bir zehirli hayvan deliğinden iki kere dağlanmaz” sözünü işitti; Peygamberin sözünü canla, gönülle kabul etti.”[12]

Kişinin nefsi kendi ten evindedir ve orada gizlenmiştir. Hatta kişi onu oraya kendi eli ile yerleştirmiştir. Yine onu kendi eli ile beslemekte ve büyütmektedir. Bu Firavun’un Mûsâ (as)’ı besleyip büyütmesi gibidir. Firavun kendi düşmanını en yakınına almış, onu en güzel nimetlerle besleyip büyütmüştür. Durum böyle iken dışarıda da düşman aramıştır. Kişi de yapıp işlemiş olduğu fiillerin kötülüğünü görmez, bunları kendisine yaptıran asıl suçlu en yakınında olduğu halde farkına varmazda, kendisine başka düşmanlar bulmaya ve suçu başkalarına yüklemeye çalışır.[13]

“A firavun, niceye dek suçsuzları öldürecek, asıl suçlu olan nefsini hoş tutacaksın?[14]

Tenini besleyip yetiştiren; nefsine hizmet eden, sonrada başkalarının kendisine haset ettiğini, düşmanlıkta bulunduğunu sanan kişi gibi.

Bu, benim düşmanım, şu bana haset ediyor, der durur, halbuki kendisine haset eden, kendisine düşman olan o tendir, kendi nefsidir.

O adam Firavun’a benzer, bedeni de Mûsâ’ya. Böyle olduğu halde dışarıda “Nerede düşman?” diye koşmaktadır.

Nefsi ten evinde nazla, naimle beslenmektedir, kendisi başkalarına kin güdüp elini ısırmakta.”[15]

Nefsin, ruhunun âdeta bir gölgesi gibidir. Hiçbir yerde ve zamanda senden ayrılmaz. Sen ne kadar ondan kaçmaya çalışsan da kurtulamazsın.[16]

“Hâlbuki benim düşmanım da benim, benden kaçan da ben. Şu hâlde işim kıyamete kadar boyuna kaçmaktır.

Adama kendi gölgesi düşman olursa ne Hint’te emin olur, ne Huten’de.”[17]

Nefsin sana yapacağı en büyük düşmanlıklardan biri de senin gönül gözünün önüne parmaklarını koyup, Hakk ve hakikati müşahede edememeni sağlamaktır. Nefis o parmakları ile gönlümüzde yanacak ateşin tutuşmasına sebep olacak olan kıvılcımların, o ateşi alevlendirmemesi için gizlice kıvılcımlarımızı söndürür. Böylelikle bizim aşk ateşimiz tutuşamaz.[18]

“Fakat iki parmağını iki gözünün üstüne koy: bir şey görebilir misin? İnsaf et!

Sen görmesen de dünya yok değildir. Kusur, ancak şom, nefsin parmağında.

Kendine gel! Gözünden parmağını kaldır da ne istiyorsan gör.”[19]

Putların anası olan nefsin kötülüğünü ve onu kontrol altına almanın zorluğunu anlatmak için Hz. Mevlânâ, demir ve çakmak benzetmesini kullanır. İçimizde ki nefis çakmak taşıdır. Bir yere sürtünmekle kıvılcım çıkaran demirdir. Bu çakmak taşı ve demirden çıkan kıvılcımlar ise bizim hazlarımız, hevâ ve heves putçuklarımızdır. İnsanın içinde bu taş ve demir misali nefis olduğu müddetçe etrafa kıvılcım saçmaya devam edecektir. İnsan devamlı nefsin elinde olup onun lezzetleriyle oyalanacaktır. Ama nefsin bu kıvılcım misali olan lezzet, haz, hevâ ve heveslerini bertaraf etmek her ne kadar zor olsa da mümkündür. Kıvılcım çıkaran taş ve demirin üzerine su serpmekle onların kıvılcımını önlersin, ama bu geçici bir süreliğinedir. Çünkü taş ve demir kuruyunca tekrar kıvılcım saçmaya devam edecektir. Sen onların içinde bulunan asıl kaynağı, onların asıl hassasını yok edememişsindir. Bunun gibi nefsinin kıvılcımlarını yok edebilirsin ama onun kendisini yok etmediğin müddetçe o her fırsatta kıvılcım saçmaya devam edecektir. Kıvılcımlar değil onların asıl kaynağı olan nefis, mücadele ile tesirsiz hale getirilmelidir. O zaman kıvılcımları söndürmek kolaylaşacak ve yeni kıvılcımlarında ortaya çıkmasının önüne geçilmiş olacaktır.[20]

“Nefis; demir ve taştan yapılan çakmaktır, put kıvılcımdır. O kıvılcım su ile söner

Fakat taş ve demir (çakmak), su ile söner mi? Âdemoğlunda, bu ikisi oldukça ne vakit ve nasıl emin olur?”[21]

Nefsin tehlikesini Hz. Mevlânâ, farklı bir teşbihle anlatır. Nefis bir suyun kaynağı, onun tezâhürleri olan kötü fiil ve sıfatlar ise o suyun bir testinin içinde olmasıdır. Yine bu tezâhürler bir sel misalidir Ama nefis bu selin asıl kaynağı, kesilmeyen ve de bitmeyen tedârikçisidir. Sel ise bir zaman sonra duracak ve tesiri azalıp zararı sona erecektir. Nefsin haz ve lezzetleri, içinde suyun bulunduğu bir testi ve bir bardak gibidir. Bu testi ve kaptaki sular bitip tükenebilir. Ama bunların doldurulduğu kaynak ise devamlıdır. Yine bu bardak veya testiyi bir küçücük taş parçası kırabilir. Böylece içinde ki suyun dökülüp yok olması sağlanabilir. Ama bu küçücük taş ile o testinin doldurulduğu kaynağa hiçbir şey yapamazsın. Hatta o kaynak o taşı yutar, önüne alıp götürür. Zor ama imkânsız olmayan bu kaynağı kurutmak gerekir ki ondan diğer kaplar dolamasın.[22]

“Put, bir testide gizli kara sudur. Nefsi, muhakkak olarak o kara suya pınar bil.

O, yontulmuş put, kara sel gibidir. Put yapan nefis, anayolda bir pınardır.

Bir taş parçası yüz testiyi kırar ama pınar suyu durmadan kaynar.

Put kırmak kolay, gayet kolaydır. Fakat nefsi kolay görmek cahilliktir.”[23]

Hz. Peygamber (sas)’in etrafında pervâne gibi olan ashâb-ı kiram her zaman ondan istifade etmeye çalışırlardı. Ona bilmediklerini sorar ve öğrenip tatbik ederlerdi. Ashâbın, Hz. Peygamber (sas)’e sordukları sorunun başında nefis geliyordu. Çünkü o hileleri gizli olan bir düşmandı ve bu hileleri bilebilmekte oldukça zordu. Onlar bu konunun hassasiyetinden dolayı ibadetlerin fazilet ve sevabından çok nefisten onun hile ve tuzaklarından, ibadetler de ihlâsa nasıl mâni olduğundan sorarlardı. Böylece nefsin her türlü kötülüğünü tanıyıp bilirlerdi.[24]

“Bunun için (gizli hileyi anlamak müşkül olduğundan) bazı Eshab, Peygamber’den, azgın ve hilekâr nefsin hilelerini sorarlar;

“Nefis, ibadetlere ve candan gelen ihlâsa gizli garezlerden ne karıştırır?” derlerdi.

Peygamber’den ibadetin faziletini ve sevabını arayıp sormazlar; “Apaçık ayıp hangisidir?” diye kötü huyları sorarlardı.

Gülü, kerevizden fark edercesine kıldan kıla, zerreden zerreye nefis hilesini tanır, bilirlerdi.”[25]

Nefis o kadar fırsatçıdır ki sana kendince küçük bir şeymiş gibi bir fiil işletir. Ancak senin bu bir anlık meylin sonunu hazırlar. Bir anlık meyil Âdem (as) misali cennetten çıkarılmak gibi büyük bir kayıp ve ceza ile sonuçlanır. Her ne kadar işlenen suç ve nefse tâbi olmak küçük bir şey gibi görünse de bu Hakk indinde büyük bir cürümdür. Nefse uyup onun vesvesesinin peşinden gitmek küçücük kıl misali gibi olsa da, bu kıl Hakk’ın tecellisi önünde bir dağ gibidir. Böyle kişiden melekler bile uzaklaşır.[26]

“Âdem peygamber, nefis zevkine bir adım attı, cennetin baş köşesinden ayrılma zinciri, boğazına geçti.”[27]

Nefis, insanı hemen öldüren bir zehir olduğu gibi onun her türlü sıfatı da sana kurmuş olduğu zehirlerle dolu bir tuzaktır. Seni güzelliklerle kandırır ve gizlemiş olduğu zehirli tuzağında harap eder. Onun sana uzattığı her şeyi elma şekeri bil, dışından oldukça güzel ve tatlıdır ama bu güzelliğin ardında zehir saklıdır. Onun zehri ile zehirlendiğin zaman öyle bir hastalığa müptela olmuşsundur ki nereye baksan, neye dokunsan hastalığın oraya bulaşır, orayı harap eder. Eline mücevher gibi kıymetler de geçse nefsinin illeti yüzünden taş olur. Orada muhabbet savaşa dönüşür.[28]

“Şeker görür ama o gık demeden öldüren zehir kesilir. Yol sanır, fakat yol gösteren esas, esasen gul sesinden ibarettir![29]

Çünkü, tuzağın içinde ki taneler zehirlidir. Kördür o kuş ki tuzaktan tane diler.[30]

Öldürücü zehirin görünüşü baldır, süttür. Kendine gel de haberdar bir pîrin sohbeti olmadıkça, yürüme.”[31]

Nefis hiçbir zaman âhirette rahat etmeni sağlayacak ameller işlemeni ve iyi işlerle meşgul olmanı istemez. Onun bütün gayreti seni fâni olan mânevî değer ve getirisi olmayan işlerle meşgul edip bu dünyada peşinden koşturmaktır. O âhiret için hazırlık yapmana fırsat vermeyerek seni oyalamak ister. Hatta o hayırlı bir amel yapmanı istiyor olsa da muhakkak onun altında seni kandırmak için bir hile ve düzen vardır.[32]

“Bu aşağılık nefis, senden fâni kazanç ister. Fakat niceye bir aşağılık şeyleri kazanıp duracaksın, bırak artık, yeter.!

Aşağılık nefis eğer senden yüce bir kazanç dilese bile bu dilekte hile ve düzen vardır.”[33]

Nefis ve şeytan, sen ne zaman gafleti üzerinden atıp dine sarılıp gayrete yönelsen. İlim ve hikmet elde etmeye karar verip başlasan. Sana seslenerek dünya nimetlerini ve dünya da yoksul kalmanın fenalığını hatırlatırlar. Önündeki günlere bakarak daha gencim, yarın dine, ilme gayret ederim, dersin. Ve şeytanın, nefsin peşinden gidersin. Ne zaman ki uyanmana sebep olacak ölümler görürsün, bir daha dönmemek üzere dine sarılırsın. Ama çok geçmeden nefsin hâin vesveseleri seni gayretten alıkoyar. Nefsin ve şeytanın bu sesiyle yılların geçer, gider. Artık nefsin kulu olmuş ve kıskıvrak yakalanmışsındır. Seni nura kavuşmaktan o kadar ümitsiz hale getirmiştir ki, artık bu gidişin dönüşü olmayacağı gibi yanlış düşüncelerle âhiretini harap etmeye başlamışsındır.[34]

“Sen de din yoluna girmeye, o yolda çalışmayı kurarsın ama şeytan, içinden seslenir:

“A sapık, o yola gitme, eziyetlere düşer, yoksul olur, kalırsın.

Dostlarından ayrı düşer, hor hakir bir hale gelir, pişman olursun!”

Sende o melun Şeytan’ın sesinden korkar, yakînden kaçar, sapıklığa düşersin.

“Hele yarın, hele öbür gün din yoluna girer, koşar, yürürüm… daha önümüzde vakit var” dersin.

Sağdan, soldan ölümün gelip çattığını görürsün… komşuların ölür, evlerinden feryatlar yükselir.

Derken yine can korkusundan din yoluna girmeye niyetlenir, bir an olsun kendini adam edersin.”[35]

Doğanın, kazı sudan çıkarmak için bahaneler uydurup yalancı lezzetler sunması gibi nefis ile şeytan kişiyi kandırmak ister. Su gibi hayat veren şeriat ve tarikat içinde yaşayan müminleri, oradan çıkartıp nefsin lezzetler sahrasına çağırırlar. Nefis kişiyi tarikat ve şeriat kalesinden dışarı çıkarıp mağlup etmek için çalışır.[36]

“Şeytan da doğan gibidir. Kazlar, koşun, kendinize gelin, su kalesinden dışarıya az çıkın.”[37]

Nefis, çok insafsızdır. Hiç acıması yoktur. Senden yüzlerce şey alıp götürür. Senin ondan aldığın en ufak şeyi dahi görmemezlikten gelmeyip hemen feryada başlar. Onun için alçak nefse hiçbir zaman iyilik etmeye değmez. Çünkü sen ona ihsanda bulundukça azgınlaşır ve inkâr eder. Ona daimi eza ve cefa lazımdır.[38]

“Ey hür can, sen ona tövbe etmesi, yargılanma dilemesi için inci verirsin de o sana taş bile vermez… işte nefsin insafı![39]

Sabırla nefsin belini bük. O alçaktır, kötüdür, iyilik etmeye gelmez ona![40]

Bu alçağa da cefa eder, onu kahreylersen sana aşırı vefalar gösterir, kulun kölen olur.”[41]

Nefis, sende bulunan sıfat, hüner ve meziyetleri sana karşı kullanmasını çok iyi bilir. Senin bu sıfatların da kılıç misalidir; iyi kullanabilirsen zafer elde edersin, nefsin eline geçerse bu kılıçla yaralanırsın. Bu sıfatlar senin düşmanın ve helâkine sebep olmuş olur. Nefis, bu sıfatları hep gün yüzünde tutmak, onlarla gurur, kibir vs. sahibi olmanı ister.[42]

“Ne kolumda kuvvet var, ne dayanacağım bir yer. Kılıcımı atmazsam düşmanım elimden alır, onunla beni yaralar.

Bu kötü huylu nefis, yüzünü örtmemekte. Bende onun inadına yüzümü yırtmadayım.”[43]

Nefis, Hakk’tan o kadar uzaktır ki bir gün bile O’nu hatırlamamıştır. O’nun karşısında halinin kötülüğünü itiraf edip bağışlanma dileyip gözyaşı dökmemiştir. Kendisi Hakk’tan uzak olduğu gibi herkesi de Hakk’tan uzaklaştırmak ister. Bunun için de her türlü yola başvurur. Hatta senin iyiliğini düşünüyormuş gibi görünüp senin halini perişan eder de haline geçip güler. O, şeytanla beraber Hz. Âdem ve Havva’yı da, bu buğday ilaçtır, diye kandırmıştı.[44]

“Bu zâlim, bir gün bile Allah’a yüz tutup ağlamadı, inlemedi. Ağzından bir kerecik olsun aşkla, derle “Yarabbi” sözü çıkmadı.[45]

Ey Allah yardımını dileyen Âdem ve Havva, ilaç için bunu yiyin, “Ebedî olarak yaşarsınız” demişti ya!”[46]

Nefis her türlü nimete bahaneler bulan yazın kışı, kışın yazı isteyen ne varlıktan ne de yokluktan razı olandır. Dolayısı ile bütün bunları meydana getirip yaratan Rabbine karşı küfrâni nimette bulunan insan misali, hiçbir şeyden hoşlanmaz. Her şeyde bir noksanlık ve eksik bulmaya çalışan nankör bir varlıktır.

“Geberesi insan, efendisine ne de kâfirdir ya… hidayete nail oldu mu tutar, inkâra sapar.

Nefis, bu çeşit mahlûklardandır da onun için gebertilmeye lâyıktır… onun için Allah “Öldürün nefislerinizi” demiştir.”[47]

Nefis, daima bir illet ve maksat peşindedir. Onun dostluğu olmaz. Onunla başlayan dostluklar da, zamanla sevgi ve muhabbet azalır. Ortaya nefsin gerçek yüzü olan nefret ve düşmanlık çıkar.[48]

“Fakat nefis, aşağılık bir nefisle tanışır, dost olursa şüphesiz olarak bil ki dostluk, zaman geçtikçe azalır.

Çünkü nefsin dâima bir illet, bir maksat etrafında döner, dolaşır… dostluğu, bilişiği de çabucacık bozar!”[49]

Nefis ve şeytan senin aklını çelmek için her şeyi yaparlar. Seni itikâdi meselelerde yanlış düşüncelerle kandırırlar. İşlemiş olduğun kötülüklerde senin bir tesirinin olmadığını, bunları işlemene Allah’ın sebep olduğunu, böyle olunca senin de günaha mecbur olduğunu söylerler. Sen de zevk içinde güle oynaya günah işlersin. Diğer taraftan ruhunun istediği mânevîyatı işlemeye gelince ibadet ve taat bana yaptırılmıyor dersin. Emr-i ilâhiyi yerine getirmemede, kendini mecbur ve mâzur görürsün, kendi ihtiyar ve irâdeni isbat etmezsin.[50]

“Eteklerin çemrer de isyana öyle koşar, gidersin… bu kadar hoşlukla, bunca istekle cebir olur muymuş hiç?[51]

Nefsin neyi isterse ihtiyarın var, fakat aklının istediği şeyde mecbursun ha![52]

Ama nefis ve heva ve heves nöbeti geldi miydi sana yirmi er kuvveti gelir.”[53]

Nefis ile şeytan Cenâb-ı Hakk’ın Muzîll isminin mazharıdırlar. Hakikatleri ve hakikatte birdirler. Nefis, Hakk’a ve O’nun emrine muhaliflikte ne ise, şeytan da aynıdır. Fakat âlem-i keseratta iki surette zâhir olmuşlardır. Hz. Âdem’i topraktan ibaret bir beden olarak gördüklerinden ona düşman olmuşlar ve ona haset edip secde etmekten kaçınmışlardır. Ardından da Hz. Âdem’i kendi süfli mertebelerine çekmek için çeşitli hilelere başvurmuşlardır. Onun cennetten çıkarılmasına sebep oldukları gibi oğullarının da oraya girmelerine mâni olmak için yemin etmişlerdir.[54]

“Nefsle Şeytan, ikisi de birdir…surette kendisini iki gösterdi.”[55]

 Cenâb-ı Hakk Kur’ân-ı Kerîm de şeytanı “Hannâs”[56] deyi vasıflandırmıştır. Çünkü o çok sinsidir, özellikle imana düşmandır. O kertenkele gibi saldırır da ardından hemen bir deliğe saklanır. Şeytanın da insanın gönlünde nice delikleri vardır. Her bir delikten başını çıkartır, sana düşmanlığını yapar ve hemen gizlenir. Yine şeytan kirpi gibidir. Kirpi nasıl ki düşmanından saklanmak için başını gizler. Düşmanına dikenleri ile zarar verir ve yaralanan düşmanını bir anda mağlup eder. Şeytanda senin en ufak gafletinde sana türlü vesveselerle saldırır. Diken misali zehirli havâtırları ile senin aklını ve gönlünü yaralar. Nihayetinde seni yakalar ve öldürür. Ama sen ne zaman zikir, evrâd ve amel ile meşgul olmaya başlasan gizlenir. Sana saldırmak için dışarı çıkamaz.[57]

“İçinde, aklı alan, cana da düşman, dine de düşman olan böyle bir düşmanın var.

Bir an kertenkele gibi saldırır… derken hemencecik bir deliğe kaçıverir.[58]

Allah, Şeytan’a “Hannâs” dedi. Şeytan, kirpinin kafasına benzer.

Kirpi, kötü avcıdan ürker de büzülür, başını gizler.

Fırsatını bulunca başının çıkarır… bu hileyle yılanı bile zebun eder.”[59]

Hz. Mevlânâ, nefis ve şeytanın hakikatte bir olduklarını, düşmanlıklarının aynı olduğunu belirttikten sonra, bir şeye dikkat çeker. Bu düşmanlar arasında en kuvvetlisinin nefis olduğunu, diğer düşmanların bu nefisten hız ve güven aldıklarını belirtir. Bu nefis olmasaydı şeytanın bize zararının bu kadar olamayacağını ve Hakk’a giden yolda bu kadar yolumuzu kesemeyeceğini söyler. Hz. Peygamber (sas)’in hadis-i şerifini hatırlatır.[60]

“Nefis senin iç âleminde yolunu kesmeseydi bu yol kesiciler, sana el atabilir miydi?[61]

Hadisteki şu güzel öğüdü duy; Düşmanlarınızın en kuvvetlisi, içinizdedir!”[62]

Hz. Mevlânâ, bizlere şeytanın uzun ömür istemesinin hikmetini açıklar. Bu düşmanın bizi nelerle kandırıp nasıl aldatacağını, bizi boş kuruntu ve hayallerin peşine takıp sürükleyeceğini de beyan eder. Ardından kurtuluş reçetesini verir.[63]

“Seni gâh gezip eğlenme, gâh dükkân açıp alışveriş etme, gâh ilim öğrenme, gâh ev bark kurup çoluk çocuk sahibi olma hayallerine düşürür.

Kendine gel hemen “Lâhavle” de. Ama sade dille değil; candan gönülden!”[64]

Nefis çetin ve zorlu bir düşmandır. Elleri bağlı bile olsa - savaşa giden sûfîye, öldürüp gâzi olması için elleri bağlı olarak verilen esirin yaptığı gibi - dişleri ile seni mağlup edip öldürmek ister. Nefsin eli bağlı dahi olsa dişleri misali olan sıfatları ile seni yere yatırıp ruhunun boynunu ısırmakla öldürmek ister.[65]

“Sende eli bağlı olan nefsinin elinde tıpkı o sofi gibi alta düşmüş, kendinden geçmişsin.”[66]

Nefse, onun hevâ ve hevesine tâbi olursan ruhunun dimağını bozar. Böylece ilâhi mârifeti, misk-i amberi hissedemez olursun. Zamanla bunlar senin için itibarsız hale gelmeye başlar.[67]

“Heva ve hevesine uyarsan dimağın bozulur. Misk ve amber sence hiçbir şeye yaramaz bir hâle gelir.”[68]

Nefis münafıktır, sapıktır, kâfirdir, mürâidir ve ayıplarla doludur. Onun kişiye en ufak bir faydası yoktur. Nefis güzel bir yüzde ki çirkin burun gibidir.[69]

“Dedim ki: A nefisceğiz, hem münafık olarak yaşamadasın, hem münafıkça ölmedesin, nesin sen?

İki âlemde de mürai imişsin, iki âlemde de hiçbir şeye yaramazmışsın meğer.[70]

Bir mümin, iki sapıkla arkadaş oldu. Aklın, şeytan ve nefisle arkadaş olması gibi.”[71]




[1] Tâhiru’l-Mevlevî, I, 51; Ahmed Avni Konuk, Mesnevî-i Şerif Şerhi, (yayına haz. Selçuk Eraydın, Mustafa Tahralı), Gelenek Yayınları, 2. Baskı,  İstanbul 2004, I, 71; XII, 523; İsmail Rüsûhî Ankaravî, Mesnevî’nin Sırrı Dîbâce ve İlk 18 Beyit Şerhi, (haz. Semih Ceylan, Mustafa Topatan), Hayy Kitap, Mart 2008, İstanbul, s. 154.
 
[2] Konuk, X, 278, 279; XI, 563-565.
[3] Mesnevî, VI, 1752.
[4] Mesnevî, V, 2989.
[5] Mesnevî, V, 2991.
[6] Mesnevî, V, 3004.
[7]Ahmet Ögke, “Mevlânâ’nın Mesnevî’sinde “Har (Eşek) Metaforu”, Tasavvuf İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, Yıl 8, Sayı 18, Ocak-Haziran 2007, Ankara. 2006, s. 19, 20; Svitlana Nesterova, Mevlânâ’nın “Mesnevî” İsimli Eserinde Metaforik Anlatımın Metafizik Boyutu, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2011.
[8] Konuk, I, 332.
[9] Mesnevî, I, 1034-1035.
[10] Müslim, “Zühd”, 63.
[11] Tâhiru’l-Mevlevî, I, 516; Konuk, I, 302.
[12] Mesnevî, I, 906-907.
[13] Konuk, III, 222; VIII, 18; IX, 237.
[14] Mesnevî, IV, 1921.
[15] Mesnevî, II, 772-775.
[16] Konuk, IX, 236.
[17] Mesnevî, V, 670-671.
[18] Tâhiru’l-Mevlevî, I, 261; Konuk, I, 426; Mesnevî, I, 384-386.
[19] Mesnevî, I, 1401-1403.
[20]Tâhiru’l-Mevlevî, II, 460; Konuk, I, 271, 272; Kadir Özköse, “Mevlânâ’da Nefis Terbiyesi”, Gönlümüzde Yankılanan Ses Mevlânâ, Diyanet Aylık Dergi eki, Sayı 204, Aralık 2007, s. 24.
[21] Mesnevî, I, 773-774.
[22] Tâhiru’l-Mevlevî, II, 462; Konuk, I, 273.
[23] Mesnevî, I, 775-778.
[24] Konuk, I, 186.
[25] Mesnevî, I, 366-369.
[26] Konuk, III, 22; Mesnevî, II, 16-18.
[27] Mesnevî, II. 15.
[28] Konuk, VI, 82, 442; XIII, 67; Mesnevî, III, 2693-2694.
[29] Mesnevî, II, 2310.
[30] Mesnevî, V, 1414.
[31] Mesnevî, VI, 4093.
[32] Konuk, IV, 214.
[33] Mesnevî, II, 2602-2603.
[34] Konuk, VI, 512, 513.
[35] Mesnevî, III, 4326-4332.
[36] Tâhiru’l-Mevlevî, IX, 114; Konuk, V, 128, 129; Mesnevî, III, 432-433.
[37] Mesnevî, III, 434.
[38] Konuk, VI, 22, 156
[39] Mesnevî, III, 2471.
[40] Mesnevî, III, 2979.
[41] Mesnevî, III, 2981.
[42] Tâhiru’l-Mevlevî, XIV, 192; Konuk, IX, 234.
[43] Mesnevî, V, 661-662.
[44] Konuk, VI, 23; IX, 64; XI, 445; Mesnevî, V. 157.
[45] Mesnevî, III, 2468.
[46] Mesnevî, VI, 1342.
[47] Mesnevî, III, 373- 374.
[48] Konuk, VI, 82.
[49] Mesnevî, III, 2690-2691.
[50] Konuk, VII, 401,402; X. 300.
[51] Mesnevî, IV, 1396.
[52] Mesnevî, IV, 1401.
[53] Mesnevî, V, 3071.
[54] Tâhiru’l-Mevlevî, XI, 1055; Konuk, VI, 212, 435; Mesnevî, III, 3197-3198.
[55] Mesnevî, III, 4053.
[56] en-Nâs 114/4.
[57] Tâhiru’l-Mevlevî, XI, 1057; Konuk, VI, 436, 437.
[58] Mesnevî, III, 4055-4056.
[59] Mesnevî, III, 4060-4062.
[60] Tâhiru’l-Mevlevî, XI, 1055; Konuk, VI, 438.
[61] Mesnevî, III, 4063.
[62] Mesnevî, III, 4066.
[63] Mesnevî,  II, 630-640.
[64] Mesnevî, II, 641-642.
[65] Konuk, X, 492.
[66] Mesnevî, V, 3756.
[67] Konuk, IX, 307.
[68] Mesnevî, V, 906.
[69] Konuk, X, 502, XII, 330; Mesnevî, VI, 2951, 4796.
[70] Mesnevî, V, 3797-3798.
[71] Mesnevî, VI, 2378.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İMAN - İTAAT

İMAN- İTAAT Bizler bazı şeyleri ya yanlış anlıyoruz yada işimize öyle geliyor o şekilde kullanıyor, davranıyor , savunuyoruz. Alla...