Öküz, nefis; ten ise onun suretidir. O, kötülüğün aslıdır. Allah’ı tanımak önünde en büyük engel ve sırların keşfine mânidir. Kendini efendi yerine koyar, büyüklük taslamaya kalkar. Kendisinin kötü sıfatları önüne engel konulmasını istemez. Engel olana da hesap sorar. Kişiye bu nefis öküzü hâkim olursa aklı ve ruhu her zaman bu öküz tarafından süsülüp zarar görecektir. Öküz nefsinin esaretinde olmakla, Hakk ve hakikatten ayrılacak, onun bitmek bilmeyen istek ve arzularını yerine getirmekle meşgul olacaktır.[1]
"Kendine gel, öküzü dâva eden senin nefsindir; kendisini efendi yerine koymuştur, ululuk taslamaktadır.[2]
Nefis “Benim öküzümü nasıl olurda öldürürsün?” der. Çünkü nefis öküz, ten suretidir.[3]
Hz. Mevlânâ, nefsin nasıl doyumsuz olduğunu, açgözlülüğünü, dünyevi haz ve lezzetlerin peşinde koştuğunu bir adada tek başını yaşayan obur öküz hikâyesi ile anlatır. Nefis de sahibini geçici kaygılar peşinde sürükleyerek onun Hakk’a olan güvenini sarsar. Hırs, açgözlülük ve nimete nankörlük gibi sıfatlar ile kişinin mânevî hayatına engeller koyar.[4]
Sülûk yolcusunun da nefsin bu aldatmasına kanmaması lazımdır. Çünkü bu yaşına kadar her gün karnını doyurup aç kalmayacak kadar rızık ile rızıklandı. Öyle ise gelecekten de endişe etmeye gerek yoktur. Bunun için kişinin rızık hususuna takılıp kalmaması ve Hakk’a olan yolculuğuna yoğunlaşması gerekir.[6]
“Yıllardın yedin, yiyeceğin eksilmedi. Artık biraz da gelecek düşüncesini bırak da geçmişe bak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder