28 Haziran 2017 Çarşamba

NASREDDİN HOCA / TÜRK-İSLAM MİZAHI

TÜRK-İSLAM MİZAHI PÎR NASREDDİN HOCA

   
Nasreddin Hoca’nın tarihin hangi devrinde yaşadığı hususunda birtakım rivayetler olsa da sahih kaynaklar dikkate alındığında Anadolu Selçuklular zamanında yaşadığı anlaşılmaktadır. Türk dünyasının mizah kahramanı olan Hoca 1208 senesinde Eskişehir’in Sivrihisar ilçesine bağlı Hortu köyünde doğmuş, 1284 tarihinde Akşehir’de vefat etmiştir. Türbesi Akşehir’dedir.
         Bu bilgilerden anlaşılacağı üzere Nasreddin Hoca halkın zihninde tahayyül ettiği hayali, efsanevî bir kahraman değil, tarihin belli bir döneminde yaşamış, nükteli ve latifeli sözler söyleyen, akl-ı selim sahibi, neşeli, babacan bir halk bilgesidir.
         Nasreddin Hoca’nın ölüm tarihi latife ve tuhaflık için ters olarak (386 Hicri) yazılmıştır. Doğrusu Hicrî 683’tür.Bu da miladi 1284 tarihine tekabül etmektedir. Bu tarih dikkate alındığında Hoca’ya isnat edilen Timur’la arasında geçtiği varsayılan diyaloglar gerçeği yansıtmamaktadır.
        Konya ve Akşehir’de bir müddet kadı yardımcılığı, medrese hocalığı, imamlık yapan Hoca gösterişsiz, mazbut hayatı içinde gerçek bir halk adamı olarak gönüllere taht kurmuştur.
         Nasreddin Hoca cemiyetin aksayan yönlerini ince zekası ve kavrayış derinliğiyle bir psikolog ve sosyolog gözüyle ve tenkid ekseninde nükteli ve latifeli sözlerle ifade etmiştir. Hayatı ve kişiliği ile tanınan Hoca’nın şahsiyetinin ana çizgilerini fıkraları içerisinden çıkarmak mümkündür. Asırlar boyu bütün Türk toplumlarında fıkraları dilden dile dolaşmış; bu fıkralar Türkçe ve çeşitli dillerde defalarca yayınlanmıştır.
         Hoca cemiyet yapısını ve sosyal hayatımızı çok iyi bilmekte ve nükteli ve latifeli bir söyleyiş çerçevesinde cemiyetin eksik ve hasta taraflarını belirtmek suretiyle gerçekleri gün yüzüne çıkaran bir sosyologtur.
        Güldürürken düşündüren bir hikmet sahibi olan Nasreddin Hoca’ya zaman içerisinde halk tarafından mizah değeri taşıyan birçok latife isnat edilmiş ve gittikçe efsanevi bir hüviyet kazanmıştır. Hoca aynı zamanda Türk halkı nazarında bir velidir, ermiştir.
         Hoca’ sının; “-Sana kıyamete dek gülsünler” diye duasını alan Nasreddin Hoca’nın hayatı olduğu kadar vefatında iskan ettiği ebedi istirahatgahı da insanları güldürmekte ve düşündürmektedir. Mezarın her tarafı açık ve sadece bir tarafında büyükçe bir duvar ve kapısında kocaman bir kilit asılı durmaktadır.
         “Bir ziyafete yeni aldığı kürkü ile gittiği gün, gördüğü olağanüstü itibar üzerine “ye kürküm ye” deyişinde insanı yalnızca dış görünüşü ile değerlendiren “cemiyeti”; doğuran kazan hikayesinde “aç gözlülüğü” eleştirmekte, Akşehir gölüne yoğurt çalarken: “Göl yoğurt tutar mı?” diyenlere karşı: “Ya bir de tutarsa!” cevabıyla insanoğlunun sonsuz ümidini dile getirmektedir. Onun: “Parayı veren düdüğü çalar”, “Fakirin malı gözünün önünde gerek”, “Bilenler bilmeyenlere öğretsin” gibi, herbiri hikmet dolu fıkraları, her devirde tazeliğini muhafaza etmiştir.” 
         Yapı bakımından Hoca’nın fıkralarını iki kısımda inceleyebiliriz:
1.    Bir olay vardır ve bu olay içerisinde genelde üç beş kişiden müteşekkil kişiler vardır. Kahraman her zaman için Hoca’dır.
2.    Hoca olay ve diyalogun en sonunda kesin bir hüküm ifade eden hikmetli ve mizah değeri taşıyan latifesini ve nüktesini söyler.
Hoca’nın fıkralarında dil sadedir, konuşma üslubu hakimdir. Fıkralarında fazla ayrıntı yoktur. Süslü ve sanatlı ifadeler görülmez. Toplum ve insan eksenli bir mizah anlayışı vardır. Söz ustalığına sahip, eskilerin “mir-i kelam” dedikleri  zarif insanların ağzından dinlenilen Nasreddin Hoca fıkralarında alınması gereken çok ibretâmiz dersler vardır. Yazımızı nihayete erdirirken size Nasreddin Hoca’nın asırların eskitemediği hikmet ve irfan dolu fıkralarından bir demet sunmak istiyoruz.
Ama önce Türk halkının Nasreddin Hoca hakkındaki evliya olduğu telakkisini pekiştiren bir menkîbe arzediyoruz:
Nasreddin Hoca vefatını takip eden günlerde bir gece temiz kalpli bir kişinin rüyasına girer:
-Yarın cemaata haber ver, Cuma namazı için camiye gitmesinler. Gelip benim türbemi ziyaret etsinler, der.
Ertesi gün halk Hoca’nın dediğini yapar ve türbede toplanırlar. Tam Cuma vakti saatinde caminin kubbesi çöker ve cemaat büyük bir felaketten kurtulmuş olur.
          
        DAMDA
Hoca çıkmış,dam aktarırmış damda,
Kapı çalınmış bir an.
Eğilmiş bakmış: Bir adam.Adamda
Ne üst ne baş...Perişan.
Merak etmiş sormuş: “-Kimi istedin?”
“-Seni Hocam, biraz aşağı in.”
“-İyi ama ağam, işim acele;
Ne söyleyeceksen oradan söyle.”
“-Bir ricam var senden, küçük bir ricam
Aşağıya insen ne olur Hocam?”
Her halde iş mühim, anlamak gerek.
Bakalım neymiş muradı, diyerek
Takım taklavatı bırakıp dama
İnmiş kırk bir basamak merdiveni.
Açarak kapıyı sormuş adama:
“-Söyle ne  var, niçin indirdin beni?”
Adam demiş ki: “-Hocam,ne olursun!
Allah kazadan beladan korusun.
Dert verip derman aratmasın Rabbim.
Sevaptır, bir sadaka ver, fakirim.”
Bu lafları duyunca deliye dönmüş Hoca
Tâ damlardan inişine mi yansın,
Yarıda kalan işine mi yansın?
Ama Hoca bu, kurnaz...
“-Hele yukarı gel benimle biraz;
Üst tarafını orada söylersin.”
Varınca ikisi de nefes nefese dama
Hoca, dönmüş adama,
Demiş ki:”-Allah versin!”

                                 (Orhan Veli Kanık, Nasreddin Hoca)





          GARİBİN KİMİ VAR Kİ!
Bir gün Hoca, yokuşlarda ter dökerek, inişlerde tırnak sökerek dağ bayır aşarken bir dönemeç başında nefesi kesilir:
“Ömrümü yakama dikmediler ya, demek vâdem bu kadarmış.”
der. Bir torba kemik gibi yığılır yere...
         “Allah, eşin dostun eksikliğini vermesin, elbet gelir cenazemi kaldırırlar” diye bekler durur ama Hoca’nın sayıkladığını kim, nerden bilecek? Ne gelen olur ne giden, ne arayan ne soran olur.
         “Şu yalancı dünyada vefâ mı kaldı! Bari kendi ayaklarımla gidip haber vereyim” der. Öle dirile gider. Yana yakıla “vefat ettiğini” söyler ve yine dönüp gelir öldüğü yere. Karısı ardından bir ölü ağıtı tutturunca konu komşu başına toplanır:
         “Vah anam! Bu nasıl söz! Bu kara haberi kim yetiştirdi?”derler.Hatuncuk, iki gözü iki çeşme:
         “Ah komşular, der. Garibin kimi var ki kimi göndersin! Kendiceğizi gelip haber verdi. Sonra yine çekip merhum olduğu yere gitti.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İMAN - İTAAT

İMAN- İTAAT Bizler bazı şeyleri ya yanlış anlıyoruz yada işimize öyle geliyor o şekilde kullanıyor, davranıyor , savunuyoruz. Alla...