7 Temmuz 2017 Cuma

MESNEVİ, MEVLANA, MESNEVİ DE HİKAYE , Mesnevî’nin İlk Hikâyesi “Padişah-Câriye”


. Mesnevî’nin İlk Hikâyesi “Padişah-Câriye”

Hz. Mevlânâ Mesnevî’nin bu ilk hikâyesinde aşk, ruh, nefis, nefsin sıfatları, nefsin mertebeleri, nefsi ıslah, mürşid-i kâmil, yalancı mürşidler, mürid, akıl, ruhî hastalıklar ve tedavisi gibi birçok tasavvufi konuya değinerek bu hikâyeyi Mesnevî’yi anlamanın anahtarı görevi yüklüyor.

Hz. Mevlânâ burada padişahla ruhu, cariye ile akl-ı cüz’iyi, kuyumcuyla nefs-i emmâreyi, hastalığı tedavi etmeye çalışan doktorlarla yalancı mürşidleri ve tabib-i ilâhiyle de hakiki mürşid-i kâmilleri kastediyor. Yine buradaki câriye ile kastın nefis olduğu da söylenmiştir.[1]

Böyle olunca ruh olan padişah, câriye olan akl-ı cüz’i veya nefse, âşık olmuş oldu. Nefse uymuş, onun iradesine girmiş olan akl-ı cüz’iyi görüp ona âşık olan ruh, hakikatte de kendi sıfatı olan aklı elde etmek için onu satın almıştır. Ancak daha öncesinde nefsin himâyesinde bulunan, daha onun tesirinden tam olarak kurtulup temizlenemeyen akıl nefse olan arzusundan dolayı hastalanmıştır.[2]

Padişah, bir gün hususi adamları ile av için hayvana binmiş, giderken

Ana caddede bir halayık gördü, o halayığın kölesi oldu

Can kuşu kafeste çırpınmağa başladı. mal verdi, o halayığı satın aldı

Onu alıp arzusuna nail oldu. fakat kazara o halayık hastalandı.[3]

Aklı iyileştirmek nefsin elinden kurtarıp aslı yeri olan kendisine dönmesini sağlamak için ruh, hekimlik davasında bulunan zâhiri âlimleri-mürşidleri-toplayıp onlardan hastalığa bir çare bulmalarını istemiştir.[4]

Padişah sağdan, soldan hekimleri topladı. Dedi ki: “İkimizin hayatı da sizin elinizdedir.”[5]

Kendilerini zamanın Mesih’i görecek kadar kibirlenen bu mürşidler, her ne uygulamışlar ise de bir türlü hastayı iyileştirememişler hatta hastalık daha da ziyâdeleşmiştir.

Hepsi birden dediler ki: “Canımız feda edelim. Beraberce düşünüp beraberce tedavi edelim.

Bizim her birimiz bir âlem Mesih’idir, elimizde her hastalığa bir ilaç vardır.”[6]

İlaç ve tedavi nev’inden her ne yapıldıysa hastalık arttı, maksat da hâsıl olmadı.[7]

Hekimlerin, yalancı mürşidlerin aczi karşısında ruh, onlardan ümidini kesmiş ve bütün şifaların kaynağı, her derdin devâsı olan Allah’a koşmuş. Ruhun, nefis ve şeytan ile harp yeri olan mihrapta gözyaşı dökerek bütün benliği ile Cenâb-ı Hakk’a niyazda bulunmuştur.[8]

Padişah, hekimlerin âciz kaldıklarını görünce yalınayak mescide koştu

Mescide gidip mihrap tarafına yöneldi. Secde yeri gözyaşından sırsıklam oldu.[9]

Üzerine çöken ağırlıktan dolayı uyuya kalınca kendisine yol gösterilmiş ve hakiki hekimin- mürşid-i kâmilin- yarın geleceği haber verilmiştir. Gelen misafirin kendisine gösterilen hakiki mürşid olduğunu gören ruh huzura koşmuştur. Onunla hemhal olunca kendisinden geçmiş, âşık olduğu hasta aklı, unutmuş asıl mâşuk olan mürşid-i kâmili bulmuştur.[10]

Ağlama esnasında uykuya daldı. Rüyasında bir pîr gördü.

Dede ki: “Ey padişah, müjde; dileklerin kabul oldu. Yarın bir yabancı gelirse o, bizdendir.”[11]

Ne zaman sonra, kendine gelir ve onu hastanın yanına götürür. Hastayı görüp muayene eden hekim-i ilâhi hastalığı teşhis edip hastalığın kaynağına inmek üzere ona sorular sormaya başlar. İlim şubelerinden, onlara karşı muhabbetlerinden, içinde bulunduğu hallerden, üstadlarından, hemhal olduğu her şey ve herkesten sorular sormaya başlar. Ancak vücut ve enâniyet şehri olan Semerkand’tan sorulunca, kendisine cismâni lezzetleri güzel gösteren, âşık olduğu nefis kuyumcusu o şehirde olduğundan nabzı hızlı atmaya ve rengi değişmeye başlar. Böylece hastalığın asıl kaynağı, nefsin onun üzerindeki tesir yolları ortaya çıkmış olur.[12]

Padişahın rüyada gördüğü hayal de o misafir pîrin çehresinde görünüp duruyordu.[13]

Her ikisi de âşinalık (yüzgeçlik) öğrenmiş bir tek denizdi, her ikisi de dikilmeksizin birbirine dikilmiş, bağlanmıştı.[14]

O ağırlama, hâl hâtır sorma meclisi geçince o zatın elini tutup hareme götürdü.[15]

İnlemesinden gördü ki, o gönül hastasıdır. Vücudu afiyettedir ama o, gönüle tutulmuştur.[16]

Hekim tatlılıkla, yumuşak yumuşak dede ki: “Memleketin neresi? Çünkü her memleket halkının ilacı başka başkadır.[17]

Kız bütün sırlarını hekime açıkça söylemekte, kendi durağından, efendilerinden, şehrinden ve şehrinin dışından bahsetmekteydi.[18]

Nabzı, kimin adı anılınca atarsa cihanda gönlünün istediği odur (diyordu).[19]

Semerkand’ı sorunca nabzı attı, çehresi kızardı, sarardı. Çünkü o, Semerkand’lı bir kuyumcudan ayrılmıştı.[20]

Mürşid-i kâmil, aklı kendisinin iyileştireceğini, kendisini nefsin sıfatlarından kurtarıp rûhâni sıfatlarla vasıflandıracağını bunun için sevinmesini söyleyerek yanından ayrılır ve hastalığın tedavisi için kuyumcu olan nefsin getirilmesi gerektiğini padişah olan ruha bildirir.[21]

Hekim, “Hastalığının ne olduğunu hemen anladım. Seni tedavi hususunda sihirler göstereceğim.[22]

Ondan sonra hekim, kalkıp padişahın huzuruna gitti, padişahı bu meseleden birazcık haberdar etti

Dedi ki: “Çare şundan ibaret: bu derdin iyileşmesi için o adamı getirelim”[23]

Ruhun ilim ve tefekkür elçileri nefsi getirirler. Ve mürşid-i kâmil, aklın nefse verilmesini söyler. Böylelikle akıl, nefse uymakla iyileşecek ondan iyice hazzını alacak ve bundan sonra ki sülûk safhalarından ürkmeyecektir.[24]

O iki bey, kuyumcuya padişahtan muştucu olarak Semarkand’a kadar geldiler.[25]

Padişah, onu görünce pek ağırladı, altın hazinelerini ona teslim etti.[26]

Padişah, o ay yüzlüyü kuyumcuya bahşetti, o iki sohbet müştakını birbirine çift etti

Altı ay kadar murat alıp murat verdiler. Bu sûretle o kız da tamamen iyileşti.[27]

Altı ay sürecek bu beraberlik, nefsin altı mertebesiydi. Her bir ayda nefsin bir mertebesi kat edilecek ve bu zamanda mürşid-i kâmilin hazırladığı tevhid-i hakikat ve marifet-i hak şerbetiyle akıl iyileşip sıhhat bulurken nefis ise erimeye başlayıp ölmeye yüz tutmuştur. Nefsin akıl karşısında bir varlığı kalmayınca akıl, nefisten uzaklaşıp ruha dönmüş olacaktır. Akıl, nefsin öldürülmesi ile onun hevâ ve heveslerinden kurtulup terakki ve tekemmül etmeye başlamıştır.[28]

Ondan sonra hekim, kuyumcuya bir şerbet yaptı, kuyumcu içti, kızın karşısında erimeğe başladı.[29]

Kuyumcu, çirkinleşip hastalanınca, yüzü sararıp solunca kızın gönlü de yavaş yavaş ondan soğudu.[30]

Kuyumcu, bu sözleri söyledi ve hemen toprak altına gitti. O cariyecik de aşktan ve hastalıktan arındı, tertemiz oldu.[31]



[1] Konuk, I. 96; Tâhir-ul- Mevlevî, I, 89.
[2] Konuk, I. 97,98.
[3] Mesnevî, I, 37-40.
[4] Konuk, I. 98
[5] Mesnevî, I, 43.
[6] Mesnevî, I, 46-47
[7] Mesnevî, I, 51.
[8] Konuk, I, 104; Tâhir-ul- Mevlevî, I, 97,102.
[9] Mesnevî, I, 55-56.
[10] Konuk, I, 109, 110.
[11] Mesnevî, I, 62-63.
[12] Konuk, I, 140,141; Tâhir-ul- Mevlevî, I, 160.
[13] Mesnevî, I, 73.
[14] Mesnevî, I, 75.
[15] Mesnevî, I, 101.
[16] Mesnevî, I, 108.
[17] Mesnevî, I, 147.
[18] Mesnevî, I, 159.
[19] Mesnevî, I, 161
[20] Mesnevî, I, 168.
[21] Konuk, I, 143.
[22] Mesnevî, I, 171.
[23] Mesnevî, I, 182-183.
[24] Konuk, I. 146,149; Tâhir-ul- Mevlevî, I, 173.
[25] Mesnevî, I, 186.
[26] Mesnevî, I, 197.
[27] Mesnevî, I, 200-201.
[28]Konuk, I, 150; Tâhir-ul- Mevlevî, I, 190
[29] Mesnevî, I, 202.
[30] Mesnevî, I, 204.
[31] Mesnevî, I, 216.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İMAN - İTAAT

İMAN- İTAAT Bizler bazı şeyleri ya yanlış anlıyoruz yada işimize öyle geliyor o şekilde kullanıyor, davranıyor , savunuyoruz. Alla...