. Mesnevî’nin İlk Hikâyesi
“Padişah-Câriye”
Hz.
Mevlânâ Mesnevî’nin bu ilk hikâyesinde aşk, ruh, nefis, nefsin sıfatları,
nefsin mertebeleri, nefsi ıslah, mürşid-i kâmil, yalancı mürşidler, mürid,
akıl, ruhî hastalıklar ve tedavisi gibi birçok tasavvufi konuya değinerek bu hikâyeyi
Mesnevî’yi anlamanın anahtarı görevi yüklüyor.
Hz.
Mevlânâ burada padişahla ruhu, cariye ile akl-ı cüz’iyi, kuyumcuyla nefs-i emmâreyi,
hastalığı tedavi etmeye çalışan doktorlarla yalancı mürşidleri ve tabib-i ilâhiyle
de hakiki mürşid-i kâmilleri kastediyor. Yine buradaki câriye ile kastın nefis
olduğu da söylenmiştir.[1]
Böyle
olunca ruh olan padişah, câriye olan akl-ı cüz’i veya nefse, âşık olmuş oldu.
Nefse uymuş, onun iradesine girmiş olan akl-ı cüz’iyi görüp ona âşık olan ruh,
hakikatte de kendi sıfatı olan aklı elde etmek için onu satın almıştır. Ancak
daha öncesinde nefsin himâyesinde bulunan, daha onun tesirinden tam olarak
kurtulup temizlenemeyen akıl nefse olan arzusundan dolayı hastalanmıştır.[2]
Padişah, bir gün hususi adamları ile av
için hayvana binmiş, giderken
Ana caddede bir halayık gördü, o halayığın
kölesi oldu
Can kuşu kafeste çırpınmağa başladı. mal
verdi, o halayığı satın aldı
Aklı
iyileştirmek nefsin elinden kurtarıp aslı yeri olan kendisine dönmesini
sağlamak için ruh, hekimlik davasında bulunan zâhiri âlimleri-mürşidleri-toplayıp
onlardan hastalığa bir çare bulmalarını istemiştir.[4]
Kendilerini
zamanın Mesih’i görecek kadar kibirlenen bu mürşidler, her ne uygulamışlar ise
de bir türlü hastayı iyileştirememişler hatta hastalık daha da ziyâdeleşmiştir.
Hepsi birden dediler ki: “Canımız feda
edelim. Beraberce düşünüp beraberce tedavi edelim.
Bizim her birimiz bir âlem Mesih’idir,
elimizde her hastalığa bir ilaç vardır.”[6]
Hekimlerin,
yalancı mürşidlerin aczi karşısında ruh, onlardan ümidini kesmiş ve bütün şifaların
kaynağı, her derdin devâsı olan Allah’a koşmuş. Ruhun, nefis ve şeytan ile harp
yeri olan mihrapta gözyaşı dökerek bütün benliği ile Cenâb-ı Hakk’a niyazda
bulunmuştur.[8]
Padişah, hekimlerin âciz kaldıklarını
görünce yalınayak mescide koştu
Üzerine
çöken ağırlıktan dolayı uyuya kalınca kendisine yol gösterilmiş ve hakiki
hekimin- mürşid-i kâmilin- yarın geleceği haber verilmiştir. Gelen misafirin
kendisine gösterilen hakiki mürşid olduğunu gören ruh huzura koşmuştur. Onunla
hemhal olunca kendisinden geçmiş, âşık olduğu hasta aklı, unutmuş asıl mâşuk
olan mürşid-i kâmili bulmuştur.[10]
Ağlama esnasında uykuya daldı. Rüyasında
bir pîr gördü.
Ne
zaman sonra, kendine gelir ve onu hastanın yanına götürür. Hastayı görüp
muayene eden hekim-i ilâhi hastalığı teşhis edip hastalığın kaynağına inmek
üzere ona sorular sormaya başlar. İlim şubelerinden, onlara karşı
muhabbetlerinden, içinde bulunduğu hallerden, üstadlarından, hemhal olduğu her
şey ve herkesten sorular sormaya başlar. Ancak vücut ve enâniyet şehri olan
Semerkand’tan sorulunca, kendisine cismâni lezzetleri güzel gösteren, âşık
olduğu nefis kuyumcusu o şehirde olduğundan nabzı hızlı atmaya ve rengi
değişmeye başlar. Böylece hastalığın asıl kaynağı, nefsin onun üzerindeki tesir
yolları ortaya çıkmış olur.[12]
Padişahın
rüyada gördüğü hayal de o misafir pîrin çehresinde görünüp duruyordu.[13]
Her
ikisi de âşinalık (yüzgeçlik) öğrenmiş bir tek denizdi, her ikisi de
dikilmeksizin birbirine dikilmiş, bağlanmıştı.[14]
O
ağırlama, hâl hâtır sorma meclisi geçince o zatın elini tutup hareme götürdü.[15]
İnlemesinden
gördü ki, o gönül hastasıdır. Vücudu afiyettedir ama o, gönüle tutulmuştur.[16]
Hekim
tatlılıkla, yumuşak yumuşak dede ki: “Memleketin neresi? Çünkü her memleket
halkının ilacı başka başkadır.[17]
Kız
bütün sırlarını hekime açıkça söylemekte, kendi durağından, efendilerinden,
şehrinden ve şehrinin dışından bahsetmekteydi.[18]
Nabzı,
kimin adı anılınca atarsa cihanda gönlünün istediği odur (diyordu).[19]
Semerkand’ı
sorunca nabzı attı, çehresi kızardı, sarardı. Çünkü o, Semerkand’lı bir
kuyumcudan ayrılmıştı.[20]
Mürşid-i
kâmil, aklı kendisinin iyileştireceğini, kendisini nefsin sıfatlarından
kurtarıp rûhâni sıfatlarla vasıflandıracağını bunun için sevinmesini söyleyerek
yanından ayrılır ve hastalığın tedavisi için kuyumcu olan nefsin getirilmesi
gerektiğini padişah olan ruha bildirir.[21]
Hekim, “Hastalığının ne olduğunu
hemen anladım. Seni tedavi hususunda sihirler göstereceğim.[22]
Ondan sonra hekim, kalkıp padişahın
huzuruna gitti, padişahı bu meseleden birazcık haberdar etti
Ruhun
ilim ve tefekkür elçileri nefsi getirirler. Ve mürşid-i kâmil, aklın nefse
verilmesini söyler. Böylelikle akıl, nefse uymakla iyileşecek ondan iyice hazzını
alacak ve bundan sonra ki sülûk safhalarından ürkmeyecektir.[24]
O iki bey, kuyumcuya padişahtan muştucu
olarak Semarkand’a kadar geldiler.[25]
Padişah, onu görünce pek ağırladı, altın
hazinelerini ona teslim etti.[26]
Padişah, o ay yüzlüyü kuyumcuya bahşetti,
o iki sohbet müştakını birbirine çift etti
Altı
ay sürecek bu beraberlik, nefsin altı mertebesiydi. Her bir ayda nefsin bir
mertebesi kat edilecek ve bu zamanda mürşid-i kâmilin hazırladığı tevhid-i
hakikat ve marifet-i hak şerbetiyle akıl iyileşip sıhhat bulurken nefis ise
erimeye başlayıp ölmeye yüz tutmuştur. Nefsin akıl karşısında bir varlığı
kalmayınca akıl, nefisten uzaklaşıp ruha dönmüş olacaktır. Akıl, nefsin öldürülmesi
ile onun hevâ ve heveslerinden kurtulup terakki ve tekemmül etmeye başlamıştır.[28]
Ondan sonra hekim, kuyumcuya bir şerbet
yaptı, kuyumcu içti, kızın karşısında erimeğe başladı.[29]
Kuyumcu, çirkinleşip hastalanınca, yüzü
sararıp solunca kızın gönlü de yavaş yavaş ondan soğudu.[30]
Kuyumcu, bu sözleri söyledi ve hemen
toprak altına gitti. O cariyecik de aşktan ve hastalıktan arındı, tertemiz
oldu.[31]
[1] Konuk, I. 96; Tâhir-ul- Mevlevî,
I, 89.
[2] Konuk, I. 97,98.
[3] Mesnevî, I, 37-40.
[4] Konuk, I. 98
[5] Mesnevî, I, 43.
[6] Mesnevî, I, 46-47
[7] Mesnevî, I, 51.
[8] Konuk, I, 104; Tâhir-ul- Mevlevî,
I, 97,102.
[9] Mesnevî, I, 55-56.
[10] Konuk, I, 109, 110.
[11] Mesnevî, I, 62-63.
[12] Konuk, I, 140,141; Tâhir-ul-
Mevlevî, I, 160.
[13] Mesnevî, I, 73.
[14] Mesnevî, I, 75.
[15] Mesnevî, I, 101.
[16] Mesnevî, I, 108.
[17] Mesnevî, I, 147.
[18] Mesnevî, I, 159.
[19] Mesnevî, I, 161
[20] Mesnevî, I, 168.
[21] Konuk, I, 143.
[22] Mesnevî, I, 171.
[23] Mesnevî, I, 182-183.
[24] Konuk, I. 146,149; Tâhir-ul-
Mevlevî, I, 173.
[25] Mesnevî, I, 186.
[26] Mesnevî, I, 197.
[27] Mesnevî, I, 200-201.
[28]Konuk, I, 150; Tâhir-ul- Mevlevî,
I, 190
[29] Mesnevî, I, 202.
[30] Mesnevî, I, 204.
[31] Mesnevî, I, 216.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder