7 Temmuz 2017 Cuma

MESNEVİ, MEVLANA, DÜŞMAN, NEFİS


Nefis

Bu âlem bir imtihan yeri ise o zaman hem senin yolunu şaşırtacak, hem doğru yolu bulunmanı sağlayacak sebepler olacaktır. Hem bu yolculukta senin hedefe varmanı engelleyip tuzaklar kuracak, hem de seni bu tuzaklardan haberdar edip elinden tutup nihâi hedefe varmana yardımcı olacak dost ve düşmanların olacaktır. Bu hususla ilgili Hz. Mevlânâ bir kadı ile sûfinin konuşmasında atıflarda bulunur. Sûfi, Cenâb-ı Hakk’ın her şeye güç ve kuvvetinin yettiğini, kişiye istediğini, istediği şekil ve zamanda vermesinin mümkünlüğünü belirtir. Ve durum böyle olunca, bizi niçin bu nefis, şeytan düşmanı ile baş başa bırakıp da onların tuzaklarına yakalanıp helak olmamıza müsâde ettiğini sorgularda, ne olur sanki bizleri bu düşmanlardan uzak kılsa da bizlerde emniyet içinde çalışıp çabalamadan hiçbir zorlulukla karşılaşmadan Hakk’ın rahmetine ulaşsak diye, güzel olanın bu olduğunu ifade eder. Kadı ise bunun büyük bir hikmet icâbı bu şekilde olduğunu, bu şekilde hak edenle etmeyenlerin ayırt edilip ona göre mükâfatlandırılacağını belirtir. Tabiî ki burada kişinin ihtiyarı söz konusudur. Bu durumun kıyamette ortaya çıkacağı nefis ve şeytanın seni zorlamayıp sadece kötülüğe gitmeni istediğini, meleklerde aynı şekil seni uyarıp şeytanın peşine takılıp âhiretini perişan etmemen hususunda sayısız ikazlarda bulunduklarını dile getireceklerdir.[1]

O cömert Allah, kulunun istediğini çalışmadan verse ne çıkar?

Artık kullarından pusula bekleyen nefis hilesiyle melûn şeytanın hilesini uzak tutsa ne olur ki?

Kadı dedi ki: acı emir olmasaydı, dünyada çirkin, güzel taş ve inci bulunmasaydı

Nefis, şeytan, heva, hevese… Zahmet, meşakkat, savaş olmasaydı

A perdesi, yırtılmış adam; padişah kullarına ne ad takardı?

Nasıl ey sabırlı, ey hilim sahibi, ey yiğitlik, ey hikmet ıssı diyebilirdi?

Yol kesen ve melûn şeytan olmasaydı sabırlılar, doğrular ve yoksulları doyuranlar, nasıl belli olurdu?

Rüstem ve Hamza’yla namussuz, aynı ve bir olsaydı bilgi ve hikmet bâtıl olurdu.[2]

Şeytanla melek, gayp perdesi ardında gizlice bu kötülükle iyiliği sana gösterir.[3]

Onların sözlerinden, gizlice söz söyleyenlerin bunlar olduğunu tanırsın.[4]

Şeytan, ey tabiat ve ten tutsağı der, ben bunu sana gösterdim, fakat zorlamadım ki

Melek de, ben sana, bu neşe yüzünden gamın artar demedim mi?

Hasılı şeytanla ruh, sana kötülüğü ve iyiliği gösterir. Her ikisi de ihtiyarın olduğuna delildir.[5]

Hz. Mevlânâ ilk hikâyesinde nefsi, lafız olarak kullanmasa da, bundan sonra ki nefis kullanımlarında, nefsi bir çok varlığa benzeterek, metaforik bir anlam çerçevesinde bizlere izah etmeye çalışmıştır. Nefsi kimi yerde cansız bir varlığa, kimi yerde bir insana, kimi yerde bir hayvana, kimi yerde bir bitkiye benzeterek, nefsin mahiyetinin anlaşılmasını kolaylaştırmaktadır.

Nefsin her anında bizi kandırma isteği vardır. İnsanoğlunun gizli düşmanları çoktur ve bu düşmanlardan biri olan nefis de kötü sıfatlarını kullanarak kişinin gönlüne girmeye çalışır.[6]

İnsanoğlunun gizli düşmanı çoktur. İhtiyata riayet eden kişi, akıllıdır

Bizden gizli; güzel, çirkin, nice mahlûkat vardır ki onlar, dâima gönül kapısını çalıp dururlar.[7]

Hz. Mevlânâ, nefsi içimizde pusuya yatmış olan çok hâin, düzenbaz biri olarak görür. Nefsin her dâim, bizi bir tuzağa düşürmek için fırsat kolladığını belirtip, bize Hz. Peygamber (sas)’ in bir sözünü hatırlatır. “Mümin bir yılanın deliğinden iki defa sokulmaz.”[8] Bu sözü kendisinin işitip, kabul edip uyguladığını belirtip, bize Hz. Peygamber (sas)’ in bu sözüne, nefsin düşmanlığının bu kadar açık olmasına ve bizi her an öldürmek için beklemesine rağmen, ona tekrar tekrar mağlup olmanın yakışmayacağını bildirir.[9]

İçinde pusu kurmuş olan nefis ise, kibir ve kin bakımından bütün adamlardan beterdir

Benim kulağım “Mümin, bir zehirli hayvan deliğinden iki kere dağlanmaz” sözünü işitti; Peygamberin sözünü canla, gönülle kabul etti.[10]

Kişinin nefsi kendi ten evindedir, orada gizlenmiştir. Hatta kişi onu oraya kendi eli ile yerleştirmiştir. Yine onu kendi eli ile beslemekte, büyütmektedir. Bu Firavun’un Mûsâ (as)’ı besleyip büyütmesi gibidir. Firavun kendi düşmanını en yakınına almış, onu en güzel nimetlerle besleyip büyütmüş, durum böyle iken dışarıda da düşman aramıştır. Kişi de yapıp işlemiş olduğu fiillerin kötülüğünü görmez, bunları kendisine yaptıran asıl suçlu en yakınında olduğu halde farkına varmazda, kendisine başka düşmanlar bulmaya, suçu başkalarına yüklemeye çalışır.[11]

Tıpkı Firavun gibi… hani o da Mûsâ’yı bırakmıştı da halkın yavrucaklarının başını kestiriyordu

Halbuki düşman, o kör gönüllünün evindeydi… oysa başka çocukların başlarını koparıp duruyordu!

Sen de dış âleminde başkalarıyla kötü oluyorsun da içten kötü nefsinle uzlaşıyorsun

Düşmanın o… fakat sen şeker vermedesin… dışarıdan da herkesi töhmetli tutmadasın!

Sen Firavun gibi körsün, kör gönüllüsün… düşmanla iyisin de suçsuzları aşağılatmadasın.

A firavun, niceye dek suçsuzları öldürecek, asıl suçlu olan nefsini hoş tutacaksın?[12]

Tenini besleyip yetiştiren; nefsine hizmet eden, sonrada başkalarının kendisine haset ettiğini, düşmanlıkta bulunduğunu sanan kişi gibi.

Bu, benim düşmanım, şu bana haset ediyor, der durur, hâlbuki kendisine haset eden, kendisine düşman olan o tendir, kendi nefsidir

O adam Firavun’a benzer, bedeni de Mûsâ’ya. Böyle olduğu halde dışarıda “Nerede düşman?” diye koşmaktadır

Nefsi ten evinde nazla, naimle beslenmektedir, kendisi başkalarına kin güdüp elini ısırmakta.[13]

Nefsin, ruhunun âdeta bir gölgesi gibidir. Hiçbir yerde ve zamanda senden ayrılmaz. Sen ne kadar ondan kaçsan o seninle beraber gelir.[14]

Başkasından kaçan, ondan kurtulunca karar eder

Hâlbuki benim düşmanımda benim, benden kaçan da ben. Şu hâlde işim kıyamete kadar boyuna kaçmaktır

Adama kendi gölgesi düşman olursa ne Hint’te emin olur, ne Huten’de.[15]

Nefsin sana yapacağı en büyük düşmanlıklardan biride, senin kalp ve gönül gözlerinin önüne parmaklarını koyup, Hakk ve hakikati görememeni, Hakk’ı müşahede edememeni sağlamaktır.[16]

Fakat iki parmağını iki gözünün üstüne koy: bir şey görebilir misin? İnsaf et!

Sen görmesen de dünya yok değildir. Kusur, ancak şom nefsin parmağında

Kendine gel! Gözünden parmağını kaldır da ne istiyorsan gör.[17]

Yine nefis o parmakları ile gönlümüzde yanacak ateşin, tutuşmasına sebep olacak olan kıvılcımların, o ateşi alevlendirmemesi için gizlice, bizim kıvılcımlarımızı söndürür de bir türlü aşk ateşimiz tutuşamaz.[18]

Çakmak demirinden birçok ateş yıldızı sıçradı, o yanmış gönül, onları kabul edip çekti

Ama karanlıkta bir hırsız, gizlice kıvılcımlara parmak basmakta

Onları, felekte bir çırağ parlamasın diye, birer birer söndürmekte.[19]

Putların anası olan nefsin kötülüğünü, onu kontrol altına almanın zorluğunu anlatmak için Hz. Mevlânâ, demir ve çakmak benzetmesini kullanır. İçimizde ki nefis çakmak taşıdır, bir yere sürtünmekle kıvılcım çıkaran demirdir. Bu çakmak taşı ve demirden çıkan kıvılcımlar ise bizim hazlarımız, hevâ ve heves putçuklarımızdır. İnsanın içinde, bu taş, demir misali nefis olduğu müddetçe etrafa kıvılcım saçılmaya devam edecektir. İnsan devamlı nefsin elinde olup, onun lezzetleriyle oyalanacaktır. Ama nefsin bu kıvılcım misali olan lezzet, haz, hevâ ve heveslerini bertaraf etmek her ne kadar zor olsa da mümkündür. Kıvılcım çıkaran taş ve demirin üzerine su serpmekle onların kıvılcımını önlersin, ama bu geçici bir süreliğinedir. Çünkü taş ve demir kuruyunca tekrar kıvılcım saçmaya devam edecektir. Sen onların içinde bulunan asıl kaynağı, onların asıl hassasını yok edememişsindir. Bunun gibi nefsinde kıvılcımlarını yok edebilirsin ama onun kendisini yok etmediğin müddetce o her fırsatta kıvılcım saçmaya devam edecektir. Sen kıvılcımları değil de onların asıl kaynağı olan nefsi, mücadele ile tesirsiz hale getirip yok edersen, o zaman kıvılcımları söndürmek kolay olacak hem de yeni kıvılcımlarında önüne geçmiş olacaksındır.[20]

Nefis; demir ve taştan yapılan çakmaktır, put kıvılcımdır. O kıvılcım su ile söner

Fakat taş ve demir (çakmak), su ile söner mi? Âdemoğlunda, bu ikisi oldukça ne vakit ve nasıl emin olur?[21]

Nefsin tehlikesini Hz. Mevlânâ, bize farklı bir teşbihle anlatıyor ki nefis, bir suyun kaynağı, pınarın membaı, onun tezâhürleri olan kötü fiil ve sıfatlar ise, o suyun bir testinin içinde olması. Bu tezâhürler yine, bir sel misali, ama nefis bu selin asıl kaynağı, kesilmeyen ve de bitmeyen tedârikçisi. Sel ise bir zaman sonra duracak, tesiri bitecek zararı sona erecektir. Nefsin haz ve lezzetleri, içinde suyun bulunduğu bir testi, bir bardak gibidir. Bu testi ve kaptaki sular bitip tükenebilir. Ama bunların doldurulduğu kaynak ise devamlıdır. Yine bu bardak veya testiyi bir küçücük taş parçası kırabilir. Böylece içinde ki suyun dökülüp yok olması sağlanabilir. Ama bu küçücük taş ile o testinin doldurulduğu kaynağa hiçbir şey yapamazsın. Hatta o kaynak o taşı yutar, önüne alıp götürür. Zorda olsa, imkânsız olmayan bu kaynağı kurutmak gerekir ki ondan diğer kaplar dolamasın. Yine nefis kaynağını küçücük bir taş parçası ile durdurabileceğimizi zannetmeyip ona göre tedbir alıp, çalışmak gereklidir.[22]

Put, bir testide gizli kara sudur. Nefsi, muhakkak olarak o kara suya pınar bil

O, yontulmuş put, kara sel gibidir. Put yapan nefis, anayolda bir pınardır

Bir taş parçası yüz testiyi kırar ama pınar suyu durmadan kaynar.

Küpün ve testinin suyuysa fânidir. Lâkin pınarın suyu dâima taze ve bâkidir

Put kırmak kolay, gayet kolaydır. Fakat nefsi kolay görmek cahilliktir.[23]

Hz. Peygamber (sas)’in etrafında pervâne gibi olan ashab-ı kiram her daim ondan istifade etmeye çalışırlardı. Ona bilmediklerini sorar ve öğrenip tatbik ederlerdi. Ashabın, Hz. Peygamber (sas)’e sordukları sorunun başında nefs geliyordu. Çünkü o hileleri gizli olan bir düşmandı, bu hileleri bilebilmekte oldukça zordu. Onların bu konu da ki hassasiyeti o kadardı ki ibadetlerin fazilet ve sevabından çok, inceden inceye nefisten, onun hile ve tuzaklarından, ibadetler de ihlâsa nasıl mâni olduğundan sorarlar, böylece nefsin her türlü kötülüğünü tanıyıp bilirlerdi.[24]

Bunun için (gizli hileyi anlamak müşkül olduğundan) bazı Eshab, Peygamber’den, azgın ve hilekâr nefsin hilelerini sorarlar

“Nefis, ibadetlere ve candan gelen ihlâsa gizli garezlerden ne karıştırır?” derlerdi

Peygamber’den ibadetin faziletini ve sevabını arayıp sormazlar; “Apaçık ayıp hangisidir?” diye kötü huyları sorarlardı

Gülü, kerevizden fark edercesine kıldan kıla, zerreden zerreye nefis hilesini tanır, bilirlerdi.[25]

Nefis o kadar fırsatçıdır ki sana kendince küçük bir şeymiş gibi bir fiil işletir ki, senin ona bu, bir anlık meylin senin sonunu hazırlar. Bu, bir anlık meylin Âdem (as) misali cennetten çıkarılman gibi büyük bir kayıp ve de ceza ile sonuçlanır. Her ne kadar işlenen suç, bir hususta nefse tâbi olma, küçük bir şey gibi görünse de bu Hakk indinde büyük bir cürümdür. Bu nefse uyuş, onun bir vesvesesinin peşinden gitme, küçücük kıl misali gibi olsa da, bu kıl Hakk’ın tecellisi önünde bir dağ gibidir. Böyle kişiden melekler bile uzaklaşır.[26]

Âdem peygamber nefis zevkine bir adım attı, cennetin başköşesinden ayrılma zinciri, boğazına geçti

Melek, Şeytandan kaçar gibi ondan kaçmaya başladı. Bir lokma ekmek için ne kadar gözyaşı döktü

Gerçi cüret ettiği suç bir kıl kadardı. Fakat o kıl iki gözde bitmişti

Âdem, kadim nurun gözüydü. Göze kıl, büyük bir dağ kesilir.[27]

Nefsin kendisi, insanı hemen öldüren bir zehir olduğu gibi onun her türlü sıfatı da sana kurmuş olduğu zehirlerle dolu bir tuzaktır. Seni güzelliklerle kandırırda gizlemiş, olduğu zehirli tuzağında harap eder. Onun, sana uzattığı her şeyi elma şekeri bil, dışından oldukça güzeldir, tatlıdır ama o güzelliğin ardında zehir saklıdır. Onun zehri ile zehirlendiğin zaman öyle bir hastalığa müptela olmuşsundur ki nereye baksan, neye dokunsan hastalığın oraya bulaşır, orayı harap edersin. Eline mücevher gibi kıymetler de geçse, senin nefsinin illeti yüzünden taş olur, muhabbetin savaşa götürür.[28]

Şeker görür ama o gık demeden öldüren zehir kesilir. Yol sanır, fakat yol gösteren esas, esasen gul sesinden ibarettir![29]

Çünkü, tuzağın içinde ki taneler zehirlidir. Kördür o kuş ki tuzaktan tane diler.[30]

Bu kuvvetli zehrin bittiği ovada tiryak da bitmiştir ey oğul![31]

Öldürücü zehirin görünüşü baldır, süttür. Kendine gel de haberdar bir pirin sohbeti olmadıkça, yürüme.[32]

Nefis zehirleriyle hastalanmış, hastalığa tutulmuşsan eline ne alır, elini nereye atar, neye sahip olursan hastalığa alet olur, onu da berbat edersin!

Eline mücevher alsan, taş olur, gönül sevgisine yapışsan savaş olur.[33]

Nefis hiçbir zaman senin âhirette rahat etmeni sağlayacak ameller işlemeni, senin iyi işlerle meşgul olmanı istemez. Onun bütün gayreti seni fâni, mânevî değer ve getirisi olmayan işlerle meşgul edip, bu dünyada peşinden koşturup, âhiret için hazırlık yapmana fırsat vermeyip, oyalamaktır. Hatta o senden hayırlı bir amel yapmanı istiyor olsa da muhakkak onun altında seni kandırmak için bir hile, bir düzen vardır.[34]

Bu aşağılık nefis, senden fâni kazanç ister. Fakat niceye bir aşağılık şeyleri kazanıp duracaksın, bırak artık yeter!

Aşağılık nefis eğer senden yüce bir kazanç dilese bile bu dilekte hile ve düzen vardır.[35]

Nefis ve şeytan, sen ne zaman gafleti üzerinden atıp dine sarılıp gayrete yönelsen. İlim hikmet elde etmeye karar verip başlasan. Sana seslenir, dünya nimetlerini, dünya da yoksul kalmanın fenalığını hatırlatırlar. Sende, önündeki günlere bakar daha gencim, yarın dine, ilme gayret ederim, dersin de o şeytanın, nefsin peşinden gidersin. Ne zaman ki senin uyanmana sebep olacak ölümler görürsün, bir daha dönmemek üzere dine sarılırsın. Ama çok geçmeden nefsin hâin vesveseleri seni gayretten alıkoyar, gaflete tekrar dönersin. Nefsin, şeytanın bu sesiyle yılların geçer, gider. Artık nefsin kulu olmuş, kıskıvrak yakalanmışsındır da sana istediği gibi hükmetmektedir. Seni nura kavuşmaktan o kadar ümitsiz hale getirmiştir ki, artık bu gidişin dönüşü olmayacağını söylemeye, bu bataklıktan kurtuluşun olmayacağını sana inandırmıştır. Sen de battık deyip daha da batmaya, yanlış düşüncelerle âhiretini harap etmeye başlamışsındır.[36]

Sen de din yoluna girmeye, o yolda çalışmayı kurarsın ama şeytan, içinden seslenir:

“A sapık, o yola gitme, eziyetlere düşer, yoksul olur, kalırsın

Dostlarından ayrı düşer, hor hakir bir hale gelir, pişman olursun!”

Sende o melun Şeytan’ın sesinden korkar, yakînden kaçar sapıklığa düşersin

“Hele yarın, hele öbür gün din yoluna girer, koşar, yürürüm… daha önümüzde vakit var” dersin.

Sağdan, soldan ölümün gelip çattığını görürsün… komşuların ölür, evlerinden feryatlar yükselir

Derken yine can korkusundan din yoluna girmeye niyetlenir, bir an olsun kendini adam edersin

Ben korkup ayağımı geri çekmem diye ilimden, hikmetten silahlar kuşanırsın

Bu sırada şeytan yine hileye sapar, seslenir: “bu kulluk kılıcından kork, geri dön!”

Yine korkar, aydın yoldan kaçar, o ilim ve hüner silahını atarsın.

Yıllardır bir ses, bir bağırış yüzünden ona kulsun… hırkanı böyle bir karanlığa atmışsın.[37]

Nefis ile şeytan, doğanın, kazı sudan çıkarmak için bahaneler uydurup, yalancı lezzetler sunması gibi seni kandırmak için her dâim çalışır. Su gibi hayat veren şeriat, tarikat içinde yaşayan müminleri, oradan çıkıp nefsin lezzetler sahrasına gelin, burası şeker yurdu diye çağırır. Bizi tarikat, şeriat kalesinden dışarı çıkarıp mağlup etmek için çalışır.[38]

Doğan, kaza “Sudan çık da şekerler akan ovaları bir gör” dedi

Akıllı kaz dedi ki: “Ey sudan uzakta kalmış doğan, su bizim kalemizdir, huzurumuzdur, neşemizdir.”

Şeytan da doğan gibidir. Kazlar, koşun, kendinize gelin, su kalesinden dışarıya az çıkın.[39]

Nefis, çok insafsızdır. Hiç acıması yoktur. Senden yüzlerce şey alıp götürür ama senin ondan aldığın en ufak şeyi dahi görmemezlikten gelmez, hemen feryat, figana başlar. Onun için alçak nefse hiçbir zaman iyilik etmeye değmez. Çünkü sen ona ihsanda bulundukça azgınlaşır ve inkâr eder. Ona daimi eza ve cefa lazımdır.[40]

Bu hak, hukuk tanımaz zalim gibi. Bir öküzceğiz için bunca hilelere girişti

Halbuki o, efendisinden yüzlerce öküz, yüzlerce deve almıştı. Babacığım, işte senin nefis dediğinde budur. Tek hemen ondan kesile gör![41]

Ey hür can, sen ona tövbe etmesi, yargılanma dilemesi için inci verirsin de o sana taş bile vermez… İşte nefsin insafı![42]

Sabırla nefsin belini bük. O alçaktır, kötüdür, iyilik etmeye gelmez ona![43]

Bu alçağa da cefa eder, onu kahreylersen sana aşırı vefalar gösterir, kulun kölen olur.[44]

Hulâsa ey kerem sahibi, alçak nefse iyilik etme, kötü davran da alçaklarla beraber o da sana boyun eğsin, teslim olsun

Alçak nefse ihsanda bulunursa alçaklar gibi nimeti inkâr eder, azgınlaşır.[45]

Nefis, sende bulunan sıfat, hüner ve meziyetleri sana karşı kullanmasını çok iyi bilir. Senin bu sıfatların da kılıç misalidir; iyi kullanabilirsen zafer elde edersin, nefsin eline geçerse bu kılıçla yaralanır, mahvolur gidersin. Bu sıfatlar senin düşmanın ve helâkine sebep olmuş olur. Nefis, bu sıfatları hep gün yüzünde tutmak, senin önüne geçirip onlarla gurur, kibir vs. sahibi olmanı ister.[46]

Bu silah, bana düşman olacak. Onun için kılıçla kalkanı kuyuya atıyorum

Ne kolumda kuvvet var, ne dayanacağım bir yer. Kılıcımı atmazsam düşmanım elimden alır, onunla beni yaralar

Bu kötü huylu nefis, yüzünü örtmemekte. Bende onun inadına yüzümü yırtmadayım.[47]

Nefis, Hakk’tan o kadar uzaktır ki bir gün bile O’nu hatırlamamış, O’nun karşısında halinin kötülüğünü itiraf edip bağışlanma dileyip gözyaşı dökmemiştir. Kendisi Hakk’tan uzak olduğu gibi seni de Hakk’tan uzaklaştırmak ister. Bunun için de her türlü yola başvurur. Hatta senin iyiliğini düşünüyormuş gibi görünüp senin halini perişan eder de haline geçip güler. O, şeytanla beraber Hz. Âdem ve Havva’yı da, bu buğday ilaçtır, diye kandırmıştı.[48]

Bu zâlim, bir gün bile Allah’a yüz tutup ağlamadı, inlemedi. Ağzından bir kerecik olsun aşkla, derle “Yarabbi” sözü çıkmadı.[49]

Sana bu ilaçtır diyen, seninle alay etmiş, sana gülmüştür. O, Âdem’e de buğdaya kılavuzluk ettiydi ya!

Ey Allah yardımını dileyen Âdem ve Havva, ilaç için bunu yiyin, “ebedî olarak yaşarsınız” demişti ya![50]

“Bu sana dertten, gamdan kurtulmak için bir ilaçtır” der. Âdem’e de buğday için böyle demişti ya![51]

Nefis her türlü nimete bahaneler bulan yazın kışı, kışın yazı isteyen ne varlıktan ne de yokluktan razı olan, dolayısı ile bütün bunları meydana getirip yaratan Rabbine karşı küfrâni nimette bulunan insan misali, hiçbir şeyden hoşlanmaz, her şeyde bir noksanlık, eksik bulmaya çalışan nankör bir varlıktır.

İnsan yazın kışı ister, fakat kış geldi mi bundan da vazgeçer, istemez

Bir hâle katiyen razı olmaz. Ne darlıktan hoşlanır, ne genişlikten, boşluktan

Geberesi insan, efendisine ne de kâfirdir ya… hidayete nail oldu mu tutar, inkâra sapar

Nefis, bu çeşit mahlûklardandır da onun için gebertilmeye layıktır… onun için Allah “Öldürün nefislerinizi” demiştir.[52]

Nefis, daima bir illet, maksat peşindedir. Onun dostluğu olmaz. Onunla başlayan dostluklar da, zamanla sevgi, muhabbet azalır. Ortaya nefsin gerçek yüzü olan nefret, düşmanlık çıkar.[53]

Fakat nefis, aşağılık bir nefisle tanışır, dost olursa şüphesiz olarak bil ki dostluk, zaman geçtikçe azalır

Çünkü nefsin dâima bir illet, bir maksat etrafında döner, dolaşır… Dostluğu, bilişiği de çabucacık bozar![54]

Fil sürüsünün kuyuyu zapdetmeleri hikâyesinde, kuyunun sahibinin ay olduğunu söyleyen tavşanın hakikati de aslında şeytandır. Ve senin fil misali nefsini, Hızır (as)’ın içtiği ab-ı hayat suyundan, ledünni ilimden ve maarifi ilahiden mahrum etmek istemektedirler.[55]

A herzevekil, o tavşanın hakikati Şeytan’dır. Senin nefsine elçi olarak geldi de,

Ahmak nefsini, Hızır’ın içtiği Âbıhayattan mahrum etti.[56]

Nefis, şeytan senin aklını çelmek için her şeyi yapar. Seni itikâdi meselelerde yanlış düşüncelerle kandırırlar. Öyle ki, senin işlemiş olduğun kötülüklerde senin bir tesirinin olmadığını, bunları işlemene Allah’ın sebep olduğunu, böyle olunca senin de günaha mecbur olduğunu söylerler. Sende zevk içinde güle oynaya günah işlersin. Diğer taraftan ruhunun istediği mânevîyatı işlemeye gelince ibadet ve taat bana yaptırılmıyor dersin. Emr-i ilahiyi yerine getirmemede, kendini mecbur ve mazur görürsün, kendi ihtiyar ve iradeni isbat etmezsin.[57]

İblis ve soyu sopu gibi Allah ile savaşta, mübahasedesin

Eteklerin çemrer de isyana öyle koşar, gidersin… bu kadar hoşlukla, bunca istekle cebir olur muymuş hiç?[58]

Nefsin neyi isterse ihtiyarın var, fakat aklının istediği şeyde mecbursun ha![59]

Ama nefis ve heva ve heves nöbeti geldi miydi sana yirmi er kuvveti gelir.[60]

Nefis o kadar çetin, zorlu bir düşmandır ki elleri bağlı bile olsa seni öldürmek için -savaşa giden sûfîye, öldürüp gâzi olması için elleri bağlı olarak verilen esirin yaptığı gibi- dişleri ile seni mağlup etmek için uğraşır. Sûfîye olduğu gibi, eli bağlı nefsin, dişleri misali olan sıfatları ile yere yatırıp, ruhunun boynunu ısırmakla seni öldürmek ister.[61]

Sende eli bağlı olan nefsinin elinde tıpkı o sofi gibi alta düşmüş, kendinden geçmişsin.[62]

Nefse, onun hevâ ve hevesine tabi olursan, nefis, senin ruhunun dimağını bozar. Böyle olunca ilahi marifeti, misk-i amberi hissedemez olursun. Zamanla bunlar artık senin için itibarsız hale gelmeye başlar.[63]

Heva ve hevesine uyarsan dimağın bozulur. Misk ve amber sence hiçbir şeye yaramaz bir hale gelir.[64]

Nefis münafıktır, sapıktır, kâfirdir, mürâidir, ayıplarla doludur, onun kişiye en ufak bir faydası yoktur. Nefis güzel bir yüzde ki çirkin burun gibidir.[65]

Dedim ki: A nefisceğiz, hem münafık olarak yaşamadasın, hem münafıkça ölmedesin, nesin sen?

İki âlemde de mürai imişsin, iki âlemde de hiçbir şeye yaramazmışsın meğer.[66]

Bir mümin, iki sapıkla arkadaş oldu. Aklın, şeytan ve nefisle arkadaş olması gibi.[67]

Akıl da ayıplarla dopdolu bulunan nefisten feryat eder. Nefis, güzel bir yüzdeki çirkin buruna benzer.[68]

İnsanın belâlar içinde ölmesi daha iyidir. Nefis, nimeti inkâr eder, sapıktır.[69]



[1] Konuk, X, 278,279; XI, 563-565.
[2] Mesnevî, VI, 1745-1752.
[3] Mesnevî, V, 2989.
[4] Mesnevî, V, 2991.
[5] Mesnevî, V, 3002-3004
[6] Konuk, I, 332.
[7] Mesnevî, I, 1034-1035.
[8] Müslim, “Zühd”, 63.
[9] Konuk, I, 302; Tâhir-ul- Mevlevî, I, 516.
[10] Mesnevî, I, 906-907.
[11] Konuk, III, 222; VIII, 18; IX, 237.
[12] Mesnevî, IV, 916-921.
[13] Mesnevî, II, 772-775
[14] Konuk, IX. 236.
[15] Mesnevî, V, 669-671.
[16] Konuk, I, 426.
[17] Mesnevî, I, 1401-1403.
[18] Tâhir-ul- Mevlevî, I, 261
[19] Mesnevî, I, 384-386.
[20] Özköse, a.g.m. s. 24; Konuk, I. 271,272; Tâhir-ul- Mevlevî, II. 460
[21] Mesnevî, I, 772-774.
[22] Konuk, I. 273; Tâhir-ul- Mevlevî, II. 462
[23] Mesnevî, I, 775-778.
[24] Konuk, I, 186.
[25] Mesnevî, I, 366-369.
[26] Konuk, III, 22
[27] Mesnevî, II, 15-18.
[28] Konuk, VI, 82,442; XIII, 67.
[29] Mesnevî, II, 2310.
[30] Mesnevî, V, 1414.
[31] Mesnevî, III, 4076.
[32] Mesnevî, VI, 4094.
[33] Mesnevî, III, 2693-2694.
[34] Konuk, IV, 214.
[35] Mesnevî, II, 2602-2603.
[36] Konuk, VI, 512,513
[37] Mesnevî, II, 4326-4336.
[38] Konuk, V, 128,129; Tâhir-ul- Mevlevî, IX, 114.
[39] Mesnevî, III, 432-434.
[40] Konuk, VI, 22,156
[41] Mesnevî, III, 2466-2467.
[42] Mesnevî, III, 2471.
[43] Mesnevî, III, 2979.
[44] Mesnevî, III, 2981.
[45] Mesnevî, III, 3009-3010.
[46] Konuk, IX, 234; Tâhir-ul- Mevlevî, XIV, 192.
[47] Mesnevî, V, 660-662.
[48] Konuk, VI, 23; IX, 64; XI, 445.
[49] Mesnevî, III, 2468.
[50] Mesnevî, VI, 1341-1342
[51] Mesnevî, V, 157.
[52] Mesnevî, III, 371- 374.
[53] Konuk, VI, 82.
[54] Mesnevî,2690-2691.
[55] Konuk, VI. 114
[56] Mesnevî, III, 2806-2807.
[57] Konuk, VII. 401,402; X. 300
[58] Mesnevî, IV, 1395-1396.
[59] Mesnevî, IV, 1401.
[60] Mesnevî, V, 3071.
[61] Konuk, X, 492.
[62] Mesnevî, V, 3756.
[63] Konuk, IX. 307.
[64] Mesnevî, V, 906.
[65] Konuk, X, 502, XII, 330.
[66] Mesnevî, V, 3797-3798.
[67] Mesnevî, VI, 2378.
[68] Mesnevî, VI, 2951.
[69] Mesnevî, VI, 4796.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İMAN - İTAAT

İMAN- İTAAT Bizler bazı şeyleri ya yanlış anlıyoruz yada işimize öyle geliyor o şekilde kullanıyor, davranıyor , savunuyoruz. Alla...