Nefis
Bu
âlem bir imtihan yeri ise o zaman hem senin yolunu şaşırtacak, hem doğru yolu
bulunmanı sağlayacak sebepler olacaktır. Hem bu yolculukta senin hedefe varmanı
engelleyip tuzaklar kuracak, hem de seni bu tuzaklardan haberdar edip elinden
tutup nihâi hedefe varmana yardımcı olacak dost ve düşmanların olacaktır. Bu
hususla ilgili Hz. Mevlânâ bir kadı ile sûfinin konuşmasında atıflarda bulunur.
Sûfi, Cenâb-ı Hakk’ın her şeye güç ve kuvvetinin yettiğini, kişiye istediğini,
istediği şekil ve zamanda vermesinin mümkünlüğünü belirtir. Ve durum böyle
olunca, bizi niçin bu nefis, şeytan düşmanı ile baş başa bırakıp da onların
tuzaklarına yakalanıp helak olmamıza müsâde ettiğini sorgularda, ne olur sanki
bizleri bu düşmanlardan uzak kılsa da bizlerde emniyet içinde çalışıp
çabalamadan hiçbir zorlulukla karşılaşmadan Hakk’ın rahmetine ulaşsak diye,
güzel olanın bu olduğunu ifade eder. Kadı ise bunun büyük bir hikmet icâbı bu
şekilde olduğunu, bu şekilde hak edenle etmeyenlerin ayırt edilip ona göre
mükâfatlandırılacağını belirtir. Tabiî ki burada kişinin ihtiyarı söz
konusudur. Bu durumun kıyamette ortaya çıkacağı nefis ve şeytanın seni
zorlamayıp sadece kötülüğe gitmeni istediğini, meleklerde aynı şekil seni
uyarıp şeytanın peşine takılıp âhiretini perişan etmemen hususunda sayısız
ikazlarda bulunduklarını dile getireceklerdir.[1]
O cömert Allah, kulunun istediğini
çalışmadan verse ne çıkar?
Artık kullarından pusula bekleyen nefis
hilesiyle melûn şeytanın hilesini uzak tutsa ne olur ki?
Kadı dedi ki: acı emir olmasaydı, dünyada
çirkin, güzel taş ve inci bulunmasaydı
Nefis, şeytan, heva, hevese… Zahmet,
meşakkat, savaş olmasaydı
A perdesi, yırtılmış adam; padişah
kullarına ne ad takardı?
Nasıl ey sabırlı, ey hilim sahibi, ey
yiğitlik, ey hikmet ıssı diyebilirdi?
Yol kesen ve melûn şeytan olmasaydı
sabırlılar, doğrular ve yoksulları doyuranlar, nasıl belli olurdu?
Rüstem ve Hamza’yla namussuz, aynı ve bir
olsaydı bilgi ve hikmet bâtıl olurdu.[2]
Şeytanla melek, gayp perdesi ardında
gizlice bu kötülükle iyiliği sana gösterir.[3]
Onların sözlerinden, gizlice söz
söyleyenlerin bunlar olduğunu tanırsın.[4]
Şeytan, ey tabiat ve ten tutsağı der, ben
bunu sana gösterdim, fakat zorlamadım ki
Melek de, ben sana, bu neşe yüzünden gamın
artar demedim mi?
Hasılı şeytanla ruh, sana kötülüğü ve
iyiliği gösterir. Her ikisi de ihtiyarın olduğuna delildir.[5]
Hz.
Mevlânâ ilk hikâyesinde nefsi, lafız olarak kullanmasa da, bundan sonra ki nefis
kullanımlarında, nefsi bir çok varlığa benzeterek, metaforik bir anlam çerçevesinde
bizlere izah etmeye çalışmıştır. Nefsi kimi yerde cansız bir varlığa, kimi
yerde bir insana, kimi yerde bir hayvana, kimi yerde bir bitkiye benzeterek, nefsin
mahiyetinin anlaşılmasını kolaylaştırmaktadır.
Nefsin
her anında bizi kandırma isteği vardır. İnsanoğlunun gizli düşmanları çoktur ve
bu düşmanlardan biri olan nefis de kötü sıfatlarını kullanarak kişinin gönlüne
girmeye çalışır.[6]
İnsanoğlunun gizli düşmanı çoktur.
İhtiyata riayet eden kişi, akıllıdır
Hz.
Mevlânâ, nefsi içimizde pusuya yatmış olan çok hâin, düzenbaz biri olarak
görür. Nefsin her dâim, bizi bir tuzağa düşürmek için fırsat kolladığını
belirtip, bize Hz. Peygamber (sas)’ in bir sözünü hatırlatır. “Mümin bir
yılanın deliğinden iki defa sokulmaz.”[8] Bu sözü
kendisinin işitip, kabul edip uyguladığını belirtip, bize Hz. Peygamber (sas)’
in bu sözüne, nefsin düşmanlığının bu kadar açık olmasına ve bizi her an
öldürmek için beklemesine rağmen, ona tekrar tekrar mağlup olmanın
yakışmayacağını bildirir.[9]
İçinde pusu kurmuş olan nefis ise, kibir
ve kin bakımından bütün adamlardan beterdir
Benim kulağım “Mümin, bir zehirli hayvan
deliğinden iki kere dağlanmaz” sözünü işitti; Peygamberin sözünü canla, gönülle
kabul etti.[10]
Kişinin
nefsi kendi ten evindedir, orada gizlenmiştir. Hatta kişi onu oraya kendi eli
ile yerleştirmiştir. Yine onu kendi eli ile beslemekte, büyütmektedir. Bu
Firavun’un Mûsâ (as)’ı besleyip büyütmesi gibidir. Firavun kendi düşmanını en
yakınına almış, onu en güzel nimetlerle besleyip büyütmüş, durum böyle iken
dışarıda da düşman aramıştır. Kişi de yapıp işlemiş olduğu fiillerin kötülüğünü
görmez, bunları kendisine yaptıran asıl suçlu en yakınında olduğu halde farkına
varmazda, kendisine başka düşmanlar bulmaya, suçu başkalarına yüklemeye
çalışır.[11]
Tıpkı Firavun gibi… hani o da Mûsâ’yı
bırakmıştı da halkın yavrucaklarının başını kestiriyordu
Halbuki düşman, o kör gönüllünün
evindeydi… oysa başka çocukların başlarını koparıp duruyordu!
Sen de dış âleminde başkalarıyla kötü
oluyorsun da içten kötü nefsinle uzlaşıyorsun
Düşmanın o… fakat sen şeker vermedesin…
dışarıdan da herkesi töhmetli tutmadasın!
Sen Firavun gibi körsün, kör gönüllüsün…
düşmanla iyisin de suçsuzları aşağılatmadasın.
A firavun, niceye dek suçsuzları
öldürecek, asıl suçlu olan nefsini hoş tutacaksın?[12]
Tenini besleyip yetiştiren; nefsine hizmet
eden, sonrada başkalarının kendisine haset ettiğini, düşmanlıkta bulunduğunu
sanan kişi gibi.
Bu, benim düşmanım, şu bana haset ediyor,
der durur, hâlbuki kendisine haset eden, kendisine düşman olan o tendir, kendi
nefsidir
O adam Firavun’a benzer, bedeni de
Mûsâ’ya. Böyle olduğu halde dışarıda “Nerede düşman?” diye koşmaktadır
Nefsin,
ruhunun âdeta bir gölgesi gibidir. Hiçbir yerde ve zamanda senden ayrılmaz. Sen
ne kadar ondan kaçsan o seninle beraber gelir.[14]
Başkasından kaçan, ondan kurtulunca karar
eder
Hâlbuki benim düşmanımda benim, benden
kaçan da ben. Şu hâlde işim kıyamete kadar boyuna kaçmaktır
Adama kendi gölgesi düşman olursa ne
Hint’te emin olur, ne Huten’de.[15]
Nefsin
sana yapacağı en büyük düşmanlıklardan biride, senin kalp ve gönül gözlerinin
önüne parmaklarını koyup, Hakk ve hakikati görememeni, Hakk’ı müşahede
edememeni sağlamaktır.[16]
Fakat iki parmağını iki gözünün üstüne
koy: bir şey görebilir misin? İnsaf et!
Sen görmesen de dünya yok değildir. Kusur,
ancak şom nefsin parmağında
Yine
nefis o parmakları ile gönlümüzde yanacak ateşin, tutuşmasına sebep olacak olan
kıvılcımların, o ateşi alevlendirmemesi için gizlice, bizim kıvılcımlarımızı
söndürür de bir türlü aşk ateşimiz tutuşamaz.[18]
Çakmak demirinden birçok ateş yıldızı
sıçradı, o yanmış gönül, onları kabul edip çekti
Ama karanlıkta bir hırsız, gizlice
kıvılcımlara parmak basmakta
Putların
anası olan nefsin kötülüğünü, onu kontrol altına almanın zorluğunu anlatmak
için Hz. Mevlânâ, demir ve çakmak benzetmesini kullanır. İçimizde ki nefis
çakmak taşıdır, bir yere sürtünmekle kıvılcım çıkaran demirdir. Bu çakmak taşı
ve demirden çıkan kıvılcımlar ise bizim hazlarımız, hevâ ve heves
putçuklarımızdır. İnsanın içinde, bu taş, demir misali nefis olduğu müddetçe
etrafa kıvılcım saçılmaya devam edecektir. İnsan devamlı nefsin elinde olup,
onun lezzetleriyle oyalanacaktır. Ama nefsin bu kıvılcım misali olan lezzet,
haz, hevâ ve heveslerini bertaraf etmek her ne kadar zor olsa da mümkündür.
Kıvılcım çıkaran taş ve demirin üzerine su serpmekle onların kıvılcımını
önlersin, ama bu geçici bir süreliğinedir. Çünkü taş ve demir kuruyunca tekrar
kıvılcım saçmaya devam edecektir. Sen onların içinde bulunan asıl kaynağı,
onların asıl hassasını yok edememişsindir. Bunun gibi nefsinde kıvılcımlarını
yok edebilirsin ama onun kendisini yok etmediğin müddetce o her fırsatta
kıvılcım saçmaya devam edecektir. Sen kıvılcımları değil de onların asıl
kaynağı olan nefsi, mücadele ile tesirsiz hale getirip yok edersen, o zaman
kıvılcımları söndürmek kolay olacak hem de yeni kıvılcımlarında önüne geçmiş
olacaksındır.[20]
Nefis; demir ve taştan yapılan çakmaktır,
put kıvılcımdır. O kıvılcım su ile söner
Fakat taş ve demir (çakmak), su ile söner
mi? Âdemoğlunda, bu ikisi oldukça ne vakit ve nasıl emin olur?[21]
Nefsin
tehlikesini Hz. Mevlânâ, bize farklı bir teşbihle anlatıyor ki nefis, bir suyun
kaynağı, pınarın membaı, onun tezâhürleri olan kötü fiil ve sıfatlar ise, o
suyun bir testinin içinde olması. Bu tezâhürler yine, bir sel misali, ama nefis
bu selin asıl kaynağı, kesilmeyen ve de bitmeyen tedârikçisi. Sel ise bir zaman
sonra duracak, tesiri bitecek zararı sona erecektir. Nefsin haz ve lezzetleri,
içinde suyun bulunduğu bir testi, bir bardak gibidir. Bu testi ve kaptaki sular
bitip tükenebilir. Ama bunların doldurulduğu kaynak ise devamlıdır. Yine bu
bardak veya testiyi bir küçücük taş parçası kırabilir. Böylece içinde ki suyun
dökülüp yok olması sağlanabilir. Ama bu küçücük taş ile o testinin doldurulduğu
kaynağa hiçbir şey yapamazsın. Hatta o kaynak o taşı yutar, önüne alıp götürür.
Zorda olsa, imkânsız olmayan bu kaynağı kurutmak gerekir ki ondan diğer kaplar
dolamasın. Yine nefis kaynağını küçücük bir taş parçası ile durdurabileceğimizi
zannetmeyip ona göre tedbir alıp, çalışmak gereklidir.[22]
Put, bir testide gizli kara sudur. Nefsi,
muhakkak olarak o kara suya pınar bil
O, yontulmuş put, kara sel gibidir. Put
yapan nefis, anayolda bir pınardır
Bir taş parçası yüz testiyi kırar ama
pınar suyu durmadan kaynar.
Küpün ve testinin suyuysa fânidir. Lâkin
pınarın suyu dâima taze ve bâkidir
Hz.
Peygamber (sas)’in etrafında pervâne gibi olan ashab-ı kiram her daim ondan
istifade etmeye çalışırlardı. Ona bilmediklerini sorar ve öğrenip tatbik
ederlerdi. Ashabın, Hz. Peygamber (sas)’e sordukları sorunun başında nefs
geliyordu. Çünkü o hileleri gizli olan bir düşmandı, bu hileleri bilebilmekte
oldukça zordu. Onların bu konu da ki hassasiyeti o kadardı ki ibadetlerin
fazilet ve sevabından çok, inceden inceye nefisten, onun hile ve tuzaklarından,
ibadetler de ihlâsa nasıl mâni olduğundan sorarlar, böylece nefsin her türlü
kötülüğünü tanıyıp bilirlerdi.[24]
Bunun için (gizli hileyi anlamak müşkül
olduğundan) bazı Eshab, Peygamber’den, azgın ve hilekâr nefsin hilelerini
sorarlar
“Nefis, ibadetlere ve candan gelen ihlâsa
gizli garezlerden ne karıştırır?” derlerdi
Peygamber’den ibadetin faziletini ve
sevabını arayıp sormazlar; “Apaçık ayıp hangisidir?” diye kötü huyları
sorarlardı
Gülü, kerevizden fark edercesine kıldan
kıla, zerreden zerreye nefis hilesini tanır, bilirlerdi.[25]
Nefis
o kadar fırsatçıdır ki sana kendince küçük bir şeymiş gibi bir fiil işletir ki,
senin ona bu, bir anlık meylin senin sonunu hazırlar. Bu, bir anlık meylin Âdem
(as) misali cennetten çıkarılman gibi büyük bir kayıp ve de ceza ile
sonuçlanır. Her ne kadar işlenen suç, bir hususta nefse tâbi olma, küçük bir
şey gibi görünse de bu Hakk indinde büyük bir cürümdür. Bu nefse uyuş, onun bir
vesvesesinin peşinden gitme, küçücük kıl misali gibi olsa da, bu kıl Hakk’ın
tecellisi önünde bir dağ gibidir. Böyle kişiden melekler bile uzaklaşır.[26]
Âdem peygamber nefis zevkine bir adım
attı, cennetin başköşesinden ayrılma zinciri, boğazına geçti
Melek, Şeytandan kaçar gibi ondan kaçmaya
başladı. Bir lokma ekmek için ne kadar gözyaşı döktü
Gerçi cüret ettiği suç bir kıl kadardı.
Fakat o kıl iki gözde bitmişti
Nefsin
kendisi, insanı hemen öldüren bir zehir olduğu gibi onun her türlü sıfatı da
sana kurmuş olduğu zehirlerle dolu bir tuzaktır. Seni güzelliklerle kandırırda
gizlemiş, olduğu zehirli tuzağında harap eder. Onun, sana uzattığı her şeyi
elma şekeri bil, dışından oldukça güzeldir, tatlıdır ama o güzelliğin ardında
zehir saklıdır. Onun zehri ile zehirlendiğin zaman öyle bir hastalığa müptela
olmuşsundur ki nereye baksan, neye dokunsan hastalığın oraya bulaşır, orayı
harap edersin. Eline mücevher gibi kıymetler de geçse, senin nefsinin illeti
yüzünden taş olur, muhabbetin savaşa götürür.[28]
Şeker görür ama o gık demeden öldüren
zehir kesilir. Yol sanır, fakat yol gösteren esas, esasen gul sesinden
ibarettir![29]
Çünkü, tuzağın içinde ki taneler
zehirlidir. Kördür o kuş ki tuzaktan tane diler.[30]
Bu kuvvetli zehrin bittiği ovada tiryak da
bitmiştir ey oğul![31]
Öldürücü zehirin görünüşü baldır, süttür.
Kendine gel de haberdar bir pirin sohbeti olmadıkça, yürüme.[32]
Nefis zehirleriyle hastalanmış, hastalığa
tutulmuşsan eline ne alır, elini nereye atar, neye sahip olursan hastalığa alet
olur, onu da berbat edersin!
Nefis
hiçbir zaman senin âhirette rahat etmeni sağlayacak ameller işlemeni, senin iyi
işlerle meşgul olmanı istemez. Onun bütün gayreti seni fâni, mânevî değer ve
getirisi olmayan işlerle meşgul edip, bu dünyada peşinden koşturup, âhiret için
hazırlık yapmana fırsat vermeyip, oyalamaktır. Hatta o senden hayırlı bir amel
yapmanı istiyor olsa da muhakkak onun altında seni kandırmak için bir hile, bir
düzen vardır.[34]
Bu aşağılık nefis, senden fâni kazanç
ister. Fakat niceye bir aşağılık şeyleri kazanıp duracaksın, bırak artık yeter!
Nefis
ve şeytan, sen ne zaman gafleti üzerinden atıp dine sarılıp gayrete yönelsen.
İlim hikmet elde etmeye karar verip başlasan. Sana seslenir, dünya nimetlerini,
dünya da yoksul kalmanın fenalığını hatırlatırlar. Sende, önündeki günlere
bakar daha gencim, yarın dine, ilme gayret ederim, dersin de o şeytanın, nefsin
peşinden gidersin. Ne zaman ki senin uyanmana sebep olacak ölümler görürsün,
bir daha dönmemek üzere dine sarılırsın. Ama çok geçmeden nefsin hâin
vesveseleri seni gayretten alıkoyar, gaflete tekrar dönersin. Nefsin, şeytanın
bu sesiyle yılların geçer, gider. Artık nefsin kulu olmuş, kıskıvrak
yakalanmışsındır da sana istediği gibi hükmetmektedir. Seni nura kavuşmaktan o
kadar ümitsiz hale getirmiştir ki, artık bu gidişin dönüşü olmayacağını
söylemeye, bu bataklıktan kurtuluşun olmayacağını sana inandırmıştır. Sen de
battık deyip daha da batmaya, yanlış düşüncelerle âhiretini harap etmeye başlamışsındır.[36]
Sen de din yoluna girmeye, o yolda
çalışmayı kurarsın ama şeytan, içinden seslenir:
“A sapık, o yola gitme, eziyetlere düşer,
yoksul olur, kalırsın
Dostlarından ayrı düşer, hor hakir bir
hale gelir, pişman olursun!”
Sende o melun Şeytan’ın sesinden korkar,
yakînden kaçar sapıklığa düşersin
“Hele yarın, hele öbür gün din yoluna
girer, koşar, yürürüm… daha önümüzde vakit var” dersin.
Sağdan, soldan ölümün gelip çattığını
görürsün… komşuların ölür, evlerinden feryatlar yükselir
Derken yine can korkusundan din yoluna
girmeye niyetlenir, bir an olsun kendini adam edersin
Ben korkup ayağımı geri çekmem diye
ilimden, hikmetten silahlar kuşanırsın
Bu sırada şeytan yine hileye sapar,
seslenir: “bu kulluk kılıcından kork, geri dön!”
Yine korkar, aydın yoldan kaçar, o ilim ve
hüner silahını atarsın.
Nefis
ile şeytan, doğanın, kazı sudan çıkarmak için bahaneler uydurup, yalancı
lezzetler sunması gibi seni kandırmak için her dâim çalışır. Su gibi hayat
veren şeriat, tarikat içinde yaşayan müminleri, oradan çıkıp nefsin lezzetler
sahrasına gelin, burası şeker yurdu diye çağırır. Bizi tarikat, şeriat
kalesinden dışarı çıkarıp mağlup etmek için çalışır.[38]
Doğan, kaza “Sudan çık da şekerler akan
ovaları bir gör” dedi
Akıllı kaz dedi ki: “Ey sudan uzakta
kalmış doğan, su bizim kalemizdir, huzurumuzdur, neşemizdir.”
Nefis,
çok insafsızdır. Hiç acıması yoktur. Senden yüzlerce şey alıp götürür ama senin
ondan aldığın en ufak şeyi dahi görmemezlikten gelmez, hemen feryat, figana
başlar. Onun için alçak nefse hiçbir zaman iyilik etmeye değmez. Çünkü sen ona
ihsanda bulundukça azgınlaşır ve inkâr eder. Ona daimi eza ve cefa lazımdır.[40]
Bu hak, hukuk tanımaz zalim gibi. Bir
öküzceğiz için bunca hilelere girişti
Halbuki o, efendisinden yüzlerce öküz,
yüzlerce deve almıştı. Babacığım, işte senin nefis dediğinde budur. Tek hemen
ondan kesile gör![41]
Ey hür can, sen ona tövbe etmesi,
yargılanma dilemesi için inci verirsin de o sana taş bile vermez… İşte nefsin
insafı![42]
Sabırla nefsin belini bük. O alçaktır,
kötüdür, iyilik etmeye gelmez ona![43]
Bu alçağa da cefa eder, onu kahreylersen
sana aşırı vefalar gösterir, kulun kölen olur.[44]
Hulâsa ey kerem sahibi, alçak nefse iyilik
etme, kötü davran da alçaklarla beraber o da sana boyun eğsin, teslim olsun
Nefis,
sende bulunan sıfat, hüner ve meziyetleri sana karşı kullanmasını çok iyi
bilir. Senin bu sıfatların da kılıç misalidir; iyi kullanabilirsen zafer elde
edersin, nefsin eline geçerse bu kılıçla yaralanır, mahvolur gidersin. Bu
sıfatlar senin düşmanın ve helâkine sebep olmuş olur. Nefis, bu sıfatları hep
gün yüzünde tutmak, senin önüne geçirip onlarla gurur, kibir vs. sahibi olmanı
ister.[46]
Bu silah, bana düşman olacak. Onun için kılıçla
kalkanı kuyuya atıyorum
Ne kolumda kuvvet var, ne dayanacağım bir
yer. Kılıcımı atmazsam düşmanım elimden alır, onunla beni yaralar
Nefis,
Hakk’tan o kadar uzaktır ki bir gün bile O’nu hatırlamamış, O’nun karşısında
halinin kötülüğünü itiraf edip bağışlanma dileyip gözyaşı dökmemiştir. Kendisi
Hakk’tan uzak olduğu gibi seni de Hakk’tan uzaklaştırmak ister. Bunun için de
her türlü yola başvurur. Hatta senin iyiliğini düşünüyormuş gibi görünüp senin
halini perişan eder de haline geçip güler. O, şeytanla beraber Hz. Âdem ve
Havva’yı da, bu buğday ilaçtır, diye kandırmıştı.[48]
Bu zâlim, bir gün bile Allah’a yüz tutup
ağlamadı, inlemedi. Ağzından bir kerecik olsun aşkla, derle “Yarabbi” sözü
çıkmadı.[49]
Sana bu ilaçtır diyen, seninle alay etmiş,
sana gülmüştür. O, Âdem’e de buğdaya kılavuzluk ettiydi ya!
Ey Allah yardımını dileyen Âdem ve Havva,
ilaç için bunu yiyin, “ebedî olarak yaşarsınız” demişti ya![50]
“Bu sana dertten, gamdan kurtulmak için
bir ilaçtır” der. Âdem’e de buğday için böyle demişti ya![51]
Nefis
her türlü nimete bahaneler bulan yazın kışı, kışın yazı isteyen ne varlıktan ne
de yokluktan razı olan, dolayısı ile bütün bunları meydana getirip yaratan
Rabbine karşı küfrâni nimette bulunan insan misali, hiçbir şeyden hoşlanmaz,
her şeyde bir noksanlık, eksik bulmaya çalışan nankör bir varlıktır.
İnsan yazın kışı ister, fakat kış geldi mi
bundan da vazgeçer, istemez
Bir hâle katiyen razı olmaz. Ne darlıktan
hoşlanır, ne genişlikten, boşluktan
Geberesi insan, efendisine ne de kâfirdir
ya… hidayete nail oldu mu tutar, inkâra sapar
Nefis, bu çeşit mahlûklardandır da onun
için gebertilmeye layıktır… onun için Allah “Öldürün nefislerinizi” demiştir.[52]
Nefis,
daima bir illet, maksat peşindedir. Onun dostluğu olmaz. Onunla başlayan
dostluklar da, zamanla sevgi, muhabbet azalır. Ortaya nefsin gerçek yüzü olan
nefret, düşmanlık çıkar.[53]
Fakat nefis, aşağılık bir nefisle tanışır,
dost olursa şüphesiz olarak bil ki dostluk, zaman geçtikçe azalır
Çünkü nefsin dâima bir illet, bir maksat
etrafında döner, dolaşır… Dostluğu, bilişiği de çabucacık bozar![54]
Fil
sürüsünün kuyuyu zapdetmeleri hikâyesinde, kuyunun sahibinin ay olduğunu
söyleyen tavşanın hakikati de aslında şeytandır. Ve senin fil misali nefsini,
Hızır (as)’ın içtiği ab-ı hayat suyundan, ledünni ilimden ve maarifi ilahiden
mahrum etmek istemektedirler.[55]
A herzevekil, o tavşanın hakikati
Şeytan’dır. Senin nefsine elçi olarak geldi de,
Nefis,
şeytan senin aklını çelmek için her şeyi yapar. Seni itikâdi meselelerde yanlış
düşüncelerle kandırırlar. Öyle ki, senin işlemiş olduğun kötülüklerde senin bir
tesirinin olmadığını, bunları işlemene Allah’ın sebep olduğunu, böyle olunca
senin de günaha mecbur olduğunu söylerler. Sende zevk içinde güle oynaya günah
işlersin. Diğer taraftan ruhunun istediği mânevîyatı işlemeye gelince ibadet ve
taat bana yaptırılmıyor dersin. Emr-i ilahiyi yerine getirmemede, kendini
mecbur ve mazur görürsün, kendi ihtiyar ve iradeni isbat etmezsin.[57]
İblis ve soyu sopu gibi Allah ile savaşta,
mübahasedesin
Eteklerin çemrer de isyana öyle koşar,
gidersin… bu kadar hoşlukla, bunca istekle cebir olur muymuş hiç?[58]
Nefsin neyi isterse ihtiyarın var, fakat
aklının istediği şeyde mecbursun ha![59]
Nefis
o kadar çetin, zorlu bir düşmandır ki elleri bağlı bile olsa seni öldürmek için
-savaşa giden sûfîye, öldürüp gâzi olması için elleri bağlı olarak verilen
esirin yaptığı gibi- dişleri ile seni mağlup etmek için uğraşır. Sûfîye olduğu
gibi, eli bağlı nefsin, dişleri misali olan sıfatları ile yere yatırıp, ruhunun
boynunu ısırmakla seni öldürmek ister.[61]
Sende eli bağlı olan nefsinin elinde tıpkı
o sofi gibi alta düşmüş, kendinden geçmişsin.[62]
Nefse,
onun hevâ ve hevesine tabi olursan, nefis, senin ruhunun dimağını bozar. Böyle
olunca ilahi marifeti, misk-i amberi hissedemez olursun. Zamanla bunlar artık
senin için itibarsız hale gelmeye başlar.[63]
Heva ve hevesine uyarsan dimağın bozulur.
Misk ve amber sence hiçbir şeye yaramaz bir hale gelir.[64]
Nefis
münafıktır, sapıktır, kâfirdir, mürâidir, ayıplarla doludur, onun kişiye en
ufak bir faydası yoktur. Nefis güzel bir yüzde ki çirkin burun gibidir.[65]
Dedim ki: A nefisceğiz, hem münafık
olarak yaşamadasın, hem münafıkça ölmedesin, nesin sen?
İki âlemde de mürai imişsin, iki
âlemde de hiçbir şeye yaramazmışsın meğer.[66]
Bir mümin, iki sapıkla arkadaş
oldu. Aklın, şeytan ve nefisle arkadaş olması gibi.[67]
Akıl da ayıplarla dopdolu bulunan
nefisten feryat eder. Nefis, güzel bir yüzdeki çirkin buruna benzer.[68]
[1] Konuk, X, 278,279; XI, 563-565.
[2] Mesnevî, VI, 1745-1752.
[3] Mesnevî, V, 2989.
[4] Mesnevî, V, 2991.
[5] Mesnevî, V, 3002-3004
[6] Konuk, I, 332.
[7] Mesnevî, I, 1034-1035.
[8] Müslim, “Zühd”, 63.
[9] Konuk, I, 302; Tâhir-ul- Mevlevî,
I, 516.
[10] Mesnevî, I, 906-907.
[11] Konuk, III, 222; VIII, 18; IX,
237.
[12] Mesnevî, IV, 916-921.
[13] Mesnevî, II, 772-775
[14] Konuk, IX. 236.
[15] Mesnevî, V, 669-671.
[16] Konuk, I, 426.
[17] Mesnevî, I, 1401-1403.
[18] Tâhir-ul- Mevlevî, I, 261
[19] Mesnevî, I, 384-386.
[20] Özköse, a.g.m. s. 24; Konuk, I.
271,272; Tâhir-ul- Mevlevî, II. 460
[21] Mesnevî, I, 772-774.
[22] Konuk, I. 273; Tâhir-ul- Mevlevî,
II. 462
[23] Mesnevî, I, 775-778.
[24] Konuk, I, 186.
[25] Mesnevî, I, 366-369.
[26] Konuk, III, 22
[27] Mesnevî, II, 15-18.
[28] Konuk, VI, 82,442; XIII, 67.
[29] Mesnevî, II, 2310.
[30] Mesnevî, V, 1414.
[31] Mesnevî, III, 4076.
[32] Mesnevî, VI, 4094.
[33] Mesnevî, III, 2693-2694.
[34] Konuk, IV, 214.
[35] Mesnevî, II, 2602-2603.
[36] Konuk, VI, 512,513
[37] Mesnevî, II, 4326-4336.
[38] Konuk, V, 128,129; Tâhir-ul-
Mevlevî, IX, 114.
[39] Mesnevî, III, 432-434.
[40] Konuk, VI, 22,156
[41] Mesnevî, III, 2466-2467.
[42] Mesnevî, III, 2471.
[43] Mesnevî, III, 2979.
[44] Mesnevî, III, 2981.
[45] Mesnevî, III, 3009-3010.
[46] Konuk, IX, 234; Tâhir-ul- Mevlevî,
XIV, 192.
[47] Mesnevî, V, 660-662.
[48] Konuk, VI, 23; IX, 64; XI, 445.
[49] Mesnevî, III, 2468.
[50] Mesnevî, VI, 1341-1342
[51] Mesnevî, V, 157.
[52] Mesnevî, III, 371- 374.
[53] Konuk, VI, 82.
[54] Mesnevî,2690-2691.
[55] Konuk, VI. 114
[56] Mesnevî, III, 2806-2807.
[57] Konuk, VII. 401,402; X. 300
[58] Mesnevî, IV, 1395-1396.
[59] Mesnevî, IV, 1401.
[60] Mesnevî, V, 3071.
[61] Konuk, X, 492.
[62] Mesnevî, V, 3756.
[63] Konuk, IX. 307.
[64] Mesnevî, V, 906.
[65] Konuk, X, 502, XII, 330.
[66] Mesnevî, V, 3797-3798.
[67] Mesnevî, VI, 2378.
[68] Mesnevî, VI, 2951.
[69] Mesnevî, VI, 4796.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder