Nefisten Kurtuluş
Cenâb-ı
Hakk, nefsin kötülüğünü ve ona muhalefetin gerekli olduğunu beyan buyurmuştur.
“Kimde Rabbinin makamından korkmuş ve nefsini, hevadan men etmişse muhakkak
cennet onun varacağı yerdir” âyetiyle de nefsin arzularına karşı gelenlerden
memnun olacağını ve cennetiyle mükâfatlandıracağını ifade etmiştir. Kula
düşende nefsin bütün perdelerini, yedi makamda yetmiş perdeyi aşarak, ruhunu
nefsin pisliğinden temizlemektir. Her perdenin kalkmasıyla, ruha Cenâb-ı
Hakk’ın nuru, feyzi akacaktır. Perdeler geçildikçe nefis kontrol altına
alınacak ve nihayetinde ruhun emrine girerek nur kesilecektir.[1]
Zünnûn
el-Mısrî, “İbadetin anahtarı tefekkürdür. İbadetli (yolda) olmanın alâmeti,
hevâ, heves ve nefse muhalefettir. Nefse ve hevâya muhalefet, onun arzularını
terk etmektir” diyerek nefse muhalefet etmeye ve onu terbiye etmenin lüzumuna
dikkat çekmektedir. Nefse muhalefet ibadetlerin başıdır. Nefsi terbiye ise,
önce onu çok iyi tanımak, sonra onun arzu ve hevesini kırmak, zıddına hareket
edip, kötülüğünü ona hatırlatmak, kendisine uyduğu takdirde karşılaşacağı azabı
düşünmek, açlık, susuzluk, uykusuzluk gibi onu güçsüz duruma düşürecek tedavi
yöntemlerini kullanarak, şiddetli bir mücâhede ve riyâzetle mümkün olur. Bu
nefisten kötülük gelmez, kulluk görevlerini yerine getirmede artık yardımcı
olmaya başlar. Dünyanın geçiciliğini bilip nefsin sıfatlarını dizginleyen kişi
nefsine hâkim olabilir.[2]
Ebu
Bekir Tamestani, “En büyük nimet nefs diyarından çıkmaktır. Çünkü kul ile Aziz
ve Celil olan Allah (cc) arasında bulunan en büyük perde nefistir” derken, Sehl
b. Abdullah, “Nefse ve nefsin hevâ ve hevesine muhalefet edilmek suretiyle
Allah’a ibadet edildiği gibi başka bir şeyle ibadet edilmemiştir”, demiştir.[3]
Nefse
hâkim olmanın ilk adımı, onu her an hesaba çekmek ve titiz bir murakabeye
devamdır. Ondan gelen her sese karşı çok dikkatli olmalı ve inceden inceye
üzerinde durup ona göre hareket etmelidir. el-Mekki günde iki vakitte vird için
zaman ayırıp nefs muhasebesine ayırmak gerektiği üzerinde durur. Bu murakebeyi
terk etmenin sonucu ise Allah’tan gâfil olmaktır. Günahlara devam ise bu
murakebenin terkine sebep olur. Devamında da kalpte kasvet meydana gelir ve
kalbin mühürlenmesine yol açar, bu mührü kaldıracak olanda takvadır.[4]
Yine
nefis muhasebesi vera’ yani Allah korkusu ile olur. el-Mekki nefis
muhasebesinin yapılışını şöyle tarif eder. Kul nefsinde bir himmet doğduğu ve
hareket başladığı zaman bir durur. Kalbine gelen hatır, his ve fikri yoklar da
tanımaya çalışır. Gelen hatır, kalbin hareketini; ızdırab/dalgalanma ise
bedenin hareketini ifade eder. Kalpte doğan his, bir niyet, karar verme, çaba
sarfetme cihetinde himmete sebep olur. Eğer bunlar Allah (cc) için, Allah (cc) yolunda,
Allah (cc) ile birlikte ise ona devam eder. Allah (cc) için olması; sadece
Allah’a mahsus olması manasınadır. Allah (cc) ile birlikte olması; nefis veya
hevâya yakınlaşma suretiyle değil de Allah’ın yakınlığının müşahedesi ile
birlikte olması manasınadır. Allah (cc) yolunda olması, Allah (cc) uğrunda
O’nun rızasını kazanma cihetinde olması manasınadır. Eğer himmetini mûcib olan
şey, böyle bir şey ise onu bir an önce tamamlamak için çaba sarfeder de acele
eder. Eğer beşeri tabiata uygun ve beşeriyet vasfına uygun dünyevi bir çıkar, nefsânî
bir hevâ, eğlence ve gaflet içinse o hatırı hemen reddeder, kalbinden gönlünden
çıkarır, bu sese kulak vermez. Kalbine yerleşir ise bu fenâ fikir, zamanla
büyük bir tesir meydana getirir, kötü fiillerin doğmaya başlamasına sebep olur.[5]
Nefis
ile kitap ve sünnete uygun bir mücadele etmek lazımdır. Buda sıkı bir riyâzet,
mücâhede, çile, halvet, erbain ile olur. Mücâhede, nefsin ile onun sıfat ve
kötülüklerine karşı olan savaş, karşı koymadır. Böylece haramlardan ve günah
işlemekten korunmuş olursun, takvayı elde edersin. Bu takvayı elde etme için
mücadele etmekte müminlere farzdır. Riyâzet, nefsin yeme, içme, cinsel arzular
en genel anlamda dünyevî haz ve lezzetleri kontrol altına almaktır. Nefsi, onun
rıza göstermediği şeylere koşturmak ve onun hileleri karşısında uyanık olmak da
riyâzetin esasıdır. Sâlikin nefsinden kurtulup onu kontrol altına alıp ona
karşı söz sahibi olabilmesi için yine halvet, erbain ve de çile gibi yollara
başvurması gerekli görülmüştür.[6]
[1] Hucviri, a.g.e. s. 309; Öztürk,
a.g.e. s. 124.
[2] Kuşeyri, a.g.e. s. 290; Muhasibî,
a.g.e. s. 430; Hucviri, a.g.e. s. 467; Uludağ, a.g.m. s. 528; Bardakcı, a.g.e.
s. 79.
[3] Kuşeyri, a.g.e. s. 291.
[4] el-Mekki, a.g.e. s. 298-304.
[5] el-Mekkî, a.g.e. s. 270,271.
[6] Süleyman Uludağ, “Mücâhede”, (DİA), İstanbul 2006, XXXI. 440;
Süleyman Uludağ, “Riyâzet”, (DİA),
İstanbul 2008, XXXV. 144; Selçuk
Eraydın, “Çile”, (DİA), İstanbul 1993, VIII. 315; Selçuk Eraydın,
Süleyman Uludağ, “Erbain”, (DİA),
İstanbul 1995, XI. 270; Süleyman Uludağ, “Halvet”, (DİA), İstanbul 1997, XV. 386; Muhasibî, a.g.e. s. 430.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder