1 Temmuz 2017 Cumartesi

NEFS NEFİS NEFSİ BİLMEK


Cenâb-ı Hakk, insanı en güzel şekil ve sûrette yaratmış,[1] ona ruhundan üflemiş,[2] böylece “Ahsen-i takvim”[3] üzere insanın yaradılışını tamamlamıştır. İnsan kendisine akıl nimetinin verilmesi ile de mükemmeliyet elde etmiş, böylece akıl ile insan iyiyi, kötüyü, doğruyu, yanlışı ayırt edebilme kabiliyeti ve iradesini kullanma selâhiyyetini kazanmıştır.[4]

Cenâb-ı Hakk, yarattığı ilk insan ve ilk peygamber Âdem (as)’a, cennet nimetlerini göstererek, kendisinden râzı olduğu kullarını bu şekilde ağırlayıp, izzet-i ikramda bulunacağını da göstermiştir. Daha sonra insanı, asıl yaratılış gâyesi olan kendisine ibadet edilmesinin gerçekleşmesi,[5] amel bakımından kimin daha güzel olduğunun belirlenmesi için yapılacak imtihan için[6] yeryüzüne göndermiştir.[7] Yeryüzüne insanla beraber, Hz. Âdem’e secde etmeyerek Allah’a düşmanlık bayrağını açmış, kıyamete kadar mühlet isteyip, bu isteğinin verilmesiyle de insanların sağından, solundan, altından, üstünden girerek onları isyana, itaatsizliğe düşürmeye ant içmiş olan Şeytan da gönderilmiştir.[8] Dışarıda Şeytan gibi bir düşman olmakla beraber Cenâb-ı Hak, insanın içine de nefis denilen, devamlı kötülüğü emreden[9], latif bir varlığı da yerleştirmiştir. Ve onun için kudsî hadiste “Nefsine düşman ol; çünkü o bana düşmanlığa saplandı” [10] buyrulmuş. Yine Hz. Peygamber de; “Düşmanın en büyüğü beden çatının içinde bulunan nefsindir”[11] demiştir. Bu iki düşmana uyanların ise “esfeli sâfilin”[12] den, hüsrana uğrayanlardan olup yüzüstü cehenneme gideceği belirtilmiştir.[13]

Nefis, sözlükte ruh, can, hayat, hayatın ilkesi, nefes, varlık, zat, insan, kişi, hevâ, heves, kan, beden, bedenden kaynaklanan süflî arzular, kötülüğe meyil, insandaki hayvâniyet, asıl, cevher,[14] benlik, meni, nutfe, öz,[15] kalp[16] manalarına gelmektedir.

Tasavvufî terim olarak ise nefis; kulun kötü huyları ve çirkin vasıfları, kötü his ve huyların mahalli olan latife, kulun kötü vasıfları ile yerilen fiilleri, kötü davranışların tümü, insanın yaratılışında var olan içgüdülerin, ihtirasların, zaafların, bencilliğin, kendini beğenmişliğin, kıskançlığın ve çekememezliğin odaklandığı merkez olarak açıklanmaktadır.[17]

Her biri farklı manalar taşısalar da nefis, kalp, ruh ve aklın rabbânî ve ilâhî latifeyi ifade etme noktasında birleşmesi, nefsin zıt manalar içermesi, olumlu ya da olumsuz yönlerinin ortaya çıkması, nefsin tarif edilmesini zorlaştırmıştır.[18]

Yine nefsin, insanın özü manasını taşıması, insanın da beden ve nefis birlikteliğinden oluşup, bedene hayatiyet verenin nefis olması, onun hakkında günümüze kadar gelen tartışmalar devam etmiştir. Bu tartışmalar, İslâmî ilimler açısından ise özellikle kelamda kendini göstermiştir. Burada da nefsin, mahlûk, kadim olup olmadığı, fâni, bâki olduğu, cevher veya arazlığı, cisim olduğu, bir bedende bir veya birden fazla nefsin bulunup bulunmadığı şeklinde olmuştur.[19]

Bir bedende cemâdî, nebâtî, hayvânî ve insânî olmak üzere dört nefsin bulunduğu kabul edilmiştir. İnsanı diğer hayvanlardan ayıran ise “Rabbâni latife” denen nefistir. Bu nefisle, bedende bulunan ve insâni nefsin bineği, kötülüklerin kaynağı olan hayvânî nefis arasında devamlı bir çatışma vardır. İnsan, hayvânî nefsi hâkimiyet altında tuttuğu müddetçe hayra yakın, onun hâkimiyetine girerse şerre yakındır. Hayvânî nefse tâbi olmak kirlenmeye, insânî nefse sahip olmak temizlenmeye sebep olur.[20]
 



[1]  et-Tîn 95/4; Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dîni Kur’an Dili, Yenda, I-X, İstanbul 1997, IX. 152.
[2]  el-Hicr 15/29
[3]
[4]  Süleyman Uludağ, “Akıl”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul 1989, II. 246
[5]  ez- Zâriyât 51/56
[6]  el-Mülk 67/2
[7]  el-Bakara 2/36
[8]  el-A’raf 7/11-17; Hicr 25/30-39
[9]
[10]  Ahmed Fârûkî Serhendî,  İmam-ı Rabbanî, Mektubat-ı Rabbanî, (çev. Abdulkadir Akçiçek), Merve Yayınevi, 56. Mektup, I. 170
[11] İsmail b.Muhammed el-Cerrahi el-Acluni, Keşfu’l-Hafa ve Muzilu’l-İlbas,  Daru İhyai’t-Turas el-Arabi, Beyrut  1352 (H.), I. 143; İmâm Gazâlî, İhyâu ‘Ulûmi’d-Dîn, (terc. Ahmed Serdaroğlu), Bedir Yayınevi, İstanbul 1987, III. 11
[13] Elmalılı, IX. 153
[14] Hüseyin Atay, “Nefis”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara 1997, XXXVII. 3; Süleyman Uludağ, “Nefis”, (DİA), İstanbul 2006,  XXXII, 526; Şemseddin Sâmi, Kâmûs-ı Türkî, Kapı Yayınları, Ekim 2004, İstanbul, s. 1466.
[15] D. Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, “Nefs” maddesi, Bahar Yayınları, s. 838
[16] Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih ve Deyimler Sözlüğü, Milli Eğitim Bakanlığı Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1983, II. 672
[17]  Uludağ, a.g.m. s. 527; Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2001, s. 271; Hucviri, Keşfu’l-Mahcüb, Hakikat Bilgisi, (haz. Süleyman Uudağ), Dergah Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 1996, s. 309; Abdulkerîm Kuşeyrî, Kuşeyrî Risâlesi, (haz. Süleyman Uludağ), Dergah Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 1981,  s. 222;  , Gazâlî, a.g.e. III. 10, 11
[18] Uludağ, a.g.m. s. 526; Süleyman Ateş, İslam Tasavvufu, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul 1992, s. 521
[19] Uludağ, a.g.m. s. 526, 527; Atay, a.g.m. s. 3-4
[20] Uludağ, a.g.m. s. 527; Atay, a.g.m. s. 5-22; Mehmet Ali Ayni, Tasavvuf Tarihi, (sadeleştiren Hüseyin Rahmi Yananlı), Kitabevi, İstanbul 2000, s. 265, 266; Erzurumlu İbrahim Hakkı, Mârifetnâme, (haz. M. Faruk Meyan), Bedir Yayınevi, İstanbul 1987, s. 371-381

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İMAN - İTAAT

İMAN- İTAAT Bizler bazı şeyleri ya yanlış anlıyoruz yada işimize öyle geliyor o şekilde kullanıyor, davranıyor , savunuyoruz. Alla...