Cenâb-ı
Hakk, insanı en güzel şekil ve sûrette yaratmış,[1] ona ruhundan
üflemiş,[2] böylece
“Ahsen-i takvim”[3]
üzere insanın yaradılışını tamamlamıştır. İnsan kendisine akıl nimetinin
verilmesi ile de mükemmeliyet elde etmiş, böylece akıl ile insan iyiyi, kötüyü,
doğruyu, yanlışı ayırt edebilme kabiliyeti ve iradesini kullanma selâhiyyetini
kazanmıştır.[4]
Cenâb-ı
Hakk, yarattığı ilk insan ve ilk peygamber Âdem (as)’a, cennet nimetlerini
göstererek, kendisinden râzı olduğu kullarını bu şekilde ağırlayıp, izzet-i
ikramda bulunacağını da göstermiştir. Daha sonra insanı, asıl yaratılış gâyesi
olan kendisine ibadet edilmesinin gerçekleşmesi,[5] amel
bakımından kimin daha güzel olduğunun belirlenmesi için yapılacak imtihan için[6]
yeryüzüne göndermiştir.[7] Yeryüzüne
insanla beraber, Hz. Âdem’e secde etmeyerek Allah’a düşmanlık bayrağını açmış,
kıyamete kadar mühlet isteyip, bu isteğinin verilmesiyle de insanların
sağından, solundan, altından, üstünden girerek onları isyana, itaatsizliğe
düşürmeye ant içmiş olan Şeytan da gönderilmiştir.[8] Dışarıda
Şeytan gibi bir düşman olmakla beraber Cenâb-ı Hak, insanın içine de nefis
denilen, devamlı kötülüğü emreden[9], latif
bir varlığı da yerleştirmiştir. Ve onun için kudsî hadiste “Nefsine düşman ol;
çünkü o bana düşmanlığa saplandı” [10]
buyrulmuş. Yine Hz. Peygamber de; “Düşmanın en büyüğü beden çatının içinde
bulunan nefsindir”[11]
demiştir. Bu iki düşmana uyanların ise “esfeli sâfilin”[12] den,
hüsrana uğrayanlardan olup yüzüstü cehenneme gideceği belirtilmiştir.[13]
Nefis,
sözlükte ruh, can, hayat, hayatın ilkesi, nefes, varlık, zat, insan, kişi,
hevâ, heves, kan, beden, bedenden kaynaklanan süflî arzular, kötülüğe meyil,
insandaki hayvâniyet, asıl, cevher,[14] benlik,
meni, nutfe, öz,[15]
kalp[16]
manalarına gelmektedir.
Tasavvufî
terim olarak ise nefis; kulun kötü huyları ve çirkin vasıfları, kötü his ve
huyların mahalli olan latife, kulun kötü vasıfları ile yerilen fiilleri, kötü
davranışların tümü, insanın yaratılışında var olan içgüdülerin, ihtirasların,
zaafların, bencilliğin, kendini beğenmişliğin, kıskançlığın ve çekememezliğin
odaklandığı merkez olarak açıklanmaktadır.[17]
Her
biri farklı manalar taşısalar da nefis, kalp, ruh ve aklın rabbânî ve ilâhî
latifeyi ifade etme noktasında birleşmesi, nefsin zıt manalar içermesi, olumlu
ya da olumsuz yönlerinin ortaya çıkması, nefsin tarif edilmesini
zorlaştırmıştır.[18]
Yine
nefsin, insanın özü manasını taşıması, insanın da beden ve nefis
birlikteliğinden oluşup, bedene hayatiyet verenin nefis olması, onun hakkında
günümüze kadar gelen tartışmalar devam etmiştir. Bu tartışmalar, İslâmî ilimler
açısından ise özellikle kelamda kendini göstermiştir. Burada da nefsin, mahlûk,
kadim olup olmadığı, fâni, bâki olduğu, cevher veya arazlığı, cisim olduğu, bir
bedende bir veya birden fazla nefsin bulunup bulunmadığı şeklinde olmuştur.[19]
Bir
bedende cemâdî, nebâtî, hayvânî ve insânî olmak üzere dört nefsin bulunduğu
kabul edilmiştir. İnsanı diğer hayvanlardan ayıran ise “Rabbâni latife” denen
nefistir. Bu nefisle, bedende bulunan ve insâni nefsin bineği, kötülüklerin
kaynağı olan hayvânî nefis arasında devamlı bir çatışma vardır. İnsan, hayvânî
nefsi hâkimiyet altında tuttuğu müddetçe hayra yakın, onun hâkimiyetine girerse
şerre yakındır. Hayvânî nefse tâbi olmak kirlenmeye, insânî nefse sahip olmak
temizlenmeye sebep olur.[20]
[1]
et-Tîn 95/4; Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dîni Kur’an Dili, Yenda, I-X, İstanbul 1997, IX. 152.
[2]
el-Hicr 15/29
[4]
Süleyman Uludağ, “Akıl”, Türkiye
Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul 1989, II. 246
[5]
ez- Zâriyât 51/56
[6]
el-Mülk 67/2
[7]
el-Bakara 2/36
[8]
el-A’raf 7/11-17; Hicr 25/30-39
[10]
Ahmed Fârûkî Serhendî, İmam-ı
Rabbanî, Mektubat-ı Rabbanî, (çev.
Abdulkadir Akçiçek), Merve Yayınevi, 56. Mektup, I. 170
[11] İsmail b.Muhammed el-Cerrahi
el-Acluni, Keşfu’l-Hafa
ve Muzilu’l-İlbas, Daru
İhyai’t-Turas el-Arabi,
Beyrut 1352 (H.), I. 143; İmâm Gazâlî, İhyâu ‘Ulûmi’d-Dîn, (terc. Ahmed
Serdaroğlu), Bedir Yayınevi, İstanbul 1987, III. 11
[13] Elmalılı, IX. 153
[14] Hüseyin Atay, “Nefis”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi,
Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara 1997, XXXVII. 3; Süleyman Uludağ, “Nefis”,
(DİA), İstanbul 2006, XXXII, 526; Şemseddin Sâmi, Kâmûs-ı Türkî, Kapı Yayınları, Ekim
2004, İstanbul, s. 1466.
[15] D. Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, “Nefs” maddesi,
Bahar Yayınları, s. 838
[16] Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih ve Deyimler Sözlüğü, Milli
Eğitim Bakanlığı Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1983, II.
672
[17]
Uludağ, a.g.m. s. 527; Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2001, s.
271; Hucviri, Keşfu’l-Mahcüb, Hakikat
Bilgisi, (haz. Süleyman Uudağ), Dergah Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 1996,
s. 309; Abdulkerîm Kuşeyrî, Kuşeyrî
Risâlesi, (haz. Süleyman Uludağ), Dergah Yayınları, 2. Baskı, İstanbul
1981, s. 222; , Gazâlî, a.g.e. III. 10, 11
[18] Uludağ, a.g.m. s. 526; Süleyman
Ateş, İslam Tasavvufu, Yeni Ufuklar
Neşriyat, İstanbul 1992, s. 521
[19] Uludağ, a.g.m. s. 526, 527; Atay,
a.g.m. s. 3-4
[20] Uludağ, a.g.m. s. 527; Atay,
a.g.m. s. 5-22; Mehmet Ali Ayni, Tasavvuf
Tarihi, (sadeleştiren Hüseyin Rahmi Yananlı), Kitabevi, İstanbul 2000, s.
265, 266; Erzurumlu İbrahim Hakkı, Mârifetnâme,
(haz. M. Faruk Meyan), Bedir Yayınevi, İstanbul 1987, s. 371-381
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder