ÖĞÜT MÜMİNE FAYDA VERİR
Doç. Dr. İsmail Karagöz
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi
İnsan, iman (Âl-i İmran, 179), ibadet ve itaatle (Nisa, 59)
sorumlu tutulmakla birlikte bu konuda zorlanmamıştır (Bakara, 256). Çünkü insan
hayatı ve ölümü ile imtihana tâbi tutulmuş (Mülk, 2) bu sebeple ona inanç ve
irade hürriyeti verilmiştir (Kehf, 29). İnsan iman edip etmemekte serbest
bırakılmakla birlikte iman edip salih ameller işlemesi istenmiştir (Teğabün,
9).
Allah, kullarına iyiyi emretmek ve kötüyü yasaklamak
sûretiyle bizzat öğüt verdiği gibi (Nisa, 58) peygamberlerini de öğüt vermekle
görevlendirmiştir (Nisa, 63). Kur'an da insanlar için bir öğüttür (Yunus, 57).
Dini anlatmak, insanları iman, ibadet ve güzel ahlâka
çağırmak, haram, günah ve kötülüklerden sakındırmak peygamberlerin görevi
olduğu gibi her bir müminin de görevidir (Al-i İmran, 110). Bu husus Kur’an’da
pek çok ayette ifâde edildiği gibi “Öğüt ver (zekkir), çünkü öğüt (zikrâ)
müminlere fayda verir” anlamındaki Zâriyât sûresinin 55.ayetinde de ifade
edilmektedir.
Yüce Allah, ayette Peygamberimize dolayısıyla müminlere öğüt
vermeyi, va’z yapmayı, nasihat etmeyi, hakka çağırmayı, dîni anlatmayı,
iyilikleri emredip kötülüklerden sakınmayı emretmektedir.
“Öğüt, müminlere fayda verir” cümlesi, öğüt vermenin
gerekçesini ortaya koymaktadır. İnsanların, mümin de olsalar va’z ve nasihate
ihtiyaçları vardır. Çünkü va’z ve nasihat, kalpleri yumuşatır, imanları
pekiştirir, ibadet ve itaate yönlendirir, haram ve günahlardan sakındırır.
Ayet iki hüküm içermektedir:
a) Va’z ve nasihat, iyiliği emir ve kötülüğü men, dini
anlatma ve öğretme Allah’ın emridir.
İnsanın va’z ve nasihate, öğüt ve tavsiyeye ihtiyacı vardır.
Çünkü genel olarak insan azgın (Alak, 7), aceleci (İsra, 11), hırslı, cimri,
sabırsız (Meâric, 19-21), nankör, ümitsiz, şımarık (Hac, 66), tartışmacı (Kehf,
54) ve zâlimdir (Ahzab, 72). Nefis, daima kötülüğü emreder (Yusuf, 53). İnsan,
zayıf yaratılmıştır (Nisa, 28). Zafiyeti; şehvetine düşkün, öfkesine mahkûm,
ibadetlerin meşakkatlerine dayanıksız, sebatsız, nefsinin arzularına ve dünya
lezzetlerine karşı koymada âciz oluşudur. Şeytan insanın düşmanıdır (İsra, 53),
onu daima kötülüklere teşvik eder ve Allah (c.c.) ile irtibatını kesmeye
çalışır. İnsan, helâke sürükleyen şehevî arzularına ve kendisini sıkıntıya
sokacak olan tembelliğe meyledebilir. Akıl ve irade sahibi; iyi ve kötü, hayır
ve şer olanı birbirinden ayırt edebilecek yetenekte olmasına rağmen bu zafiyetleri
nedeniyle insan; nefsine, şehvetine ve şeytana uyup inkâr, isyan, haram ve
kötülüklere dalabilir, gaflete düşebilir. Bu itibarla onu şehvet, şeytan,
inkâr, isyan, zulüm ve gafletten uzaklaştırıp iman, ibâdet, itâat, takva ve
ihlasa yöneltecek rehbere, hak davetçisine, vâize, öğüt vericiye, nasîhat
ediciye ihtiyacı vardır. Allah’ın, insanlara peygamber ve kitap göndermesinin
amacı da budur.
Bir toplumda “iyiliği emir ve kötülüğü men” görevi
yapılmazsa bunun vebali ve cezası umumî olur. Hz. Ebu Bekir (r.a.) şöyle
demiştir: "Ey insanlar! "Ey Müminler! Siz kendinize bakın. Siz doğru
yolu bulduğunuz zaman (haktan) sapan kimseler size zarar veremez" (Maide,
105) ayetini okuyorsunuz (ve yanlış anlıyorsunuz). Ben Resûlüllah (s.a.s.)'dan
işittim, o şöyle buyuruyordu: “(İnsanlar,) zâlim kimseyi gördüğü zaman onu
zulümden men etmezlerse Allah en yakın zamanda herkesi (zâlimi ve zulme engel
olmayanları) cezalandırır” (Ebu Davud, Melâhim, 17; Tirmizî, Fiten, 8; İbn
Mâce, Fiten, 20).
Mümin, kendisi kimseye zulmetmediği gibi, başkalarının
zulmetmesine de seyirci kalmaz, İslâm’ı öğrenir, öğrendiklerini başkalarına da
anlatır, kendisi İslâm’ın emir ve yasaklarına uyar; bu emir ve yasaklara
başkalarının da uymalarını ister. Yüce Allah, "Ey müminler! Siz Allah'a
(dinine) yardım ederseniz Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam
tutar, (iman ve itaatinizde sizi devamlı kılar)" (Muhammed, 7) ayetiyle
dinine yardım edenlere yardım edeceğini va'd etmektedir:
İster camide, ister cami dışında yapılsın bu görevin yerine
getirilmesinde birtakım kurallara riayet edilmesi gerekir. Bu kurallardan
bazılarını şöyle sıralayabiliriz.
Öğüt vermede uyulacak kurallar
1) Öğüt verecek kimsenin dinî konuları iyi bilmesi gerekir.
Bir şeyi anlatmak isteyen kimsenin, o şeyi, usûl ve
esaslarıyla detaylı olarak çok iyi bilmesi gerekir. Aksi takdirde o şeyi
insanlara hakkıyla anlatamaz. Bu sebeple dini tebliğ etmek, anlatmak, öğüt ve
nasihatte bulunmak isteyen mümin, tavsiye etmek, anlatmak ve söylemek istediği
şeyleri iyi öğrenmelidir, aksi takdirde yanlış şeyler anlatır, bu yüzden vebale
girer, kaş yapayım derken göz çıkartır. İşin doğrusu, yüce Allah’ın Kur’an’da
emrettiği gibi bu işi, ehline bırakmaktır (Nisa, 58).
2) Öğüt, Allah rızası için yapılmalı, çıkar
gözetilmemelidir.
Bu kurala uymayan kimse netice elde edemeyecektir, çünkü
insanlar, bu kimseye itibar etmeyeceklerdir.
3) Öğüt vermede Kur'an ve sahih hadisler esas alınmalıdır.
Kur'an ve sahih hadislerde yeri olmayan fikir ve hükümleri
din adına anlatmak büyük bir vebaldir. Kur'an'da olmayan hiçbir şey,
Kur'an'danmış gibi asla söylenmemeli, uydurma olan, akıl, mantık ve İslâm’ın
özü ve esası ile bağdaşmayan zayıf hadisler özendirme ve sakındırma amacıyla da
olsa anlatılmamalıdır.
4) Öğüt vermede metot, Kur'ânî olmalıdır.
“Metodun Kur’ânî olması”ndan maksat, insanları iyi, doğru ve
yararlı şeylere yönlendirmek, bunları yapanları müjdelemek; kötü, haram, yanlış
ve günah olan söylem ve eylemlerden sakındırmak, bunları işleyenlerin
cezalandırılacağını bildirmektir. Yüce Allah, Peygamberi ve Kur’an’ı
müjdeleyici ve uyarıcı olarak göndermiştir (Kehf, 1-2) “(Ey Peygamberim!) Biz
onu (Kur'an'ı) senin dilinle (indirerek) kolaylaştırdık ki onunla muttakî (iman
edip salih amel işleyen, emir ve yasaklara riayet eden ve Allah'a karşı
gelmekten sakınan müminleri) müjdeleyesin, haktan sapıp batıla meyleden fâcir,
zâlim ve hakkı kabul etmeyip batılı savunan ve aşırı düşmanlık yapan toplumları
uyarasın” ayeti bunu ifade etmektedir (Meryem, 97).
5) Muhatapların durumları daima göz önünde
bulundurulmalıdır.
İnsanların bilgi, kültür, eğitim ve öğretim; zekâ, kavrayış
ve anlayış seviyeleri çok farklıdır. Öğüt verecek kimselerin, bu durumu göz
önünde bulundurmaları ve ona göre konuşmaları ve öğüt vermeleri gerekir.İnsanları; entelektüel, akl-ı selim sahibi olup yaratılış sâfiyeti bozulmamış duyarlı kimseler ve tartışmacı, inat, şüpheci ve inkârcı kimseler şeklinde düşünüp birinciler hikmetle/ doyurucu, ikna edici ve bilimsel delillerle, ikinciler güzel öğüt ile, üçüncüler ise en iyi mücadele ile İslâm'a davet edilmelidir.
6) Öğüt vermede, anlaşılır bir dil ve yumuşak bir üslûp
kullanılmalıdır.
Öğüt vermede amaç, İslâm’ı anlatıp benimsetmek, emirlerin
yapılmasını ve yasaklardan kaçınılmasını sağlamaktır. Bu amacın gerçekleştirilmesi
ancak sevdirme ve ikna ile mümkün olur. Bu itibarla öğüt vermede yumuşak üslûp,
tatlı dil ve güler yüz daha etkili olacaktır. Yüce Allah (c.c.), Peygamberimize
(s.a.s.); “(Ey Muhammed!) Sen öğüt ver, çünkü sen ancak öğüt verensin. Onların
üzerinde zorlayıcı değilsin" buyurmuştur (Tekvîr, 21-22). Bu sebeple öğüt
vermede bağırıp çağırma, yüksek sesle, katı ve sert konuşma yanlış bir
yöntemdir. Aksine öğüt vermede yumuşak ve tatlı bir üslûp kullanılmalıdır.
Verilen öğüdün iyi anlaşılabilmesi için konuşma; acele
edilmeden, yavaş yavaş ve tane tane yapılmalıdır. Bazı ifâdeler
tekrarlanmalıdır. Sahabeden Enes (r.a.), Peygamberimiz (s.a.s.)'ın: "Bir
söz söylediği zaman, sözünün anlaşılması için o sözü üç defa tekrarlardı"
demiştir (Buhârî, İlim, 11. I, 35).
7) Öğüt veren, davranışları ile söylediklerine ters
düşmemelidir.
Kendisi uygulayamasa bile İslâm’ın bütün hükümlerini
insanlara anlatmak her müminin görevidir. Ancak öğüt veren kimse,
söylediklerine kendisi de uymalıdır. "Siz kitabı okuduğunuz hâlde
insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor
musunuz?" buyuran (Bakara, 44) Yüce Allah, Kur’ân’da (Fussilet, 33)
insanları Allah'a çağıran kimsenin sözünün güzel olması için, kişinin Müslüman
olması ve salih amel işlemesi gerektiğini bildirmiştir. İnsanın davranış hâline
getirdiği şeyleri başkasına söylemesi sözün tesirini arttıran bir faktördür.
8) Öğüt bıktırıcı, zorlaştırıcı ve nefret ettirici
olmamalıdır.
Yaptığı va’zları uzatmayan (Ebu Davud, Salat, 225) ve insanları
usandırmamak için uygun zaman kollayan (Buhâri, İlim, 11) Peygamberimiz
(s.a.s.), “Kolaylaştırın zorlaştırmayın, müjdeleyin nefret ettirmeyin”
sözleriyle bu gerçeğe işaret etmiştir (Buhârî, Cihâd, 164, Ilm, 17, Meğâzî, 60.
Müslim, Cihat, 5. Ebu Davud, Edeb, 17. Ahkâm, 22. Ahmed, I, 129).
9) Öğüt verirken kişiler değil kötü inanç, söylem, eylem ve
davranışlar hedef alınmalıdır.
Öğüt veren kimse insanları eleştirmeği değil, onların İslâm
konusunda bilgilenmelerini, İslâm'ı sevmelerini ve Allah'ın istediği tarzda bir
Müslüman olabilmelerini hedeflemelidir. Eleştiri yapılacaksa kişiler değil
batıl inanç, kötü amel ve yanlış davranışlar hedef alınmalıdır. Yüce Allah,
Kur'an'da; mümin (Enfal, 2), muttakî (Bakara, 5), ve muhsinleri (Al-i İmran,
134) ... övmüş, buna mukâbil müşrik (Ahzab, 73), kâfir ve münâfıkları (Nisa,
140) yermiş ve onların niteliklerini anlatmıştır.
b) Öğüt müminlere fayda verir.
Tahlil etmeye çalıştığımız ayetin ikinci cümlesinde öğüdün
müminlere fayda vereceği açık seçik bildirilmektedir. “Öğüdün müminlere fayda
vermesi”, onların ibadet ve itaate devam etmelerini; haram, isyan ve
günahlardan sakınmalarını sağlamasına, gaflete düşmelerine engel olmasına,
imanlarının kuvvetlenmesine, bilmediklerini öğrenmelerine ve kalplerinin yumuşamasına
sebep olmasıdır.
Kur’an bir öğüttür dileyen öğüt alır, dileyen yüz çevirir.
“Hayır o (Kur’ân) bir öğüttür, dileyen ondan öğüt alır” (Müddessir, 54-55)
buyuran Allah Kur’an’da; akıllı insanların (Ra’d, 19), Allah'tan korkan (A’la,
10) ve O’na yönelenlerin (Mümin, 13) öğüt alacaklarını; bedbaht olan kimselerin
ise öğüt almaktan kaçınacaklarını bildirmiştir.
Sonuç ve değerlendirme
İnsanlar, hayra ve şerre, iyiye ve kötüye, doğruya ve
yanlışa, hakka ve batıla, imana ve küfre, itaate ve isyana, ihlâsa ve riyaya...
kabiliyetli olarak yaratılmışlardır. İnsanlar, doğuştan şerli, kötü, kâfir,
münâfık, âsi ve riyâkâr... değillerdir. İnsanların, hayra, iyiye, doğruya,
hakka, imâna, itaate, ihlâsa... yönelmeleri ancak bu yönde eğitim ve öğretim
görmeleri, edep ve terbiye almaları, va'z ve nasihat dinlemeleri ve Allah'ın
lütfu ve hidâyeti ile mümkün olur. Bu itibarla insanların eğitim ve öğretime,
öğüt ve nasîhate ihtiyaçları vardır. Hiçbir insan bundan müstağnî değildir.
Ayrıca iyiliği emretmek ve teşvik etmek, kötülüğü menetmek ve önlemek her
müminin görevidir. Peygamberler ve kutsal kitapların gönderilme gayeleri de
insanları hakka çağırıp onları batıldan uzaklaştırmak, yeryüzünde zulmü önleyip
adaleti ve takvayı hâkim kılmaktır.
İnsanların, hayra, iyiye, doğruya, hakka, imâna, itaate,
ihlâsa... yönelmeleri ancak bu yönde eğitim ve öğretim görmeleri, edep ve
terbiye almaları, va'z ve nasihat dinlemeleri ve Allah'ın lütfu ve hidâyeti ile
mümkün olur. Bu itibarla insanların eğitim ve öğretime, öğüt ve nasîhate ihtiyaçları
vardır. Hiçbir insan bundan müstağnî değildir.
Diyanet Aylık Dergi (Sayı:162)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder