Hz. Âişe (r.a), Ebû Bekir Sıddîk’ın kızıdır. Rasûl-i Ekrem’in (s.a.v) Peygamber olarak gönderilişinin (bi’set) dördüncü senesinde, yani miladi 614 yılında Mekke-i Mükerreme’de doğdu. Peygamber Efendimiz (s.a.v) ile nikâhı hicretten önce Mekke’de kıyıldı. Hicretin ikinci yılı şevval ayında da evlendi. Böylece Hz. Âişe (r.a), “Peygamber, müminlere kendi canlarından daha yakındır. Eşleri, onların analarıdır...” 64 ve “...Sizin, Allah’ın Rasûlü’nü üzmeniz ve kendisinden sonra onun eşlerini nikâhlamanız asla caiz olamaz...”65 ayetleri gereğince ümmü’l-mü’minîn (müminlerin annesi) olma vasfını kazandı.
Hz. Aişe (r.a), Uhud Savaşı’nda sırtında su taşıma, bilgi toplama, haber alma ve yaralılara bakma gibi hizmetlerde bulundu. O, Rasûl-i Ekrem’e (s.a.v) karşı beslediği derin sevgi yanında, ona hürmet ve itaat etmekle de temayüz etmişti. Geceleri namaz kılar, günlerinin çoğunu oruç tutarak geçirir, ilim ve tefekkürle meşgul olurdu. Hz. Âişe (r.a), Rasûlullah’ın (s.a.v) “Amellerin en hayırlısı az da olsa devamlı olanıdır.”66 buyurduğunu rivayet etmişti. Hadisi ondan işiten ravi diyor ki: “Âişe (r.a) amel işlediğinde ona devam ederdi.”
Hz. Âişe (r.a), vahiy meleği Cebrail’in (a.s) Rasûlullah (s.a.v) ile gönderdiği özel selamı almış ve “Ve aleyhi’s-selâm ve rahmetullâhi ve berakâtüh” diye mukabelede bulunarak “O (Rasûlullah), benim görmediğimi görüyor.” demiştir.67 Şüphesiz bu, Hz. Âişe’nin (r.a) faziletini gösteren bir hadisedir.
Kuvvetli hafızası sayesinde Hz. Âişe (r.a), çoğu doğrudan Peygamber’den (s.a.v) olmak üzere 2210 hadis rivayet etmiş ve müksirun diye bilinen, çok hadis rivayet eden yedi sahabiden biri olmuştur. O, rivayetin yanısıra dirayete yani hadislerin doğru anlaşılmasına önem vererek murâd-ı nebevîyi tespit noktasında üstün gayret sarfetmiş, hadisleri yanlış anlayan ve yorumlayan bazı sahabelerin hatalarını düzeltmiştir.
Bedruddîn ez-Zerkeşî’nin el-İcâbe li Îrâdi mâ İstedrakethü Âişe (r.a) ale’s-Sahâbe adlı eseri bunun delilidir. Bu özelliğiyle Hz. Âişe (r.a), sahabe ve tabiin nesline ilmî tenkit zihniyetinin esaslarını öğretmiş bulunmaktadır. Ebû Mûsa el-Eş’arî’nin (r.a), “Rasûlullah’ın ashabı olarak biz, hadisle ilgili bir meselemizi Âişe’ye (r.a) sorduğumuzda mutlaka onda bir bilgi bulmuşuzdur.” sözü, onun ilmî kabiliyetini, tecrübe ve derinliğini ortaya koyan önemli bir belgedir.
Babası Hz. Ebû Bekir’in (r.a) vefatı üzerine kabri başında yaptığı dua, Cemel Vakası’nda yaptığı konuşma, bazı mektupları, Arap dilini güzel kullanması ve ezbere bildiği şiirler, Hz. Âişe’nin (r.a) kalbî duyarlılığını ve edebî kişiliğini gösteren örnekler arasındadır.
Peygamberimiz (s.a.v), Hz. Hatîce’den (s.a.v) sonra en çok Hz. Âişe’ye (r.a) muhabbet duymuştur. Ona “Hümeyra” diyerek seslendiği de rivayet edilir. Son rahatsızlığı esnasında Rasûl-i Ekrem (s.a.v), diğer zevcelerinden izin alarak Hz. Âişe’nin (r.a) odasına geçti ve mübarek başı onun kucağında iken Refîk-i A’lâ’ya (En Yüce Dost) kavuştu ve onun odasına defnedildi.
Genç yaşında dul kalan Hz. Âişe (r.a), Peygamberimizden (s.a.v) sonra kırk yedi sene yaşadı ve hicri 58 (miladi: 678) yılında Medine-i Münevvere’de vefat etti. Cenaze namazını Medine Vali vekili Ebû Hureyre (r.a) kıldırdı ve vasiyeti üzerine Cennetü’l-Bakî mezarlığına defnedildi.
Allah ondan razı olsun.
64 Ahzâb suresi, 6. ayet.
65 Ahzâb suresi, 53. ayet.
66 Müslim, Müsâfirîn, 218.
67 Buhârî, Edeb, 111; Ebû Dâvud, Edeb, 154; Tirmizî, İsti’zân, 5.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder