1 Temmuz 2017 Cumartesi

BÜYÜK CİHAD KÜÇÜK CİHAD, NEFİS , NEFİS İLE MÜCADELE


Bu yüzdende Peygamber Efendimizin hadisinde bir savaş dönüşü, küçük cihâddan, büyük cihâda döndüklerini, bu büyük cihâdında nefis ile yapılan olduğunu haber vermesi[1], “Bizim uğrumuzda mücâhede edenleri yollarımıza iletiriz”[2] âyetinin, mânevî cihâda işaret ettiğinin kabulü, nefis ile yapılan mücâdelenin büyüklüğüne, nefsin ne kadar tehlikeli olduğuna işaret sayılmıştır. Hatta dıştaki düşmanlarla ve içte nefisle yapılan bu iki savaş birlikte yürütülmüş, birbirinden ayrı tutulmamıştır. “Ey müminler sabredin, düşmana karşı hazırlıklı olun”[3] âyeti, maddi düşmana karşı hazırlıklı olup, nöbet tutmak şeklinde anlaşıldığı gibi, içimizdeki nefis düşmanına karşıda nöbet tutup, onu devamlı gözetim altına alın şeklinde de yorumlanmıştır.[4]

İslam tarihinde ilk zamanlar, yeni fethedilen ülkelerin sınırlarına yapılan gözetleme kuleleri, nöbet yerleri olan ribatlar, daha sonra içteki düşman olan nefis için mücâhede mekânları olmuştur. Ve ribat deyince, nefisle cihâd akla gelmeye başlamış, buralar mânevî bir önderin rehberliğinde sürekli ve planlı, içe dönük bir savaşın idâre merkezi olmuştur. Ribat ve tekkelerde bekleyip hizmet edenler de bulunması gereken vasıflardan biride; nefsi kötü şeylere dalmaktan alıkoymak ve hevâya uymaktan sakınmaktır. [5]

Tekke ve tarikat eşyaları arasında teber, kılıç, sancak gibi maddi savaş âletlerinin var olması, nefisle yapılan büyük cihadâ verilen önemin bir göstergesi olmuştur. Maddi düşmanla yapılan savaş âletlerini, nefisle yapılan savaşta sembol olarak kullanmışlardır.[6]

Savaş alanında düşmanla cihâd, farz-ı kifâye sayılmıştır. Bir kısım insanların bunu yerine getirmesiyle, diğerlerinden sorumluluk kalkmıştır. Yine bu savaşta yaşlı, hasta, sakatlığı olanlar yani fiilen bu savaşa katılması mümkün olmayanlar muâf tutulmuşlardır. Ancak nefisle yapılan savaşta ise böyle bir muâfiyet olmadığı gibi, bir kısım insanların yerine getirmesi de diğerleri için yeterli değildir. Bu anlamda da nefis ile cihâd, farz-ı ayın mesâbesinde görülmüştür.[7]

O zaman nefisle savaş da, onu öldürmek de şarttır. Burada onu öldürmekle kast edilen, onu tamamen yok etmek değildir. Esas olan ona hâkim olup, onu emrin altına almaktır. Bunu içinde, “Nefsin senin bineğindir, binebilirsen seni taşır, o senin üzerine binecek olursa seni öldürür” sözü meşhurdur. Ve hedef de, nefis bineğini ehilleştirip, ona binerek, ondan faydalanmaktır. Yapılan mücâhadeler ve riyâzatlar, nefsin yok olup gitmesi için değil, ona ait şer vasıfların fâni olup, kontrol altına alınması içindir. Cüneyd-i Bağdâdî, “Tasavvuf sulhü olmayan bir cenktir” diyerek, tasavvufun da devamlı ve sonu olmayan bir mücadele olduğunu belirterek, nefisle cihâda dikkat çekmektedir.[8]



[1]
[2] el-Ankebût 29/69
[3] Âl-i İmrân 2/200
[4] Hasan Kâmil Yılmaz, Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarîkatlar, Ensar Neşriyat, İstanbul 2007, s. 56, 215; Mehmet Demirci, “İçe Dönük Cihad: Mücahede”, Tasavvuf İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, Yıl 8, Sayı 19, Temmuz- Aralık 2007, Ankara 2007, s.  s. 14; Hucvuri, a.g.e. s. 314; Sühreverdi, a.g.e. s. 133
[5] Mustafa Kara, Din Hayat Sanat Açısından Tekkeler ve Zaviyeler, Dergah Yayınları, Mayıs 1977, İstanbul, s. 142, 143; Demirci, a.g.m. s. 17; Sühreverdi, a.g.e. s. 133
[6] Demirci, a.g.m. s. 16
[7] Demirci, a.g.m. s. 15; İsmail Ankaravî, Minhacu’l- Fukara, (haz. Saadettin Ekici), İnsan Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2005, s. 205
[8] Uludağ, a.g.m. s. 315; Yaşar Nuri Öztürk, Kur’an ve Sünnete Göre Tasavvuf, Yeni Boyut, 6. Baskı, İstanbul 1995,  s. 95; Demirci, a.g.m. s. 14; Hucviri, a.g.e. s. 321; Yılmaz, a.g.e. s. 41

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İMAN - İTAAT

İMAN- İTAAT Bizler bazı şeyleri ya yanlış anlıyoruz yada işimize öyle geliyor o şekilde kullanıyor, davranıyor , savunuyoruz. Alla...