Kur’ân-ı Kerim’de Nefis
Nefis
kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de üç yüze yakın yerde tekil veya çoğul olarak
zikredilmektedir.[1]
Çeşitli çalışmalarda bu sayı başlıklar altında toplanmaya çalışılmıştır. Nefis
“zat, şahıs, kişi, kimse” anlamında kullanılan yerlerde “herkes, her bir fert,
her kişi” anlamları ile insanı bir bütün olarak ifade etmektedir.[2]
“Ey iman edenler!
Allah’dan korkun. Ve herkes yarın için önceden ne gönderdiğine baksın…”[3]
“Hiç şüphe yok ki,
kıyametin ilmi Allah’ın katındadır. Yağmuru o indirir. Rahimlerdekini o bilir. Hiçbir
kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Hiçbir kimse de nerede öleceğini bilmez.
Muhakkak Allah, her şeyi bilendir, her şeyden haberdar olandır.”[4]
Aynı
şekilde bir bütün olarak insanı ifade etmenin bir parçası ve devamı olarak da
insanın öz varlığını, şahsını anlatmak için nefis kelimesi “kendi” manasına da
kullanılmıştır. Burada “kendi” manası dönüşümlü zamir olarak kullanıldığında
ise “kendisi, kendisinden” şeklinde “İlahi Zat, Allah’ın bizzat kendisi,
Allah’ın zatı ve hakikati” olarak kullanılıp manalandırıldığı görülür.[5]
“Siz halka iyiliği
emredip kendinizi unutuyor musunuz? Hâlbuki kitabı (Tevrat’ı) okuyup
duruyorsunuz. Hâlâ aklınızı çalıştırmayacak mısınız?”[6]
“Mü’minler,
mü’minleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesin. Bunu her kim yaparsa Allah’tan
hiçbir şey yoktur. Ancak, onlardan bir korunma yapmanız başka. Allah sizi
kendisinden sakındırıyor. Dönüş de ancak Allah’adır.”[7]
Nefis
kelimesi cins olarak insanı ifade eden manalar için olduğu gibi zatı ile insan
olarak özel de peygamberlerden birçoğu içinde kullanılmıştır.[8]
“Sen (ya Muhammed)
adeta kendine kıyacaksın”[9]
“Musâ, “Yâ Rabbi!
Ben kendimle kardeşimden başka kimseye sahip olamıyorum. Artık bizimle bu
fâsık, kavmin arasını sen ayır!” diye dua etti.”[10]
Nefis
kelimesinin putlar ve diğer hak olmayan ilahların zatı olarak kullanıldığı
yerler de olmuştur.[11]
“Bu
putlar, ne o tapanlara, ne de kendilerine yardım etmeye güç yetiremezler.”[12]
Nefis,
bazı âyetlerde de insana bir bütün olarak hitap edilmeyip, insanın bir cüzü,
gücü unsuru, iş yapan ve sorumlu tutulan, ölüm anında insandan ayrılan, şuurlu
bir varlık, cevher olarak kullanılmıştır.[13]
“Rabbiniz, sizin
içinizdekini daha iyi bilir. eğer siz iyi kimseler olursanız, bilin ki O, hiç
şüphesiz, çok tevbe edenleri bağışlayıcıdır.”[14]
Nefsin
yaratılması ile beraber bu nefsin ölümlü olduğu, öldüğünde ise sorumluluğunun
kalkacağı, dolayı ise bir sorumluluğunun olduğu bildirilmiştir. Bu yaratılışta
ise insan nefis konusunda düşünmesi gerektiğine dikkat çekilir. Ki bu düşüncesi
ile insanın yaratılışından her türlü maddi donanımı ile dünya hayatında ki
serüvenini ve de âhireti içine almaktadır.[15]
“Ey İnsanlar!
Sizleri bir tek kişiden yaratan, ondan da eşini vücuda getirerek, ikisinden bir
çok erkekler ve kadınlar üreten Rabbinizden korkun.[16]
“Her nefis ölümü
tadacaktır…”[17]
“İlerde biz
onlara, hem ufuklarda, hem kendi nefislerinde âyetlerimizi öyle göstereceğiz
ki, nihayet onun (Kur’an’ın) hak olduğunu anlayacaklardır. Rabbinin her şeye
şâhid olması yetmez mi?”[18]
Bütün
bunlardan sonra nefse sorumluluklar da yüklenmiştir. İnsana iyi ve kötü yapma
yeteneği verilmekle yaptığı iyilik ve kötülüklerden de hesap vereceği
belirtilmiştir. Ancak bu nefse fücur ve takvaya, iyilik ve kötülüklere karşı
sorumlulukların yüklenmesi kendisine verilen güç ve kudret yetirişi kadardır.[19]
“Allah hiç kimseye,
gücü yetmeyeceği bir şeyi teklif etmez. Herkesin kazandığı kendi lehine,
yüklendiği vebal de aleyhinedir…”[20]
“Nefse
ve onu düzenleyene. Sonra da ona, fenalığı ve ondan sakınmayı bildirene yemin
ederim ki”[21]
Bu
âyet ile nefsin biçimlendirilmesi, düzenlenip tesviye edilmesi anlatılmaktadır.
Bu düzgünleştirme ruh üfürülüp bir seviyeye getirilmesi, insanın uzuvları ve
iç-dış kuvvetlerin düzene konulması, hayır ve şerri yapabilme gücüne sahip
olmasıdır. Nefsin istek, arzu ve lezzetlere karşı meyli onlara ulaşma isteği
hevâ ve heves peşinde olan bir varlık olduğu kendisine tâbi olanları da bu
şekilde harekete tâbi tutacağı belirtilir.[22]
“O putlar, sizin
ve babalarınızın taktığı isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlara hiçbir
saltanat indirmemiştir. Kâfirler ancak zanna ve nefislerinin arzusuna tâbi
oluyorlar. Halbuki Rablerinden kendilerine doğru yolu gösteren Resûl geldi.”[23]
Bu
nefsin sıfatlarının bazıları, bu sıfatlar ile vasıflanmanın fenâlığı ve aynı
şekilde bu sıfatlardan uzak duranlarında kurtuluşa erenlerden olacağı yani
nefsin iyilik ve kötülük yapma potansiyelinin olmakla her ikisinin de karşılığını
göreceği de değişik âyeti kerimelerde haber verilir.
“Vicdanları da
bunlara tam bir kanaat getirdiği halde, sırf zulüm ve kibirden onları inkâr
ettiler. Ama bak, fesadçıların sonu nice oldu!”[24]
“Bize
kavuşacaklarını ummayanlar, “Melekler bizim üzerimize indirilse ya! Yahut biz
Rabbimizi görsek ya!” dediler. Yemin olsun ki, onlar kendilerini büyük gördüler
de, büyük bir azgınlık gösterdiler.”[25]
“Onlardan önce,
yurdu (Medine’yi) hazırlayıp iman sahibi olanlar (yani Ensâr), kendilerine
hicret edip gelenleri severler. Onlara verilen ganimetten dolayı nefislerinde
bir kıskançlık duymazlar, onları kendi nefislerine tercih ederler. Velev ki,
kendilerinde fakr-u ihtiyaç olsa bile! Kim de nefsinin (mala olan) hırsından
korunursa, işte onlar felâha erenlerin tâ kendileridir.”[26]
“Kim yararlı iş
yaparsa kendine, kimde kötülük işlerse yine kendinedir. Yoksa Rabbin aslâ
kullarına zulüm edici değildir.”[27]
“Hatırla ki o
kıyamet günü, herkes kendi nefsi için mücadele ederek gelecek ve herkese
yaptığı işin karşılığı tam olarak ödenecek. Hiç birine zulüm edilmeyecektir.”[28]
Sûfîlerin
nefsin mertebelerinde delil olarak gösterdikleri âyetlerde nefis; emmârelikten
kâmilliğe, bütün kötülüklerden sıyrılıp kâmilliğe olan halden hale yolculuğu da
ifade edilir. Bu düzenlenip seviye edilen nefsin ilk basamağı olan emmâre
halinde, sahibine her daim, her türlü kötülüğü telkinden, yaptırmaktan geri
kalmaz. Günah işletmekte, faydasız ve gereksiz arzu, istek ve hevesleri
telkinde ısrarcıdır. İnsanları hükmü altına alıp onları bilinçsiz ve
yaptıklarının fenâlığından habersiz bir hale getirir.
“Ben nefsimi
temize de çıkarmıyorum. Çünkü nefis, gerçekten kötülüğü çok emreder. Ancak
Rabbimin, esirgediği müstesna! Çünkü Rabbim, çok bağışlayıcı; çok
merhametlidir.”[29]
Ancak
nefsin bu kötülüklerinden kurtulmak için gayret göstermeye karar veren sâlikin
nefsi, başlanan mücâhede ve riyâzetle hakikati fark etmeye başlar. Artık hata
yapılır, günah işlenir ve ardından hemen pişmanlık gelir tövbe edilir, nefis
kınanır. Ancak bu pişmanlık dâimi değildir, andan ana değişiklik gösterir.
“Kıyamet
gününe yemin ederim! Kınayıcı nefse de yemin ederim”[30]
Halden
hale geçişin olduğu levvâmelikten artık kurtulup arınmaya doğru yolculuk devam
etmektedir. Bunun gerekliliği de bize bildirilir. Artık gafletten kurtuluş
başlamış nefis itminane ermeye başlamıştır. Nefsin kötü fiillerinden
kurtulmuştur. Terakki ve tezkiye devam etmektedir. Mânevî nimetler elde
edilmeye, Rabbânî ilhamlar gelmeye başlamıştır. Bunun netice de cennet, Rabbin
rızası olmuştur.[31]
“Nefse
ve onu düzenleyene. Sonra da ona fenalığı ve ondan sakınmayı bildirene yemin
ederim ki; muhakkak o nefsi temizleyen felaha ermiştir. Onu kirletip gören ise hüsrana uğramamıştır”[32]
“Ey huzurlu nefis! Sen Rabbinden, Rabbinde
senden razı olarak, Rabbine dön! Haydi kullarımın arasına gir! Cennetime
buyur!”[33]
“Kim de Rabbinin
makamından korkmuş ve nefsini, hevâdan men etmişse, muhakkak cennet onun
varacağı yerdir.”[34]
[1] Muhammed Fuad
Abdülbaki, el-Mu’cemü’l-Müfehres
li-elfazi’l-Kur’ani’l-Kerim, Çağrı Yayınları, İstanbul 1990, s. 710-712.
[2] Atay, a.g.m. s.46; Uludağ, a.g.m.
s. 526; Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf
Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Ağaç Kitabevi Yayınları, 3. Baskı, Ağustos
2009, İstanbul, s. 472; Mehmet Necmettin Bardakçı, Sosyo-Kültürel Hayatta Tasavvuf, Rağbet Yayınları, 2. Baskı,
İstanbul 2005, s. 74; E. E. Calverley, “Nefis”
Milli Eğitim Bakanlığı İslâm
Ansiklopedisi, İstanbul Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1964, IX. 179;
Yunus Acar, Kur’ an-ı Kerim ve Hadislerde
Ruh ve Nefis Kavramına Psikolojik Yaklaşım, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi,
Sakarya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. 2010, s. 37.
[3] el-Haşr 59/18; bkz. Al-i
İmran3/25, er-Ra’d 13/42, es-Secde 32/13.
[4] Lokman 31/34; bkz. el-Bakara 2/48.
[5] Atay, a.g.m. s. 47; Acar, a.g.t.
s. 38.
[6] el-Bakara 2/44; bkz. el-A’raf
7/188, İbrahim 14/22, Al-i İmran 3/168, en-Nisa 4/49, el-Ankebut 29/40.
[7] Al-i İmran 3/28; bkz. el-Maide
5/116, el-En’am 6/12, Taha 20/41.
[8] Acar, a.g.t. s. 42.
[9] eş-Şuara 26/3.
[10] el-Maide 5/25; bkz. Al-i İmran
3/93, Yusuf 12/23.
[11] Acar, a.g.t. s. 43.
[12] el-A’raf 7/192; bkz. er-R’ad
13/16.
[13] Atay, a.g.m. s. 48; Acar, a.g.t.
s. 44.
[14] el-İsra 17/25; bkz. Yusuf 12/18,
el-En’am 6/93, Taha 20/96, el-Enfal 8/72.
[15] Atay, a.g.m. s. 55; Acar, a.g.t.
s. 41.
[16] en-Nisa 4/1.
[17] Al-i-İmran 185.
[18] Fussilet 41/53.
[19] Atay, a.g.m. s. 54
[20] el-Bakara 2/286.
[21] eş-Şems 91/7,8.
[22] Acar, a.g.t. s. 44; Atay, a.g.m.
s. 54; Sühreverdi, a.g.e. s. 354; Elmalılı, a.g.e. IX. 92.
[23] en-Necm 53/23.
[24] en-Neml 27/14
[25] el-Furkan 25/21; bkz. en- Nisa
4/128, el-Bakara 2/109.
[26] el-Haşir 59/9
[27] Fussilet 41/46
[28] en-Nahl 16/111.
[29] Yusuf 12/53; bkz. el-Maide 5/30,
Yusuf 12/18, Taha 20/96.
[30] el-Kıyamet 75/1,2; bkz. ez-Zümer
39/56.
[31] Kur’ân-ı Kerîm’de nefis için bkz.
Atay, a.g.m. s. 46-56; Acar, a.g.t. s. 37-56,
[32] eş-Şems 91/7-10
[33] el-Fecr 89/27-30.
[34] en-Naziat 79/40,41.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder