9 Mart 2018 Cuma

Tövbe, Tevbe, 99 Kişiyi öldüren Adam


Tevbe

Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh’ten rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 

“Vaktiyle doksan dokuz kişiyi öldürmüş bir adam vardı. Bu adam, yeryüzündeki en büyük âlimin kim olduğunu sordu. Ona bir râhibi gösterdiler.

Bu adam râhibe giderek:

- Doksan dokuz adam öldürdüm. Tevbe etsem kabul olur mu? dedi.

Râhip:

- Hayır, kabul olmaz, deyince onu da öldürdü. Böylece öldürdüğü adamların sayısını yüz’e tamamladı. Sonra yine yeryüzündeki en büyük âlimin kim olduğunu sordu. Ona bir âlimi tavsiye ettiler. Onun yanına gitti ve yüz kişiyi öldürdüğünü, tevbesinin kabul edilip edilmeyeceğini sordu.

Âlim:

- Elbette kabul edilir. İnsanla tevbe arasına kim girebilir ki! Sen falan yere git. Orada Allah Teâlâ’ya ibadet eden insanlar var. Sen de onlarla birlikte Allah’a ibadet et. Sakın memleketine dönme. Zira orası fena bir yerdir, dedi.

Adam, denilen yere gitmek üzere yola çıktı. Yolu yarıladığında eceli geldi.

Rahmet melekleriyle azap melekleri o adamı kimin alıp götüreceği konusunda tartışmaya başladılar.

Rahmet melekleri:

- O adam tevbe ederek ve kalbiyle Allah’a yönelerek yola düştü, dediler.

Azap melekleri ise:

- O adam hayatında hiç bir iyilik yapmadı ki, dediler.

Bu sırada insan kılığına girmiş bir melek çıkageldi. Melekler onu aralarında hakem tayin ettiler.

Hakem olan melek:

- Geldiği yerle, gittiği yeri ölçün. Hangisine daha yakınsa adam o tarafa aittir, dedi.

Melekler iki mesâfeyi de ölçtüler. Gitmek istediği yerin daha yakın olduğunu gördüler. Bunun üzerine rahmet melekleri onu alıp götürdü.”

Buhârî, Enbiyâ 54; Müslim, Tevbe 46, 47, 48

Bir adam doksan dokuz kişi öldürmüş, doksan dokuz cana kıymış, doksan dokuz ocak söndürmüş. Kimbilir kaç çocuğu yetim, boynu bükük bırakmış… Sevgiyi,  merhameti bilmeyen bu adam;yüzünü görenleri, adını duyanları dehşete düşüren bir ölüm makinesi haline gelmiş. Ama bir gün yaptıklarına pişman olmuş, işlediği suçlardan ötürü duyduğu vicdan azabı, onu bir arayışa mecbur etmiş.

 Alemlerin Rabbi olan Allah bu kadar vahşi bir katilin yüreğine dahi  tevbeyi ve iyi bir insan olma isteğini yerleştirmiş, yani kulundan vazgeçmemiş. O halde hiç kimse umutsuz bir halde, henüz hayattayken cehennemlik olup sonsuza kadar azap çekmeye mecbur edilmiş bir vaziyette değildir. Kulunun tüm yaptıklarına rağmen onu seven,kendisinden af dilemesini isteyen ve merhameti her şeyi aşmış olan yüce bir Mevlası vardır.

O öyle bir Mevladır ki kul can çekişinceye,güneş batıdan doğuncaya dek tevbeleri kabul eder. Gündüz günah işleyen kimse için gece boyunca,gece günah işleyen kimse için ise gündüz boyunca rahmet elini açar ve kullarına merhamet eder.Yavrusunu kaybeden bir anne onu bulduğunda ne kadar sevinirse, kulu tevbe ettiğinde Rabbimiz bundan daha çok sevinir. Yeryüzünün en zalim, en aşağılık katilleri için bile tevbe kapısı kapanmış değildir. Cennet için, güzel bir hayat için, mutlu bir son için, eğer nefes alıyorsak hala bir fırsatımız var demektir.

" Ey haddi aşarak kendilerine haksızlık eden kullarım!  Allahın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz.Allah bütün günahları affeder. O, bağışlayan ve çok merhametli olandır." (Zümer Suresi,53)

Vicdanının sesini dinleyen adam yarasına merhem olacak bir adamın, bir alimin yanına gider ve ona sorar: Acaba benim için bir kurtuluş var mıdır ? Doksan dokuz cana kıymış bir katilin dönüşü, yeniden doğuşu mümkün müdür ?

Alim ona tevbesinin kabul olmayacağını, doksan dokuz kişiyi öldüren bir kimse için tüm çıkış yollarının kapalı olduğunu söyler. Ümit yoktur, katil olarak yaşayacak, o şekilde ölecek ve cehenneme gidecektir. Duydukları adamı çılgına çevirir, eğer derdinin devası yoksa, sayıyı yüze tamamlamanın ne zararı olabilir? Gözünü kırpmadan o alimi öldürür.

Alimin  kararını vermeden önce biraz düşünmesi, adamı anlayamaya çalışması,hem adamın hem de toplumun durumunu hesap etmesi gerekmez miydi? Verdiği olumsuz kararla cinayet makinesinin çalışmaya devamından başka ne yapmış oldu ki? Üstelik kendi canından da olmadı mı? İnsanların tevbelerinin kabul edilip edilmeyeceğine başka insanlar nasıl ve hangi hakla karar verebilir?Hiç kimse Rabbimize ait yetkileri kullanamaz,Cennete ya da cehenneme kimlerin gidebileceğini belirleyemez. Bir alime düşen insanları uçuruma yuvarlamak değil, onları korumaya çalışmaktır.

Derken adam başka bir alime gider ve aynı soruyu sorar. Demek ki adam iyi bir insan olabilme hayalinden vazgeçmiş değildir. Fakat bu sefer ki alimin cevabı başkadır:’’ Elbette ki senin tevben kabul olur. İnsanla tevbe arasına kim girebilir ki? ‘’İnsanla Rabbi arasına kim girebilir? Rabbinin merhamet edeceği bir kulu onun yolundan kim uzaklaştırabilir?

Fakat tevbenin kabulünün şartları vardır.Kişi Rabbine samimiyetle dönmeli, günah bataklığından uzak durmak da kararlı olmalıdır. Bu ise güzel bir çevre ile mümkündür. Katil dostlarının arasında,ahlaksız bir ortamda,eski kötü günlerini sürekli hatırlayacağı bir yerde bu adam nasıl temiz kalabilir,nasıl salih bir mümin olabilir? Kişi arkadaşının dini üzeredir, öyleyse kiminle arkadaşlık ettiğimiz çok önemlidir. Bu adamın tek kurtuluş yolu hicrettir. Alim bunu bilmekte ve ona yol göstermektedir:’’Sen falan yere git. Orada Allah Teâlâ’ya ibadet eden insanlar var. Sen de onlarla birlikte Allah’a ibadet et. Sakın memleketine dönme. Zira orası fena bir yerdir.’’

  Eğer gerçek bir mümin olmak hususunda samimi isek, önce bizi Rabbimiz’den uzaklaştıran şeyleri terketmeli, sadece Rabbimizin rızasını kazanmak isteyen insanlarla birlikte olmalı, nefsimizden ve onun kötülüklerinden,bize bunları hoş gösterecek arkadaşlardan  uzak durmalıyız. Sürekli tevbe etmeli,tevbemizi salih amellerle,yaptığımız ibadetlerle daima güçlü ve diri tutmalıyız.

  Bir alim, bir insanın kurtuluşuna vesile oldu. Sanki bir alemi diriltmiş oldu. Bir katili salih ve güzel bir kul olmaya çağırarak, yeryüzünün tamamına sahip olmaktan daha büyük bir hayra ulaştı. Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağırdı,kaba ve katı kalpli olmadı, akıbeti pek güzel oldu.

 Tevbe eden salih adam Rabbinin rızasını kazanmak için yerini yurdunu terketti, yollara düştü. Henüz yolun ortasında iken eceli geldi.Belki hiçbir ibadeti,hiçbir  iyiliği yoktu ama tertemiz ve Allah için atan bir kalbi vardı. Son nefesini vereceği sırada göğsünün üzerinde salih insanların yurduna bir karış daha yaklaşmak için sürünüyordu. Rahmet melekleri geldi ve onu cennete götürdü.

     Asla düzelmeyeceğini düşündüğümüz, bir hayır görmediğimiz, küçük bir hatası sebebiyle sildiğimiz, burun kıvırdığımız, olumsuz yönlerini abartmaya gayret ederek sildiğimiz hangi arkadaşımız ya da çevremizdeki hangi şahıs yüz adam öldürdü? Öyleyse biraz daha sabır, biraz daha merhamet.

6 Mart 2018 Salı

[ İBADETİN FERDÎ ve SOSYAL FAYDALARI ], İBADET, İBADETİN FAYDALARI


 

[ İBADETİN FERDÎ ve SOSYAL FAYDALARI ]

 
 

İbadet, sözlükte boyun eğme, teslimiyet içinde tabi olma, tapınma, kulluk etme anlamlarına gelir. Dinî bir terim olarak ibadetin ifade ettiği manayı açıklamak üzere, "Mükellefin Rabbına duyduğu saygıdan ötürü nefsinin isteklerine karşı durması, Yaratıcı'sının emirlerine uygun davranmasıdır.", "Niyete bağlı olmak kaydıyla işlendiğinde sevap kazanılan fiildir."(1) "Kulun Allah'a karşı kulluk ve bağlılığını sözler ve hareketlerle ifade etmesidir." Ve "Cenab-ı Hakka hem şükran borcunu ödemek, hem de bağlılığı ve sevgiyi göstermek için yapılan fiil ve hareketlerdir." (2) gibi çeşitli tanımlar yapılmıştır. İbadet edene "abid", ibadet edilene "ma'bud" ve ibadet edilen mekana da "ma'bed" denir.


İslâm'da ibadet, insanın yaratılışının asıl gayesi, imanın zaruri bir sonucudur. "Cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım." (3) ayeti, yaratılışın temel gayesinin Allah'a kulluk olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. İslâm'ın temelini iman ve ibadet oluşturur. Peygamberimizin hadis-i şeriflerinde İslâm'ın ne olduğu gerçek manasıyla tarif edilerek ortaya konulur. Hz. Peygamber (s.a.s.) buyurmuştur ki: "İslâm beş temel üzerine bina edilmiştir. Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in O'nun kulu ve Rasulü olduğuna şehadet etmek, Namaz kılmak, Zekat vermek, Beyt-i haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak." (4)

 
İslâm alimleri arasında İslâm'ı tarif etmesi ve şartlarını ortaya koyması bakımından büyük şöhret kazanan bu hadis, dikkat edilecek olursa iki kısımdan ibarettir. Birinci kısım Allah'tan başka ilah olmadığına ve Hz. Muhammed’in O'nun kulu ve Rasulü olduğuna şehadet etmek; ikinci kısım ise, namaz, zekat, hac ve oruç gibi ameli ibadetleri ifa etmektir. Kısacası İslâm, şahadet ve amelden ibarettir. (5)

 
Dinler tarihini incelediğimizde, gerek hak din olsun, gerekse batıl din olsun, içinde ibadet olmayan, emirler ve yasaklar bulunmayan hiç bir dine rastlamak mümkün değildir. Allah katında yegane din olan İslâm (6) dininde de ibadet vardır ve zorunludur. Kişi mü'min olduğu müddetçe, buluğ çağından itibaren ölümüne kadar ibadet etmeye mecburdur. Allah Teala'nın "Ölüm sana gelinceye kadar Rabbına ibadet et." (7) emri bu mecburiyeti açıkça ifade etmektedir. Yapmaya mecbur olduğumuz tüm ibadetler kul oluşumuzun idraki içinde ancak ve ancak Allah’ın rızasını kazanmak, O'na layık kul olmak azmi ve gayretiyle yapılması halinde anlam kazanır ve gayesine ulaşır. Günde beş vakit kıldığımız namazların her rekatında okuduğumuz Fatiha suresindeki "Ancak sana ibadet eder ve ancak Sen'den yardım isteriz." (8) ayeti, yapılması icab eden tüm ibadetlerin ancak Allah için ve O'nun rızasını kazanmak maksadıyla yapılması gerektiğini kesin olarak ifade etmektedir.

 
Dünya hayatında mutluluk ve huzurla geçip giden bir hayat yaşamanın, ebedî bir hayat olan ahirette de zarara uğramamanın ve hüsranda kalmamanın, kurtuluş, felah, mutluluk, esenlik ve saadette olmanın tek çıkar yolu, iman ettikten sonra yapılması gereken ibadetleri yapmaktır. Bu hakikat Asr suresinde özlü olarak ifade edilmektedir: "Asra andolsun ki, insan ziyandadır.


Ancak inanıp iyi işler yapanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler ziyanda değillerdir." (9)

 
"Yaratana karşı kulluğun başlıca göstergesi ibadettir. İbadetsiz bir müslüman, acaba kendini itaatkar bir mü'min sayabilir mi?

Bugün Rabbının istek ve emirlerini yerine getirmeyenin, yarın O'ndan ne istemeye hakkı olur? Gökteki ve yerdeki bütün varlıklar O'na bağlılıklarını sürdürürken, hele inanan bir müslümanın ibadet etmemekte dayatmasının manasını anlamak mümkün değildir.


Cenab-ı Hakk'ın salih ve abid bir kulu olabilmenin ve böylece ulvî derecelere ulaşabilmenin, kendimizi O'nun azabından ve gazabından kurtarıp, rahmetine kavuşabilmenin yegane şartı ibadetlerimize devam etmektir. İbadetlerimiz sayesinde yüzümüz nurlanacak, günahlarımız eriyecek ve Rabbımız bizlerden razı olacaktır. Sonsuz ve ebedî olan ahiret hayatı ibadetsiz, ahlâksız, hayırsız nasıl kazanılır? Şu kısa ömrümüzü Rabbımız tarafından bizlere emredilen, Peygamberimiz (s.a.s.)'in uygulamalı olarak bildirdiği ibadetlerimizi ihmal etmeden, onları vaktinde ve şartlarına uygun bir şekilde yaparak değerlendirmeliyiz. İbadetlerin terkinden doğacak ve sonucu terkedilen ibadetin cinsine göre ahirette uygulanacak olan cezalara asla özenmemeliyiz." (10)

İnsanın ibadet etmekle zarara uğraması, sıhhatinden, servetinden, vaktinden ve şahsiyetinden bir şey kaybetmesi asla söz konusu değildir. Aksine ibadetin, insanın fert olarak kendine ve topluma kazandırdığı faydalar sayılamayacak kadar çoktur. İbadetin kazandırdığı faydalar genel olarak dinî, ferdî ve sosyal olmak üzere üç kısma ayrılır.


1- İbadetin Dinî Faydaları:

İbadetlerin başı, dinin direği ve temeli olan namaz ibadeti Allah ile kul arasında bağ kurar. Beş vakit namazı vaktinde, usul ve şartlarına uygun olarak kılanların, büyük günahlardan uzaklaşmaları ve el çekmeleri sebebiyle diğer günahlarının affedileceği ayet ve hadislerle sabittir. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyrulur: "Ey Muhammed! Sana vahyolunan kitabı oku. Namazı dosdoğru kıl.

Şüphesiz ki namaz, insanı fuhuş ve kötü şeylerden alıkoyar. Allah'ı anmak elbette büyük bir ibadettir. Allah ne yaptığınızı çok iyi bilir." (11), "Namazlarında huşu içinde bulunan mü'minler kurtuluşa ermişlerdir." (12)

Hz. Peygamber: "Sizden birinizin kapısının önünden bir nehir aksa ve her gün beş kere bu nehirde yıkansa kendisinde kir diye bir şey kalır mı? diye buyurdu. Sahabe: Hayır kalmaz. dediler. bunun üzerine, Rasulüllah (s.a.s.) şöyle buyurdu: Beş vakit namaz da böyledir. Suyun kirleri temizlediği gibi günahları temizler."(13) Kılınan namazların, büyük günahların dışında kalan küçük günahlar için keffaret olduğu bir hadiste şöyle buyrulur: "Büyük günah işlenmediği sürece, beş vakit namaz ile Cuma namazı diğer Cumaya kadar işlenen günahları örter." (14)


2- İbadetin Ferdî Faydaları:

Beden ile yapılan ibadetlerden olan namaz ibadeti, kulu Allah'a yaklaştırır. Kişiyi sabır ve şükre alıştırır. İnsanın ruhunu, iradesini ve moralini güçlendirir, stresten ve ruhî sıkıntılardan kurtulmasında önemli rol oynar. Hergün, günün belli vakitlerinde namaz kılan mü'min dünyanın hırs, kötülük ve gösterişlerinden korunmuş olur. Huşu içinde kılınacak namaz; ihlas, takva ve güzel ahlâkın meydana gelmesini sağlar.(15)
 

Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyrulur: "Sabırla, namazla Allah'tan yardım dileyin. Şüphesiz bu, Allah'a saygı gösterenlerden başkasına ağır gelir."(16)


Hz. Peygamber bir hadisinde şöyle buyurmuştur: "Dünyanızdan bana kadın ve güzel koku sevdirildi. Namaz ise gözbebeğim kılındı." (17) Hz. Peygamber'in üzüntü ve keder zamanında huzur ve sükuna kavuşmak için: "Ey Bilal, kalk, ezan oku da namaz kılalım ve huzura kavuşalım."(18) dediği nakledilir.

Beden ile yapılan bir ibadet olan oruç ibadeti insanın nefsini dizginlemesini ve kendisinden başkalarını da düşünmesini sağlaması sayesinde kişiyi manevî bir haz ve mutluluğa ulaştırır.


Mal ile yapılan ibadetlerle insan, toplumda beraber yaşadığı insanlara yardım etmek ve onların ihtiyaçlarının karşılanmasında katkıda bulunmak suretiyle, insanî ve vicdanî görev ve sorumluluğunu yerine getirmenin rahatlığı içinde daima sevinç ve mutluluk duyar. Varlıklı insan, sahip olduğu mal-mülk ve servetinden belli bir miktarı zarurî ihtiyaçlarını kendi imkanları ile yeterince karşılayamayan insanlara vermek suretiyle, o insanların sevgisini ve gönüllerini kazanır. Yaşadığı çevrede büyük küçük herkes tarafından sevilen ve sayılan bir insan olur. Böylelikle dinin kendisine yüklediği görevi samimiyetle yerine getiren zengin mü'min, cimrilikten kurtulup cömert, yardımsever ve hayırsever bir insan olur. Ayrıca gönlünde her zaman yer tutabilmesi mümkün olabilecek olan kibir ve büyüklenme duygusundan kendini kurtarma yolundaki azim ve gayretini fiilî olarak ortaya koymuş olur.


3- İbadetin Sosyal Faydaları:

Kulu Allah'a yaklaştıran namaz, ırk, dil, renk, ülke, fakir ve zengin ayrımı yapmaksızın mü'minleri bir safta toplar ve toplum şuurunu güçlendirir. Sosyal kaynaşmayı ve dayanışmayı gerçekleştirerek toplumda birlik ve beraberliği kuvvetlendirir.


Zekat ibadeti, İslâm'daki sosyal dayanışma ve yardımlaşmanın gerçekleşmesini temin eder. Dinen fakir olanların, zengin ve servet sahibi olanların mallarında yine dinin belirlediği belli bir hakları vardır. Zenginlerin bir kısım mallarını fakirlere, yoksullara vermeleri farz kılınmıştır. Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Onların mallarında dilenen ve mahrun olanlar için belli bir hak vardır." (19)


Hac ibadeti, dünyanın çeşitli bölgelerinden milyonlarca müslümanı renk, dil ve ülke ayrımı gözetilmeksizin bir araya getirir.


Dünyanın değişik ülkelerinden gelen müslümanların birbirleriyle tanışıp görüşmelerine, ekonomik bakımdan bütünleşmelerine, düşmanları karşısında tek saf halinde yardımlaşmalarına zemin hazırlar. Hac, dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşayan mü'minler

arasındaki kardeşlik bağlarını güçlendirir. Arap olanla olmayanın, siyahla beyazın takva dışında herhangi bir üstünlüğünün bulunmadığı inancını vicdanlara ve zihinlere yerleştirir. (20)


Sonuç olarak ibadetler, imanın görüntüsü ve koruyucusudurlar. İnanan insanı ruhen olgunlaştırır ve günlük hayatının düzenli olmasını sağlarlar. İbadetler, kalblere Allah sevgisini ve korkusunu yerleştirir, her türlü kötü düşüncelerden arındırır. İnsandaki sorumluluk duygusunu arttırıp dürüstlüğe sevkeder. İbadetlere samimi olarak devam eden mü'minler, daima Allah'ın emirlerini yerine getirir, yasaklarından şiddetle kaçınır, alçak gönüllü, güler yüzlü ve tatlı dilli olur ve güzel ahlâkla bezenirler. Neticede ibadetler, inanan insana Allah'ın rızasını, hoşnutluğunu, dünya ve ahiret mutluluğunu kazandırır.

 

1- İslam'da İnanç İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, c. II, s. 330, İstanbul 1997.

2- Osman Pazarlı, Din Psikolojisi, s. 189, İstanbul 1972.

3- ez - Zariyat, 56.

4- Buhâri, I, 8; Müslim, I,45.

5- Doç. Dr. Talat Koçyiğit, Hadislerin Işığında İman İbadet Ahlak, Ankara 1974.

6- Âl-i İmran, 19.

7- el-Hıcr, 99.

8- el-Fatiha, 4.

9- el-Asr, 1-3.

10- O. Fehmi Dursunoğlu, İhmalin Acı Sonu, s. 40-41, İstanbul 1986.

11- el-Ankebut, 45.

12- el-Mü'minun, 1-2.

13- Buhâri, Mevakit, 6; Müslim, Mesacid, 283; Tirmizi, Edeb, 80,90; Nesai, salat, 7; İbn Mace, İkame, 193.

14- Müslim, Tahare, 14,15; Tirmizi, Mevakit, 46; İbn Mace, Tahare, 79, 106; İbn Hanbel, Müsned, II, 229, 358, 400.

15- Doç. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslam İlmihali, s. 194, İstanbul 1991.

16- el-Bakara, 45.

17- Nesai, İşretü'n Nisa, 1; İbn Hanbel, III, 128, 199, 285.

18- Nesai, Mevakit, 46; İbn Hanbel, I, 206, 268, 280, V, 388.

19- el-Mearic, 24-25.

20- Doç. Dr. Hamdi Döndüren, a.g.e., s. 562.
 
 
Diyanet Aylık (Sayı:108)

 Sayfa:10/21

 
İbrahim MALKOÇ

Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Meslek Yüksekokulu Öğr. Gör.
 
 

 

NAMAZIN FERT VE İCTİMAİ FAYDALARI, NAMAZ, NAMAZIN FAYDALARI


NAMAZIN FERT VE İCTİMAİ FAYDALARI

“Her din yaratıcı kudret karşısında boyun eğmek ve kutsal ile bağlantı kurmak temeli üzerine kurulur ve her dinde bunu sağlamak üzere öngörülen merasimler bulunur. İslam dininde yüce yaratıcı Allah’a yaklaşmanın yolu, O’na yükselmenin basamağı ve bu bakımdan en parlak ve önemli ibadet, namaz ibadetidir. Bu özelliğinden dolayı namaz diğer bütün ibadetlerin özü ve özeti sayılmıştır. Nitekim Hz. Peygamber bir hadislerinde “Namaz dinin direğidir” (Tirmizi, “İman”, 8) buyurmuş, secdeyi de kulun Allah’a en yakın olduğu hal olarak nitelendirmiştir. (Müslim, “Salat”, 215)

Kelime-i şehâdetten sonra İslam’ın en önemli rüknü olan namaz, günde beş ayrı zaman diliminde olmak üzere kadın ve erkek her müslüman için bir görevdir. Esasen namaz ibadetinin hiçbir amaç ve hikmeti olmasa bile, diğer ibadetlerde olduğu gibi, namaz ibadetini sırf inanılan dinin bir gereği, yüce yaratıcının bir emri olduğu için, hiç değilse bunun için yerine getirmelidir.” (İlmihal I, Türkiye Diyanet Vakfı, s.220)

Türkçe’de “namaz” olarak kullandığımız bu kelime farsçadır. Dilimize Farsça’dan geçmiştir. Arapça’sı “salât”tır. Salat kelimesi Arapça’da, “dua etmek, övmek, tazim etmek” gibi anlamlarda da kullanılır.

“Salat –namaz; tekbir ile başlayıp, selam ile son bulan, belli söz ve hareketleri kapsayan çok yüce bir ibadetin özel adıdır.

Mü’minlere günde beş defa emredilen bu ibadeti içerisinde dua, Allah’ı tesbih (O’nu noksan sıfatlardan uzak bilme), ta’zim (büyük tanıma), tekbir (O’nu ulu bilme), secde, O’na saygı ve şükür bulunduran bir kulluktur.” (K. Ece Hüseyin, İslam’ın Temel Kavramları, s.570)

Kur’an-ı Kerim’de yüce Allah: “Namazı kılın, zekatı verin. Rükû edenlerle birlikte siz de rükû edin.” (Bakara 2/43)

“... Namaz, mü’minlere belirli vakitlere bağlı olarak farz kılınmıştır.” (Nisa 4/103)

“... Namazı kılın ve ortak koşanlardan olmayın.” (Rum 30/31)

“Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin, Resûle itaat edin ki size merhamet edilsin.”(Nur 24/56) buyurarak, birçok ayette zekatla birlikte zikrederek namazı Müslümanlara farz kılmıştır. Kur’an-ı Kerim’de yüce Allah, defalarca namazdan bahsederek, namazı adabına uyarak dosdoğru kılmamızı (Ankebut 29/45, Lokman 31/17, Ra’d 13/22, İbrahim 14/31, vd.) namazları korumamızı, -namaza devam etmek, vaktinde kılmak, titizlik ve özen göstermek- (Mü’minun 23/9, Me’aric 70/34) namazda huşu içerisinde olmamızı (Mü’minun 23/2), namazları sürekli kılıp aksatmamamızı (En’am 6/92, Me’aric 70/23) istemektedir.

Önceki ümmetlerin de namaz kıldıklarını Kur’an-ı Kerim’den öğreniyoruz. (Bakara 2/83, Al-i İmran 3/39, Enbiya 21/73, Hud 11/87)

Peygamber efendimiz (s.a.v): “İslam beş temel üzerine kurulmuştur: Allah’tan başka ilah olmadığına Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekatı, haccı ve ramazan orucunu yerine getirmektir.” (Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih, İman Bölümü, Hadis No:8) buyurarak, namazı kelime-i şehadetin ardından zikretmiştir.

İslam’da, Tevhid akidesine imandan sonra, ikinci olarak namaz emri gelir. Hz. Peygamber (s.a.v), Muaz b. Cebel’i Yemen’e gönderirken kendisine: “Onları Allah’tan başka ilah olmadığına, benim de Allah’ın Rasülü olduğuma inanmaya çağır. Eğer bunu kabul ederlerse kendilerine, Allah’ın gece ve gündüz her gün beş vakit namazı farz kıldığını bildir. Eğer bunu da kabul ederlerse zenginlerinden alınıp fakirlerine verilmek üzere malları konusunda Allah’ın zekâtı farz kıldığını kendilerine bildir.” (Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih, Zekat Bölümü, Hadis No: 702) buyurmuşlardır. Ayet ve hadislerde, İslam’ın özü olan Tevhid’den hemen sonra namaz emrinin gelişinin sebep ve hikmeti üzerinde iyice düşünmek gerekmektedir.

NAMAZIN FERDÎ FAYDALARI

1. Namaz ibadetlerin bir sentezidir.

“Namazda kulun yapabileceği birçok ibadet iç içe bulunmaktadır. Namazda, dua, secde, rukû, kunut, kıraat (Kur’an okuma), zikir, tesbih, hamd etme, tekbir, inabe (boyun bükerek tevbe), tazarru’ (yakarış), tevazu (gereği gibi saygı), teslimiyet gibi ibadetlerin hepsi vardır. Namaz, ibadetlerin bir toplamıdır” (K. Ece Hüseyin, İslam’ın Temel Kavramları, s.575) Bundan dolayıdır ki, Namaz’ı gereği gibi kılan kişi aynı zamanda birçok ibadeti yapmış olur. Kur’an-ı Kerim’de yüce Allah: “Allah’ı anmak (olan namaz) elbette en büyük ibadettir.” (Ankebut 29/45) buyurarak namazın en büyük ibadet olduğunu bildirmiştir.

2. Namaz, insanı hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar.

Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmuştur: “Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayasızlıktan ve kötülükten alıkor. Allah’ı anmak (olan namaz) elbette en büyük ibadettir. Allah yaptıklarınızı biliyor” (Ankebut 29/45)

“Ayetteki kesin ve net ifadeden anlaşıldığı gibi, Yüce Rabbimiz, adetâ garanti verircesine namazın mü’minleri her türlü kötülükten ve çirkin şeylerden koruyacağını belirtmektedir. Bu elbette namazın huşu ve hudû içerisinde ve şuurla edâ edilmesine bağlıdır. Namazının her rekatında Fatiha’yı okurken:

“Ancak sana kulluk eder ve ancak senden yardım dileriz. Bizi dosdoğru yol üzerinde daim eyle” diyen ve yine namazında defalarca “Allahu Ekber” diyerek en büyük olanın, en yüce olanın sâdece Allah olduğunu ilan eden bir mü’min, eğer bu söylediklerinin farkında ise bunları inanarak söylüyorsa verdiği bu söze ters düşecek bir takım işler yapması elbette zorlaşacaktır.” (Göngör Mevlüt, Kur’an Penceresinden Bakış, s.152)

“Enes b. Malik’ten (r.a.) rivayet ediliyor: Ensardan bir genç namazlarını daima Peygamberimiz (s.a.v) ile birlikte kılıyor, ancak fuhuş ve hırsızlık gibi her çeşit günahı da işliyordu. Bu durum Peygamberimize (s.a.v) anlatılınca şöyle buyurdu: “Namaz mutlaka onu haramlardan alıkoyacaktır.” Çok geçmeden bu genç tevbe etti ve durumu düzeldi. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v): “Ben size demedim mi” dedi. (Zuhayli Vehbe, Tefsirul Münir, c.10, s.531)

“Namazın Kur’an okuma ile bütünleştirilmesi de çok anlamlıdır. Düşününüz: günde beş defa Allah’ın huzuruna çıkan mü’min, namazının her rekatında Kur’an’dan bazı âyetleri okur. Okuduğu o âyetlerde: Doğru olunuz, âdil olunuz, birbirinize iyi muamele ediniz, yalan söylemeyiniz, aldatmayınız gibi emirler vardır. Yine o ayetlerde, peygambere itaat ediniz, anne-babanıza iyi muamele ediniz, içki içmeyiniz, zina etmeyiniz, gibi emirler vardır. Böylece mü’min, hayatı boyunca onları okuyarak Kur’an ayetleri ile olan irtibatını kesmemiş olmakta, inandığı kitabın mesajı kulağında ve gönlünde devamlı diri kalmaktadır.” (Güngör Mevlüt, a.g.e., s.153)

3. Namaz, Allah’ı hatırlatarak O’nunla olan bağ sürekli diri tutulur.

Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Şüphe yok ki ben Allah’ım. Benden başka hiçbir ilah yoktur. O halde bana ibadet et ve beni anmak için namaz kıl.” (Tâhâ 20/14) Ayette de görüldüğü gibi namazla da Allah’ı anmamız isteniyor. Günde en az beş defa Rabbimizin huzuruna çıkıp O’nu Kur’an okuyarak, tekbir getirerek, hamd ederek anıyoruz. Böylece kendimizi dünyaya dalmaktan koruyor, Mevla’mızı hatırlıyoruz.

4. Namaz, kullar için günahların ve masiyetlerin eserlerinden temizlenme sebebidir.

Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor: “Ne dersiniz? Sizden birinizin kapısında bir akar su olsa da her gün beş defa yıkansa bu, onun kirinden geriye bir şey bırakır mı? ... Sen ne dersin?” Orada bulunanlar: “Kirinden hiçbir şey bırakmaz” dediler. Rasülullah (s.a.v): “İşte beş vakit namaz da böyledir. Allah beş vakit namazla hataları (günahları) siler.” (Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih, Namaz Vakitleri Bölümü, Hadis No:330)

Namazdan önce abdest alınarak maddi temizlik yapılmış olur. Böylece günde beş defa namazını kılan kişi, hem maddi hem de manevi temizliği beraberce uygulayarak her iki türlü kirlerinden de arınmış olur.

Bir başka hadiste Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor: “Büyük günahlar işlemedikçe, beş vakit namaz; bir sonraki cumaya kadar, cuma araların kalan günahlara kefaret olurlar.” (Riyaz’üs Sâlihin Tercüme ve Şerhi, c.4, s.283)

Yine aynı şekilde Rasülullah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyuruyor: “Her kim Allah’ın emrettiği gibi abdestini tastamam alırsa, o abdestle kıldığı namaz beş vakit namaz aralarındaki günahlara kefaret olur.” (Büyük Hadis Külliyatı, Rüdani c.I, s.142)

Namaz hadislerde de görüldüğü gibi, kişiyi günahlardan arındırır. Bunun için Peygamberimiz: “Amel edin, amellerinizin en hayırlısı, namazdır.” Buyurmuştur. (Büyük Hadis Külliyatı, Rüdani, c.I, s.143)

 

5. Namaz, Huzur ve Sukun Kaynağı ve de Sabır Eğitimidir.

Huzeyfe (r.a.) bakınız ne diyor: “Allah Rasülü (s.a.v)’nün başına üzücü bir durum geldiği zaman namaz kılardı.” (Rüdani, a.g.e., c.I, s.143)

Sıkıntı ve üzüntülerinden namazla kurtulan efendimiz, bize ne güzel yol gösteriyor. Zaten Yüce Mevla’mız da şöyle buyurmuyor mu? “Ey iman edenler sabırla ve namazla yardım dileyin. Şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara 2/153)

“Namaz, yaşadığımız, dağdağalı, gürültülü ve süratli hayat içinde bulunan insanı bu ortamdan ayırıp Yüce Rabbıyla baş başa getirerek onu huzur, güven ve sukunete erdirecek yegane vasıtadır.” (Güngör Mevlüt, a.g.e., s.151)

“Namaz müslüman için anne kucağından daha emin bir sığınaktır. Zayıf, güçsüz, çaresiz, dayanıksız ve kendi işini yeterince görmekten aciz çocuklar annelerinin kucağına sığınarak emniyete kavuşurlar, o kucağı sahibinden korunma, şefkat ve merhamet; ihtiyaçlarının onun tarafından karşılanmasını isterler. Ne zaman bir tehlike görseler, birileri tarafından incitilseler, ya da aç-susuz kalsalar, huzuru o kucakta ararlar. Namaz, mü’min için böyle bir sığınak, böyle bir huzur ve emniyet makamıdır. Namaz onun ruhunun gıdası, derdinin dermanı, yaralarının merhemidir.” (K. Ece Hüseyin, a.g.e., s.576)

6. Namaz, vaktin düzenlenmesini ve kıymetini öğretir.

Müslüman kişi güne, güneş doğmadan kılınan sabah namazıyla başlar. Daha sonra gündüzleyin öğle ve ikindiyi kılar. Güneş battıktan hemen sonra akşam, daha sonra da yatsıyı kılar. İşte bütün bu belirli zaman diliminde kılınan namazlar kişiye zaman bilincini kazandırır. Böylece namaz, kişinin hayatını disipline etmesinde en büyük yardımcıdır.

Namaz, her işi zamanında yapma, günlük hayatı verimli bir şekilde tanzim etme ve zamanı en iyi bir şekilde değerlendirme özelliklerini mü’mine kazandırır. Bunun için Rasulullah (s.a.v)’a: “Allah’ın en çok sevdiği amel hangisidir?” diye sorulmuş. Rasulullah (s.a.v) da: “Vaktinde kılınan namazdır.” Buyurmuşlardır. (Rüdani, a.g.e., s.146)

 

 

7. Namaz kurtuluşa erdirir

Kuran-ı Kerim’de Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Arınan ve Rabbinin adını anıp, namaz kılan kimse mutlaka kurtuluşa erer.” (A’la 87/14,15)

Rasülullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Kim namazın sabit bir farz olduğunu bilip (kılarsa) cennete girer.” (Rüdani, a.g.e., c.I, s.144)

Namaz, ayrıca kişiye daha birçok fayda sağlar. Namaz, zayıf olan insanı kudreti sonsuz olan Allah’a bağlayan ve yalnız O’na baş eğilmesinin manevi eğitimini yaptıran bir ibadettir.

Namaz bütün yönleriyle mü’min için bir öğretim ve eğitim metodudur.

Namaz, öncelikli olarak nefsine karşı Allah yolunda cihad etmeyi öğretir.

Namaz müslümanın hayatında vazgeçilmez bir yeri vardır. Peygamber efendimiz (s.a.v): Çocuklarınıza yedi yaşlarındayken namazı emredin, on yaşında (eğer kılmazlarsa) dövün. Yataklarını da ayırın” (Rüdani, a.g.e., c.I, s.147) buyurarak, Namazın henüz küçükken kılınmasını ve öğretilmesini istemiştir.

Namaz o kadar önemlidir ve de faydalıdır ki hangi durum ve şart olursa olsun terkine müsaade edilmemiştir. Hastalık, yolculuk, her türlü sıkıntı ve hatta savaş anında, bile namaz terk edilmez. Ancak kısaltılabilir, birleştirilebilir bu kadar. Diğer ibadetlerde ise durum böyle değildir.

Namazın terki müsaade edilmeyip, Ayet ve hadislerde namazı terk edenler ve namazda gösteriş yapanlar hakkında açık ve şiddetli uyarılar vardır.

Kur’an-ı Kerim’de cennetlikler ile cehennemlikler arasında şöyle bir konuşma geçer: “Onlar cennettedirler. Birbirlerine suçlular hakkında sorular sorarlar ve dönüp onlara şöyle derler: “Sizi Sekar’a (cehenneme) ne soktu?”

Onlar şöyle derler: “Biz namaz kılanlardan değildik.” (Müddessir 74/40-43)

Bir başka ayette ise Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, Onlar namazlarını ciddiye almazlar. Onlar (namazlarıyla) gösteriş yaparlar.” (Mâ-ûn 107/ 4-6)

Rasulullah (s.a.v): “Kişi ile şirk arasında namazın terki vardır.” (Rüdani, a.g.e., c.I, s.152) Diğer bir rivayette ise: “Kul ile Küfür arasında namazın terki vardır.” (Rüdani, a.g.e., c.I, s.152)

Namaz kişinin müslüman olduğunun en büyük alametidir. Mü’minin hayatında namaz, kendi vücudundaki başı gibidir. Namaz olmazsa dinin bedeni başsız kalır.

NAMAZIN İCTİMAÎ FAYDALARI

“Bilindiği gibi, mü’minler, günlük namazlarını bulundukları her yerde tek başlarına da kılabilirler, ama cemâatle kılmaları dâima teşvik edilmiş ve daha çok mükâfat vaat edilmiştir. Cuma ve bayram namazlarını cemâatle kılmak ise zaten zorunludur. Cemâatle kılınan namazın ayrı bir tadı ve mânevi lezzeti vardır. Bu namazlarda, zengin, fakir, âmir memur, asker komutan, renk, ırk ve dil farkı olmaksızın her türlü insan, bir araya gelerek saf bağlayıp aynı yere secde etmek suretiyle Yüce Allah’ın önündeki eşitliğin fiili eğitimini yaparlar. Böylece, her yaştan, her bölgeden onlarca, yüzlerce, binlerce insan, iman ve gönül bağıyla Allah için bir araya gelip omuz omuza, gönül gönüle verip aynı duyguları ve hazzı paylaşırlar. Her gün günde beş vakit olmak üzere insanları bir araya getirip toplumu bu kadar birbirine kaynaştıran bir ibadet başka hiçbir dinde yoktur. (Güngör Mevlüt, a.g.e., s.155-156)

Namaz, toplumda birlik ve dayanışmayı sağlar. Camide toplanıp namaz kılan Müslümanlar, burada tanışıp, kaynaşırlar. Birbirlerinin dert ve sıkıntılarına ortak olur ve sevinçlerini paylaşırlar. Birbirleriyle istişare ederek ilim, kültür ve âhlaki konularda birbirlerine örnek olurlar.

Cemaatle kılınan namazla, lidere uyma ve birlikte hareket etme eğitimini kazanırlar.

Müslümanlar namazda aynı yöne yönelerek, tek bir sayfa yer alarak “kıble bilinci” sebebiyle ümmet şuuruna varırlar. Böylece kardeşlik, din kardeşliği bilinci kazanılmış olur. Çünkü her namazımızda “ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz” derken Rabbimize “biz” diye yalvarıyoruz.

Namazı hem kendimiz, hem de toplum için büyük bir nimet bilip gereği gibi yerine getirmeli ve ailemize de ön ayak olmalıyız.

Mehmet ESER

 

ÖĞÜT MÜMİNE FAYDA VERİR, NASİHAT


ÖĞÜT MÜMİNE FAYDA VERİR
Doç. Dr. İsmail Karagöz
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi
 
İnsan, Allah’a ibadet etmesi için yaratılmış (Zâriyât, 65), bu görevini yerine getirebilmesi için kendisine iyiyi ve kötüyü, doğru ve yanlışı, hayrı ve şerri, hakkı ve bâtılı birbirinden ayırt edebilecek yetenek (Şems, 8) akıl ve irade verilmiş, önder ve örnek olması için peygamberler, rehber olması için de kitaplar gönderilmiştir (Hadîd, 25).

 

İnsan, iman (Âl-i İmran, 179), ibadet ve itaatle (Nisa, 59) sorumlu tutulmakla birlikte bu konuda zorlanmamıştır (Bakara, 256). Çünkü insan hayatı ve ölümü ile imtihana tâbi tutulmuş (Mülk, 2) bu sebeple ona inanç ve irade hürriyeti verilmiştir (Kehf, 29). İnsan iman edip etmemekte serbest bırakılmakla birlikte iman edip salih ameller işlemesi istenmiştir (Teğabün, 9).

 

Allah, kullarına iyiyi emretmek ve kötüyü yasaklamak sûretiyle bizzat öğüt verdiği gibi (Nisa, 58) peygamberlerini de öğüt vermekle görevlendirmiştir (Nisa, 63). Kur'an da insanlar için bir öğüttür (Yunus, 57).

 

Dini anlatmak, insanları iman, ibadet ve güzel ahlâka çağırmak, haram, günah ve kötülüklerden sakındırmak peygamberlerin görevi olduğu gibi her bir müminin de görevidir (Al-i İmran, 110). Bu husus Kur’an’da pek çok ayette ifâde edildiği gibi “Öğüt ver (zekkir), çünkü öğüt (zikrâ) müminlere fayda verir” anlamındaki Zâriyât sûresinin 55.ayetinde de ifade edilmektedir.

 

Yüce Allah, ayette Peygamberimize dolayısıyla müminlere öğüt vermeyi, va’z yapmayı, nasihat etmeyi, hakka çağırmayı, dîni anlatmayı, iyilikleri emredip kötülüklerden sakınmayı emretmektedir.

 

“Öğüt, müminlere fayda verir” cümlesi, öğüt vermenin gerekçesini ortaya koymaktadır. İnsanların, mümin de olsalar va’z ve nasihate ihtiyaçları vardır. Çünkü va’z ve nasihat, kalpleri yumuşatır, imanları pekiştirir, ibadet ve itaate yönlendirir, haram ve günahlardan sakındırır.

 

Ayet iki hüküm içermektedir:

 

a) Va’z ve nasihat, iyiliği emir ve kötülüğü men, dini anlatma ve öğretme Allah’ın emridir.

 

İnsanın va’z ve nasihate, öğüt ve tavsiyeye ihtiyacı vardır. Çünkü genel olarak insan azgın (Alak, 7), aceleci (İsra, 11), hırslı, cimri, sabırsız (Meâric, 19-21), nankör, ümitsiz, şımarık (Hac, 66), tartışmacı (Kehf, 54) ve zâlimdir (Ahzab, 72). Nefis, daima kötülüğü emreder (Yusuf, 53). İnsan, zayıf yaratılmıştır (Nisa, 28). Zafiyeti; şehvetine düşkün, öfkesine mahkûm, ibadetlerin meşakkatlerine dayanıksız, sebatsız, nefsinin arzularına ve dünya lezzetlerine karşı koymada âciz oluşudur. Şeytan insanın düşmanıdır (İsra, 53), onu daima kötülüklere teşvik eder ve Allah (c.c.) ile irtibatını kesmeye çalışır. İnsan, helâke sürükleyen şehevî arzularına ve kendisini sıkıntıya sokacak olan tembelliğe meyledebilir. Akıl ve irade sahibi; iyi ve kötü, hayır ve şer olanı birbirinden ayırt edebilecek yetenekte olmasına rağmen bu zafiyetleri nedeniyle insan; nefsine, şehvetine ve şeytana uyup inkâr, isyan, haram ve kötülüklere dalabilir, gaflete düşebilir. Bu itibarla onu şehvet, şeytan, inkâr, isyan, zulüm ve gafletten uzaklaştırıp iman, ibâdet, itâat, takva ve ihlasa yöneltecek rehbere, hak davetçisine, vâize, öğüt vericiye, nasîhat ediciye ihtiyacı vardır. Allah’ın, insanlara peygamber ve kitap göndermesinin amacı da budur.

 

Bir toplumda “iyiliği emir ve kötülüğü men” görevi yapılmazsa bunun vebali ve cezası umumî olur. Hz. Ebu Bekir (r.a.) şöyle demiştir: "Ey insanlar! "Ey Müminler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolu bulduğunuz zaman (haktan) sapan kimseler size zarar veremez" (Maide, 105) ayetini okuyorsunuz (ve yanlış anlıyorsunuz). Ben Resûlüllah (s.a.s.)'dan işittim, o şöyle buyuruyordu: “(İnsanlar,) zâlim kimseyi gördüğü zaman onu zulümden men etmezlerse Allah en yakın zamanda herkesi (zâlimi ve zulme engel olmayanları) cezalandırır” (Ebu Davud, Melâhim, 17; Tirmizî, Fiten, 8; İbn Mâce, Fiten, 20).

 

Mümin, kendisi kimseye zulmetmediği gibi, başkalarının zulmetmesine de seyirci kalmaz, İslâm’ı öğrenir, öğrendiklerini başkalarına da anlatır, kendisi İslâm’ın emir ve yasaklarına uyar; bu emir ve yasaklara başkalarının da uymalarını ister. Yüce Allah, "Ey müminler! Siz Allah'a (dinine) yardım ederseniz Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam tutar, (iman ve itaatinizde sizi devamlı kılar)" (Muhammed, 7) ayetiyle dinine yardım edenlere yardım edeceğini va'd etmektedir:

 

İster camide, ister cami dışında yapılsın bu görevin yerine getirilmesinde birtakım kurallara riayet edilmesi gerekir. Bu kurallardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz.

 

Öğüt vermede uyulacak kurallar

 

1) Öğüt verecek kimsenin dinî konuları iyi bilmesi gerekir.

 

Bir şeyi anlatmak isteyen kimsenin, o şeyi, usûl ve esaslarıyla detaylı olarak çok iyi bilmesi gerekir. Aksi takdirde o şeyi insanlara hakkıyla anlatamaz. Bu sebeple dini tebliğ etmek, anlatmak, öğüt ve nasihatte bulunmak isteyen mümin, tavsiye etmek, anlatmak ve söylemek istediği şeyleri iyi öğrenmelidir, aksi takdirde yanlış şeyler anlatır, bu yüzden vebale girer, kaş yapayım derken göz çıkartır. İşin doğrusu, yüce Allah’ın Kur’an’da emrettiği gibi bu işi, ehline bırakmaktır (Nisa, 58).

 

2) Öğüt, Allah rızası için yapılmalı, çıkar gözetilmemelidir.

 

Bu kurala uymayan kimse netice elde edemeyecektir, çünkü insanlar, bu kimseye itibar etmeyeceklerdir.

 

3) Öğüt vermede Kur'an ve sahih hadisler esas alınmalıdır.

 

Kur'an ve sahih hadislerde yeri olmayan fikir ve hükümleri din adına anlatmak büyük bir vebaldir. Kur'an'da olmayan hiçbir şey, Kur'an'danmış gibi asla söylenmemeli, uydurma olan, akıl, mantık ve İslâm’ın özü ve esası ile bağdaşmayan zayıf hadisler özendirme ve sakındırma amacıyla da olsa anlatılmamalıdır.

 

4) Öğüt vermede metot, Kur'ânî olmalıdır.
“Metodun Kur’ânî olması”ndan maksat, insanları iyi, doğru ve yararlı şeylere yönlendirmek, bunları yapanları müjdelemek; kötü, haram, yanlış ve günah olan söylem ve eylemlerden sakındırmak, bunları işleyenlerin cezalandırılacağını bildirmektir. Yüce Allah, Peygamberi ve Kur’an’ı müjdeleyici ve uyarıcı olarak göndermiştir (Kehf, 1-2) “(Ey Peygamberim!) Biz onu (Kur'an'ı) senin dilinle (indirerek) kolaylaştırdık ki onunla muttakî (iman edip salih amel işleyen, emir ve yasaklara riayet eden ve Allah'a karşı gelmekten sakınan müminleri) müjdeleyesin, haktan sapıp batıla meyleden fâcir, zâlim ve hakkı kabul etmeyip batılı savunan ve aşırı düşmanlık yapan toplumları uyarasın” ayeti bunu ifade etmektedir (Meryem, 97).
 
5) Muhatapların durumları daima göz önünde bulundurulmalıdır.
İnsanların bilgi, kültür, eğitim ve öğretim; zekâ, kavrayış ve anlayış seviyeleri çok farklıdır. Öğüt verecek kimselerin, bu durumu göz önünde bulundurmaları ve ona göre konuşmaları ve öğüt vermeleri gerekir.
 

İnsanları; entelektüel, akl-ı selim sahibi olup yaratılış sâfiyeti bozulmamış duyarlı kimseler ve tartışmacı, inat, şüpheci ve inkârcı kimseler şeklinde düşünüp birinciler hikmetle/ doyurucu, ikna edici ve bilimsel delillerle, ikinciler güzel öğüt ile, üçüncüler ise en iyi mücadele ile İslâm'a davet edilmelidir.
 

6) Öğüt vermede, anlaşılır bir dil ve yumuşak bir üslûp kullanılmalıdır.
Öğüt vermede amaç, İslâm’ı anlatıp benimsetmek, emirlerin yapılmasını ve yasaklardan kaçınılmasını sağlamaktır. Bu amacın gerçekleştirilmesi ancak sevdirme ve ikna ile mümkün olur. Bu itibarla öğüt vermede yumuşak üslûp, tatlı dil ve güler yüz daha etkili olacaktır. Yüce Allah (c.c.), Peygamberimize (s.a.s.); “(Ey Muhammed!) Sen öğüt ver, çünkü sen ancak öğüt verensin. Onların üzerinde zorlayıcı değilsin" buyurmuştur (Tekvîr, 21-22). Bu sebeple öğüt vermede bağırıp çağırma, yüksek sesle, katı ve sert konuşma yanlış bir yöntemdir. Aksine öğüt vermede yumuşak ve tatlı bir üslûp kullanılmalıdır.

 
Verilen öğüdün iyi anlaşılabilmesi için konuşma; acele edilmeden, yavaş yavaş ve tane tane yapılmalıdır. Bazı ifâdeler tekrarlanmalıdır. Sahabeden Enes (r.a.), Peygamberimiz (s.a.s.)'ın: "Bir söz söylediği zaman, sözünün anlaşılması için o sözü üç defa tekrarlardı" demiştir (Buhârî, İlim, 11. I, 35).
 
7) Öğüt veren, davranışları ile söylediklerine ters düşmemelidir.
Kendisi uygulayamasa bile İslâm’ın bütün hükümlerini insanlara anlatmak her müminin görevidir. Ancak öğüt veren kimse, söylediklerine kendisi de uymalıdır. "Siz kitabı okuduğunuz hâlde insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?" buyuran (Bakara, 44) Yüce Allah, Kur’ân’da (Fussilet, 33) insanları Allah'a çağıran kimsenin sözünün güzel olması için, kişinin Müslüman olması ve salih amel işlemesi gerektiğini bildirmiştir. İnsanın davranış hâline getirdiği şeyleri başkasına söylemesi sözün tesirini arttıran bir faktördür.
 

8) Öğüt bıktırıcı, zorlaştırıcı ve nefret ettirici olmamalıdır.
Yaptığı va’zları uzatmayan (Ebu Davud, Salat, 225) ve insanları usandırmamak için uygun zaman kollayan (Buhâri, İlim, 11) Peygamberimiz (s.a.s.), “Kolaylaştırın zorlaştırmayın, müjdeleyin nefret ettirmeyin” sözleriyle bu gerçeğe işaret etmiştir (Buhârî, Cihâd, 164, Ilm, 17, Meğâzî, 60. Müslim, Cihat, 5. Ebu Davud, Edeb, 17. Ahkâm, 22. Ahmed, I, 129).
 

9) Öğüt verirken kişiler değil kötü inanç, söylem, eylem ve davranışlar hedef alınmalıdır.
Öğüt veren kimse insanları eleştirmeği değil, onların İslâm konusunda bilgilenmelerini, İslâm'ı sevmelerini ve Allah'ın istediği tarzda bir Müslüman olabilmelerini hedeflemelidir. Eleştiri yapılacaksa kişiler değil batıl inanç, kötü amel ve yanlış davranışlar hedef alınmalıdır. Yüce Allah, Kur'an'da; mümin (Enfal, 2), muttakî (Bakara, 5), ve muhsinleri (Al-i İmran, 134) ... övmüş, buna mukâbil müşrik (Ahzab, 73), kâfir ve münâfıkları (Nisa, 140) yermiş ve onların niteliklerini anlatmıştır.
 

b) Öğüt müminlere fayda verir.
Tahlil etmeye çalıştığımız ayetin ikinci cümlesinde öğüdün müminlere fayda vereceği açık seçik bildirilmektedir. “Öğüdün müminlere fayda vermesi”, onların ibadet ve itaate devam etmelerini; haram, isyan ve günahlardan sakınmalarını sağlamasına, gaflete düşmelerine engel olmasına, imanlarının kuvvetlenmesine, bilmediklerini öğrenmelerine ve kalplerinin yumuşamasına sebep olmasıdır.
 

Kur’an bir öğüttür dileyen öğüt alır, dileyen yüz çevirir. “Hayır o (Kur’ân) bir öğüttür, dileyen ondan öğüt alır” (Müddessir, 54-55) buyuran Allah Kur’an’da; akıllı insanların (Ra’d, 19), Allah'tan korkan (A’la, 10) ve O’na yönelenlerin (Mümin, 13) öğüt alacaklarını; bedbaht olan kimselerin ise öğüt almaktan kaçınacaklarını bildirmiştir.

 
Sonuç ve değerlendirme
 

İnsanlar, hayra ve şerre, iyiye ve kötüye, doğruya ve yanlışa, hakka ve batıla, imana ve küfre, itaate ve isyana, ihlâsa ve riyaya... kabiliyetli olarak yaratılmışlardır. İnsanlar, doğuştan şerli, kötü, kâfir, münâfık, âsi ve riyâkâr... değillerdir. İnsanların, hayra, iyiye, doğruya, hakka, imâna, itaate, ihlâsa... yönelmeleri ancak bu yönde eğitim ve öğretim görmeleri, edep ve terbiye almaları, va'z ve nasihat dinlemeleri ve Allah'ın lütfu ve hidâyeti ile mümkün olur. Bu itibarla insanların eğitim ve öğretime, öğüt ve nasîhate ihtiyaçları vardır. Hiçbir insan bundan müstağnî değildir. Ayrıca iyiliği emretmek ve teşvik etmek, kötülüğü menetmek ve önlemek her müminin görevidir. Peygamberler ve kutsal kitapların gönderilme gayeleri de insanları hakka çağırıp onları batıldan uzaklaştırmak, yeryüzünde zulmü önleyip adaleti ve takvayı hâkim kılmaktır.
 

İnsanların, hayra, iyiye, doğruya, hakka, imâna, itaate, ihlâsa... yönelmeleri ancak bu yönde eğitim ve öğretim görmeleri, edep ve terbiye almaları, va'z ve nasihat dinlemeleri ve Allah'ın lütfu ve hidâyeti ile mümkün olur. Bu itibarla insanların eğitim ve öğretime, öğüt ve nasîhate ihtiyaçları vardır. Hiçbir insan bundan müstağnî değildir.

Diyanet Aylık Dergi (Sayı:162)

İMAN - İTAAT

İMAN- İTAAT Bizler bazı şeyleri ya yanlış anlıyoruz yada işimize öyle geliyor o şekilde kullanıyor, davranıyor , savunuyoruz. Alla...